Gonçalo M. Tavares – Teknik Çağında Dua Etmeyi Öğrenmek

“Eylem” yine esas mesele olarak çıkıyor karşımıza, Kudüs‘ün bazı karakterlerinde akli dengeyi sağlayan eylem bu kez kaskatı bir yaşamın özü. Vahşi eylem: herhangi bir düşünceyle kuşatılmamış hareket. Elbet düşünce var, Manguel’in dediği gibi Tavares dünyayı parçalara ayırıp kendi yarattığı bir şeymiş gibi birleştiriyor da nasıl yapıyor bunu, eylemin etrafında bir dünya örerek. Yaban insanın hali örnek, yaşamını yakından izleyeceğimiz Lenz’in çocukluğunda asker babasıyla birlikte gittiği avlardan edindiği, babasının dehşet verici disipliniyle anladığı, eylemi geciktiren ne varsa -ahlak, felsefe, Lenz’in korkuyla eylem hızı arasında kurduğu bağıntıdan anlaşıldığı kadarıyla duygular dahil- dışlayarak gördüğü bir yaşam etiği. Belki şöyle demeli, düşünsel yetiler yaşamın kendisine doğrudan bağlı değil de eylemin yaşamı kusursuzlaştırmasına dayanak olarak mevcut ancak. Anlatının her parçasında bir duygu veya düşünce silinmeli, olaylar bunlardan tamamen arındırılmalı, hatta kişilikler tamamen tekniğe uyarlanmalı. Lenz’in babası Frederich böyle bir yaşam sürerek iki oğlunu da eğitmeye çalışmış, savaş sırasında soğukkanlılıkla öldürdüğü askeri gülerek anlatmış mesela, libidosuna hakim olamayan Lenz’e zorla hizmetçi kadınla seks yaptırıp ders vermiş, kansere yakalandığında da hastalık gibi son derece temel bir zayıflığa teslim olmayarak kafasına sıkmış bir tane, yaptığı her şey demir gibi bir iradenin yansıması. Grotesk tabii, sosyal yapılardan nasibini zerrece almayan bir yaşam onunki, Lenz’e aktardığı da böylesi ama büyük oğlan Albert’e tam aktaramamış, tuhaf. Lenz birkaç olay üzerinden abisini çözümleye çözümleye bir hal oluyor ama “kadınsılık” ve “zayıflık” dediği iki “çürüme noktası”nı tahlil etmiyor. Kasten sanırım, Albert’in annesine benzediğini söylemekle yetiniyor, geçmişle de bir işi yok çünkü: “Ve bu -yaşayarak bir ölünün yaşını geçme arzusu- öyle basit bir arzu değildi. Geçmişi feshetmek için bir gereklilikti, basit bir ihmal değil bir görev olarak ele alınan bir unutuşun gerekliliğiydi.” (s. 89) Albert beynini yavaş yavaş yiyen hastalıktan ötürü öldükten sonra Lenz hemen işe girişir ve abisinin adını aile armasından mı, bir şeyden sildirir, zincirin Albert’le değil de Lenz’le devam ettiği bariz, öyle ki aynı hastalığa Lenz de yakalanınca bu çataçat kurulan “makine yaşam”ın parçalarının hastalık yüzünden kopuşunu adım adım göreceğiz, geçmişi silemeyecek Lenz, en fazla babası gibi ölemediği için hayıflanacak ama ona da gücü yetmiyor zaten, yardımcısı silahı doğrultmaya çalıştığı zaman gücü tükeniyor Lenz’in. Belki de intihar etmek istememiş, dua etmeyi denemiştir, Tanrı’ya ve ruha dair değillemelerinin gürültüsünden duyulmayacak bir ses.

