Haluk Şahin – Türk Olmak Kolay Değil

Haluk Şahin gazeteciliğe başlamadan önce, 1968-1974 yıllar arasında kitle iletişimi eğitimi almış ABD’de, 1974’te memlekete dönerek İsmail Cem’in TRT’de yayın planlama ve araştırma danışmanı olmuş, 1977-1983 arası ABD’de “asosye profesör”, hoca derken Milliyet‘e, Cumhuriyet‘e yazdığı yazılar, Birikim‘e tabii, basında uzun yıllar kalem oynatmış biri yani, diğer yanda eğitim üzerine eğitim, çok iyi. Üç yazısından birine üfürükten bir fıkrayla başlıyor, o kötü. Turgut Özal’ın ABD’yi ziyaretinde basın heyetinde yer almış, başbakanın oynadığı tehlikeli oyunu gözlemliyor. Lübnan, Libya, bunlar Batı’nın zaman zaman ambargo uyguladığı, ABD’nin yoluna girmedikleri için “dışlanan” ülkeler, Özal temayüle uymayarak liderleriyle görüşüyor, ticari anlaşmalar yapıyor, diğer yanda Batı’nın neoliberal ekonomi politikalarını tam gaz uyguladığı, halkın ümüğünü sıktığı için, hani, “deli dolu biri ama iyi çocuk” imajı uyandırmak istiyor Şahin’e göre. “Bizim çocuklar” cevaz verdilerse ne kadar sorun çıkarabilir zaten, arızalarını hoş görürlerse tamam. Gökova’da santral kurmak istemişti, kursun, yardımcılarıyla gidip yerinde görmek istemişti nereye neyin yapılacağını, görsün de mühendis kafasıyla yaklaşıyor doğaya, yardımcıları da kendisi gibi, dolayısıyla ekolojiyi ne ölçüde tahrip edeceği umurunda değilmiş. Örgütleyenler sağ olsun, sanatçısından devlet adamına aklı başında kim varsa ses çıkarmışlar, eylem yapmışlar da projeden vazgeçirmişler Özal’ı ama yeni kabine kurmaya ikna edememişler, İsmail Özdağlar vakası bu yüzden yaşanmış. Ayakkabı kutuları yok bu kez, çanta var, Özdağlar kısa sürede büyük servet edinmek isteyen “prens”lerden biri, önüne geleni çarpmış neredeyse, daha otuz sekiz yaşında inanılmaz zenginleşmiş de son oyunu elinde patlamış, armatör Özal’ı durumdan haberdar edince, eh, burası biraz karanlık, Adnan Kahveci son rüşvet konuşmasını kaydettirmiş, Özal’a fişeklemiş. Üstünü kapatamazlar mıydı, yapabilselerdi yaparlardı ama mesele Erdal İnönü’ye, dönemin siyasi liderlerine de duyurulduğu için riski göze alamamıştır Özal, “hukuk ve adalet ağır bastı” diyor da hadi oradan yahu. Şahin’le Özdağlar eski arkadaşlar, kalemin kırılacağı günün öncesinde buluşmuşlar: “Durmadan soruyordu bana: ‘Ne oluyor? Niçin oluyor bunlar? Niye bana bunları yapıyorlar? Niçin bu kadar sert davranıyorlar?’” (s. 193) İbretlik biri Özdağlar, alt sınıftan geliyor, fen lisesinin ardından ODTÜ’yü bitiriyor, devlet bursuyla ABD’de eğitimini sürdürüyor ve dönüşte milleti fikfiklemeye başlıyor. Ben de şaşırırdım o açlıkla, çocukken korkular içindeyim, etrafımda paradan başka bir şey konuşulmuyor, bir an önce yırtmak istiyorum ve çalışan kafama güveniyorum çünkü kısa sürede köşeyi dönebilirim sayesinde, punduna getirince de millete çöküyorum, haberler gidiyor tabii bir yerlere, hasımlar bileniyorlar, gözüm görmüyor çünkü rüşvetin dibine vurmuşum etrafımdaki herkes gibi, bana neden oldu ki böyle? Oyunu kurallarına göre oynamadım çünkü, kafam bir yerde tehlike sinyallerini almadı, suçüstü yakalanınca beni kurtaracak kimse kalmadı. Oysa çantalarla paralar gidiyor bir yerlere, devri satın almışız, Adnan Kahveci’ye göre alternatifsiziz çünkü bütün dünya o neoliberal fırtınaya yakalanınca sol iyice çökmüş, sağdan başka çare yok, cuntadan sonra hiç yok, güdülenler hapse atılmadıkları için mutlu, yeterince muhalefet etmeyecekler, zaten Avrupa’daki sosyalistler de aynı programı uygulamaktan başka yapacak bir şey bulamayacak durumdalar, haliyle devir bizim devrimiz. Ama benim değil, ben yallah. Ha, muhalif partiler yine çalışıyorlar ama ambargo uygulanıyor onlara, basın satın alınmış veya sindirilmiş, Özal hükümetini destekleyen sayısız haber çıkıyor, Kahveci basının desteğini nasıl sağladıkları sorulunca alternatifsiz olmanın suç olmadığını söylüyor. Demokratik liberal Özal’ın geldiği nokta oydu, demokrasi veya liberalizm ne kadar varsa alternatifsizlik de o kadar