Tavares’in “Krallık” dörtlemesi bu kitapla sona eriyor da şöyle derin bir soluk alıyoruz, zira o neydi öyle, baştan ayağa analizan karakterlerin kaya gibi mantıklarıyla kurdukları yaşantıları bir de savaşın, siyasal ve toplumsal arızaların pençesine düşünce tahlillerden tahlil beğeniyor, Tavares’in çözümleyicilikten bir hal olan üslubuyla metnin kodlarını bulmaya çalışıyorduk, bitti. Tavares’in düştüğü notta Klump’a hızın, Walser’e direncin etki ettiğini görebiliriz, merkezleri aynı olan iki anlatının kesişiminde tuhaf huylu bu iki karakter yer alıyor, kentin kaosa teslim olduğu zamanları farklı pencerelerden görebiliyoruz. Direncin boyutlarına bakalım, Walser’in maddeci yaşamına: İnsanların düşünen maddeler olduğunu düşünür Walser, eşi Margha’ya göre ruhu olan maddeler. Koleksiyonundan daha ilk bölümde haberdar oluyoruz Walser’in, neyin koleksiyonunu yaptığı daha sonra. Maddeyle alakalı olduğu malum. Ayakkabı değil mesela, Walser’in kahverengi ayakkabıları çok eski, pantolonuysa basit, köylülerinkini andırıyor. Margha’ya göre kimse onun gibi giyinmiyor ve düşünmüyor, başka yüzyılın adamı. Belirlenimci, bu yüzden fabrikada çalışmayı seviyor çünkü makinelerin yapıp ettikleri belli, şaşkınlık uyandırıcı olayları hemen hiç yok, ustabaşı Klober Muller de aynı şekilde düşünüyor: “Olayların arasında belirgin boşluklar olması gerekiyor. Hepsi sıradan malla gibi üst üste yığılmamalı, olaylar sıradan mallar değildir, değerli şeylerdir diyor Klober.” (s. 15) Olayın, eylemin övgüsünden de öteye, determinizmin alanına giriyoruz ama kaos da beliriyor ufukta, “büyük bir iştahla yaklaşmakta olan askeri bir güç” Walser’in dengesini bozacak. İnsanları henüz var olmayan bir şeyle korkutarak etkileme tekniğinin çok eski olduğundan bahsediliyor Muller’in konuşmasından önce, bu noktada serbest dolaylı anlatıcının serbestliğini değil de karakterin düşüncelerini göz önünde bulundurmalıyız, anlatıcının hakimiyeti karaktere bağlı ki Muller’in tiratlarını metnin düşünsel temeli olarak kabul edebiliriz. Nedir, organize deliliğin yaklaştığı sırada düzen her şeyden daha önemlidir, kimse isteriklere saygı duymaz. Walser’in parmağını makineye kaptırdıktan sonra hastanede deli gibi koşturduğu sırada Lenz’in aşağılamasına maruz kalmasını bu bağlamda düşünebiliriz, dörtlemenin diğer kitaplarından birinde iki karakter karşılaşırlar, doktor bir parmağı yaralandı diye Walser’in kontrolü kaybetmesine sinirlenir. İşte, Muller’e göre teknolojiden bağımsız bir mutluluk yok, maddeler birbirine ne kadar uyarsa mutluluk o kadar fazla, ayrıca mutluluk “ruh” sözcüğünden koparılmış, mekanizmaya dönüştürülmüş, şimdide doğuyor ve geleceği beklemesine gerek yok. Makineler mutluluğu sağlıyor ama insanın dostu değil, aksine. Walser’in dikkati bir tek makinesinde ve yaşamının düzeninde yoğunlaşıyor bu yüzden, Margha’nın sadakatsizliğini hemen çarkın bir dişlisi haline getirip Muller’dan, Margha’nın âşığından takdiri alır, Muller işçisine hayrandır, bozulmadan çalışmasını hayretle izler. Makine yaşamın teklediği durumlar yok değildir, Walser her cumartesi gecesi işten üç arkadaşıyla dördüncünün evine gidip kumar oynar, zarların bir nevi I Ching işlevine sahip olduğunu, çok sayıda cevaptan birini meydana getirdiğini düşünür, yine triktraklığa getirse de mevzuyu, şans faktörünü tamamen ortadan kaldırmayacaktır. Oyunun sınırları içinde şans, sınırlı, kâfi. Yaşamın