Tavares’in tekniği aynı, ana akışın yanında geçmişten hikâyeler, sisli gelecekten anıştırmalar, zamanların parçalı uyuşurluğu. Çocukluktan ve gençlikten birkaç sahneyle başlıyor anlatı, ilkinde hizmetçiyle düzüşmek var, ikincisinde av. “Lenz çizmelerini giyip ava hazırlanıyor. Öncelikle küçük, hareketsiz nesneler üzerinde hâkimiyet kurma ritüeli: çizmeler, silah, ağır yelek.” (s. 10) Mylia’nın düşündüğünü hatırlıyorum diğer kitapta, ayakkabılarına bakıp ne kadar zavallı olduklarını, kendisininse hareket ettikçe nesneler üzerinde hakimiyet kurarak adeta küçük bir tanrıya dönüştüğünü gururla fark ediyordu, Lenz’i de Mylia’nın yanına bir yere koyabiliriz. Arkasına değil zira önündeki her şey avdır Frederich için, Lenz’e de böyle söyler, becerdiği hizmetçi öndedir ve arkası dönüktür, insanların çoğu önde olduklarını düşünürler ve savunmasız kalırlar, tıpkı Lenz’in önündeki av gibi. Tetiği çeker Lenz, büyüdüğü zaman en az iki kez daha çekip hayvan katleder gibi katledecektir insanları, daha da kötüsü sokaktaki insanları gütmek için doktorluğu bırakıp siyasete atılacak, Albert’in belediye başkanlığından sonra güven veren bir sima olarak insanları dürtükleyecek. Planlar başarılı, önce kimseye zarar vermeyeceğini düşündüğü bombalı bir saldırı düzenliyor partinin iki numarasıyla birlikte, böylece nereden geldiğini anlamadıkları terör karşısında afallayan seçmeni daha kolay topluyor, sonra eve davet ettiği deliyle kendi eşinin kafasını dağıtarak siyasi itibarını artıracak bir kahramanlık hikâyesi çıkarıyor, başarılı olmaması için hiçbir gerekçe yok kısacası. Analiz edemeyen, düşünemeyen, gerçeklerden saptırılan halk için hakikat ulaşılamaz durumda. “Bir felaket aslında olayların haddinden fazla eylem gerektirmesi haliydi: İnsanlar böylesine kısa bir sürede bu kadar çok şey yapmayı başaramıyorlardı. Çok çabuk -hatta anlık- her şey insandan daha güçlüydü; bu yüzden güç, sonuçta hızın eşanlamlısıydı. Doğal felaketlerde de doğanın unsurları silahlarını doğrultmakta daha hızlıydılar.” (s. 29) Birey olarak daha da aptaldır, işlevsizdir insan, çoğulluğundakinden farklı eksikleri vardır. Acıyı duyumsar mesela, bu da hoş: Lenz tümörden mustarip olduğunda vücudu yavaş yavaş kapanır, eylem alanı kısıtlanır da sırf bu kısıtlanmayı irdeler, acıdan hiç bahsetmez. Babasının mezarına gittiği zaman çok oyalanmaz, önemli bir nesneyi mezara bırakıp evine döner. Tavares’in üslupçuluğu hayranlık verici, bunun yanında Lenz’in gündelik yaşamındaki olaylar karşısında aldığı vaziyeti taşırmamak ayrı maharet. Kaya gibi sabit, statik bir adamın eylemi berrak, saf kılması, hiçbir toplumsal itkiye, düstura sahip olmaması. On numara. Joseph Walser’in arada derede görünmesi de on numara, Tavares dörtlemenin başka bir metninden çağırdığı karakteri şöyle bir gösteriyor, Lenz’e göre işaret parmağı kopan bir sivilin hastanede arıza çıkarması korkaklık. İyi bir cerrah Lenz, insanları sadece kendi eyleminin nesnesi kılarak yapıyor işini, bu yüzden kendisine teşekkür eden ve çok iyi bir insan olduğunu söyleyen hastasına abartılacak bir durum olmadığını, sadece doktorluk yaptığını söylemek zorunda hissediyor çünkü iğreniyor o tür insanlardan. Teşekkür etmek, minnettar kalmak zayıflık, hastalıkla fiziksel mücadeleyi sürdürürken zihinsel hiçbir şey yapmamak daha büyük zayıflık, bu yüzden abisine saygı duymuyor Lenz, ölümü kabullenen insanlardan tiksindiği kadar tiksiniyor Albert’ten.

Özel hayatında ilginç manzaralar var, Lenz prensipli bir insan. Sokakta rastladığı evsizi çağırıyor evine, yemek ve para vermeden önce iyi bir eziyor, en sonunda karısıyla sevişmelerini izletiyor adama. Gösteri, dinçlik. Partinin iki numarasıyla yaptığı gezintilerden birinde rastladığı deliye karşı hissettiklerini de anlatmalı, belki bir bu deliden çekiniyor Lenz, daha doğrusu toplum tarafından dışlanan, kendi krallığını ilan eden insanlardan. Üzerlerinde güç sahibi olamaz, ne hissettiklerini anlayamaz, bilinmeyenle karşı karşıyadır Lenz, bu yüzden deliye saygı duyar. Zamanı gelince evine çağıracak, evsizle oynadığı oyunu deliyle de oynayacaktır ama öngörülemezliği hesap etmeyince işler sarpa sarar, deli bir kıç darbesiyle yere yıktığı Lenz’in yerini alır ve kadına tecavüz etmeye kalkar. Lenz yenilgiyi kabul etmez, mülkiyetindeki kadını paylaşmaz, tüfeğini kaptığı gibi adamın beynini dağıtır. Sonra eşininkini dağıtır çünkü zayıflığı barizdir kadının, o evde yeri yoktur. İki numara bu tür saçmalıklarından haberdardır Lenz’in, bir iki kez de uyarmıştır ama bu son olayla birlikte sinirleri iyice tepesine çıkar, neyse ki hemen bir yiğitlik hikâyesi, ölümden dönen politikacı imajı, iş tamam. Frederich’in komutasındaki askeri öldürmesinin yansımasından da bahsedip bitireyim, partinin sekreter olarak önerdiği Julia o ölen askerin kızıdır, kardeşi Gustav’la birlikte zor günler yaşamışlardır ama Lenz’in yardımcıları oldukları zaman burunları sürtülmekten kurtulur nihayet, adamın tuhaf işlerini görmeye başlarlar. İkisinin dinamizmleri küçük hikâyecikleri temellendirir, mesela Gustav bir gün omuzlaya omuzlaya kırdığı kapının ötesinde Lenz’in babasının kitaplarından başka hiçbir şeyin olmadığını görür, yine de rahatlar çünkü iktidarda bir gedik açmayı başarmıştır, bunun yanında Lenz’in durumunun ağırlığına rağmen sesleri duymamasının imkanı yoktur, tepki vermesini bekleriz ama gücü de kalmamıştır, kapının kırılmasına verdiği tepkiyi de görmeyiz. Bazı şeyleri görürüz, bazılarını görmeyiz, eylemin çapına giren her şey akışı sağlar da karakterlerin duygu durumları hemen hiç görülmez. Önemli olan akıştır, eylemin sürekliliği.

Üçüncü metne geçiyorum, kafam yandı ama duramam. Dört dörtlük bir metin bu, okuna.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!