işte. Adamlarının işi mi, yani danışmanları Özal’dan gizli işler çeviriyorlar da memleket o yüzden mi o haldeydi, ata sporumuz komplo teorisi üretmek olduğu için yiyeni çoktur ama Şahin sosyoloji biliyor, Özal’ın da en az danışmanları kadar akıllı olduğunu söylüyor, uçan enflasyondan falan Özal sorumlu yani. Danışmanların bir portresini çizmiş Şahin, on numara: zeki insanlar, çalışkanlar, okul yaşantıları iftiharlarla geçmiş, yüksek puanlarla girmişler üniversitelere, ABD’de ve Avrupa’da eğitim görmüşler, iyi okumuşlar ama Red Kit’ten, Zagor’dan öteye geçmemişler, elektronik oyuncaklara, otomobillere düşmüşler, işletme ve mühendislik kitapları var kütüphanelerinde, teknik buluşlar üzerine konuşmayı seviyorlarmış, söz sanattan açılınca rahatsız olurlarmış, lise yıllarından itibaren hümanist kültürden bilerek uzak kalmaya başlarlarmış falan. “Ve inanmakla kapatmışlardır fen dışındaki kültür boşluklarını. İslamiyet bir inanç olarak, bir yaşama biçimi olarak, dozu bazen artıp bazen azalarak, hayatlarının eksenlerinden birini oluşturmuştur. Bu artıp azalmaların ölçüsünü biraz da günün siyasal koşulları belirlemiştir.” (s. 179) Batı’yı severler ama ne ahlaksızdır o Batı, deneyimleyip görmüşlerdir belki, bu yüzden Japonya’yı severler çünkü hem çok ileridir hem de ahlaklıdır Japon insanı, aşırı çalışmaktan düşüp ölesiye çalışkandır, çalışmaya inanmıştır, daha fazla çalışmak lazımdır o zaman Türkiye için. Beyaz Saray’daki görüşmede Reagan’a Türkiye’nin bir sanayi ülkesine dönüştüğünü söylemiş Özal, yarı şaka yarı ciddi de Japonya gibi tehdit etmeyeceklerini söylemiş, bu hadsizlik yetmemiş gibi Dışişleri Bakanı Halefoğlu da “şimdilik” diye eklemiş. Herkes gülüyormuş o sıra, Şahin şöyle bir alaya alıp geçiyor da besbelli çocukların şakalarına güler gibi gülüyor adamlar, ne saçma sapan muhabbetlere maruz kalmışlar. Ne saçma sapan devlet adamlarımız var bizim ya.

Siyasetin dışında kalan köşe yazılarına bakıyorum, toplamda altı ana başlıktan ikisi doğrudan siyasetle ilgili, Salih Memecan’ın karikatürleriyle süslü. Salih Memecan’ın. Başkası adına utanmak. “Türk Olmak Kolay Değil” yurda kesin dönüş yapan çocukların yaşadıklarıyla ilgili, Şahin’in kızıyla. Türkçeyi pek iyi bilmeyen, giyimi ve davranışlarıyla dikkat çeken çocuklara kafadan sorulur bir kere Mehmet Akif’in kim olduğu, Malazgirt’te ne olduğu, Türkiye’nin en uzun nehri, bunları bilirlerse Türklüğe giriş ritüelinin ilk adımı tamamlanmış demektir. Erginlik ayinin devamında devlet kurumlarıyla baş etmeyi öğrenmek var, benim aklıma Bostancı SGK’daki davar memur geliyor: kibarın kibarı bir kadın derdini anlatmaya çalışırken “La bilmiyom ben onu abla yaa get yarın gel de amire anlat” diye höyküren davar son derece kaliteli bir davardı, aklıma gelir. Ayşe ilkokulu ABD’de okuduktan sonra ortaokula Türkiye’de başlamış, her gün gelip babasına sorular soruyormuş, işte “inkılâp” nedir, nerede bulunur, “Devrim Tarihi” denirken neden “İnkılâp Tarihi” olmuştur mevzu, hele ödev verilen sorulardan biri muhteşem: “Türk doğan mutlu doğar. Açıklayınız.” Türkçesi ilerliyor Ayşe’nin, okuduğu yazarlar arasına Oğuz Atay filan giriyor ama o da ne, Türkçeden ikmale kalıyor. Okulun Türkçesiyle edebiyatın Türkçesi başkadır, kesiştikleri tek yer ders kitaplarıdır, o da ne koşullarda. Sopa yemekten kılpayı kurtulmuştum lisedeyken, kodlarını çözmüştüm de yırtmıştım, bu milliyetçiler kadar tın teneke yoktur sanıyorum. Mangalda kül bırakmazlar, ne nutuklar dinledim, söylemleriyle eylemlerinin uyuşmadığını gösterince de babalanırlar aptal aptal. Hemen genelledim, hemen fişi çektim, evet. YÖK’e eleştiri, 1980’lerin efsane tipileri, upuzun kar tatilleri, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi, Mehmet Ali Ağca’nın Bulgarlarla ilişkisi derken çok telden çalıyor yazılar, Şahin iyi kurcalıyor, cuntanın ertesinde yazdığı için cesur olduğunu söyleyebilir miyiz? Tavsiye ederim, okumaya değer.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!