içinde de öyle, olacak olan olur ve bunun hakla, iyilik veya kötülükle ilgisi yoktur. Kötülük sorunsalına örnek bir bakış: “Kötülük, akıl yürütmenin bir kategorisidir. Ne doğaüstü bir buluştur ne de yenebilir bitkilerin içine kazınmış özlerden büyür. Kötülük içgüdüsel bir kategoridir, evet, ama aynı zamanda akıl yürütmenin, zekânın bir ürünüdür. Bir matematikçinin beyninin sayısal bir denklemi çözmeye çalışırken izlediği yolun bir başka aşamasıdır sanki. Tümdengelim, tümevarım ve kötülük.” (s. 32) Yaşama dair sıradan bir veri, Fluzst M.’nin savaş işlerine karışmasıyla Walser’e yaklaşır. Kendi hatası gerçi, Muller’in uyarmasına rağmen makinenin yerini değiştirmesi yüzünden belki, parmağını kaptırıverir ve hastaneye gider hemen. Sedyelerde yatan askerler, karmaşa, bir de bomba patlar o sırada M. sağ olsun, kalplere metal parçalar girip çıkar, canlar yok olur, olay dizgesinde birkaç nokta sadece. Walser’in koleksiyonu bu olayların kayıtlarını tutmak içindir adeta, sayısız metal parçanın elliden fazla rafa dizildiği bir odada kısa bir tarihçe yatmaktadır. Walser o koleksiyona parmağını da katmak isterdi belki, anatomi kitabındaki el resminin yanına kendi elini koyduğu zaman bir canavarın eline sahipmiş gibi hisseder, beden bütünlüğü tabii ki determinizme dahildir. Savaş ilerledikçe sabitine daha sıkı sarılmak ister Walser, kendini çalışma odasına kapayıp metal parçalarının ölçümlerini yapar çünkü dışarıda olanlar bütün dünyasını altüst etmek için uğraşmaktadır sanki. Dışarıda karşısına çıkan Klober eski, neyinin, tanıdığının hayatını kurtarır: o cumartesi kumar oynamaya sadece arkadaşları değil, işgalci ekipten zaptiyeler de gelecektir, Walser gitmese iyi olur o gün. Gitmez, ev sahibi ve diğerleri öldürülür, adamımız öldürülen arkadaşının eşine yanaşıp yeni bir düzen oturtmaya çalışır. Sanki kendisi pratiğe döker de Muller teorik kısmı halletmektedir, farklı zamanlardaki olay örgülerine eşlik eden felsefi bir açıklama mutlaka yer alır. Tuhaf ikili, donuk dünyalarını bir şekilde birleştirmeye çalışırlar, başarırlar da. Bir zaman için, savundukları görüşün yolları ayıracağı bir an gelecektir, makine oraya götürür karakterleri. Kötü değil, belki iyi bile: tetiği çekmeye yarayan parmağını koparmıştır Walser’in, savaşa katılmasını engellemiştir, belki biraz da dalga geçmiştir ama yaşamın tam ortasında durmaktadır, insanlar ona eklemlenirler.
Klaus’un trajedisi durgunluğa hiçbir zaman ulaşamaması, etrafındakilerin eylemle, makinelerle var olması. Zengin bir aileden geliyor Klaus, matbaa işletiyor, yayınevi var, sapkın metinler basıyor. Johana’yla mutlu, şekilsiz pantolonlar giymesi ve uyumsuz renklerle donanması Johana’da bir şeyi tetiklemiş, neyi, bir kurtarma refleksi belki. Kadının annesi Catharina’nın akli dengesi bozuk, onca garipliğinin yanında makinelere iğne sokmaya bayılıyor. Pencerenin önünden geçen tanklara da iğne sokmak istiyor, böylece savaşın içeriden dışarıya değil, dışarıdan içeriye patlamasını sağlayacak. Gözlem altında, bütün şehir gibi. Klaus’un arkadaşları öldürülmüş, matbaaya henüz girmedikleri için tehlikeden uzak olduğunu düşünüyor Klaus, Johana’nın tecavüze uğramasıyla fikirleri değişiyor, intikam almak için yola düşüyor ve Alof’la karşılaşıyor, birlikte direnecekler. Yakalanana kadar, hikâye uzun ve tank, makine övgüleriyle dolu, hapis sahnesinden devam: Babası oğlunu kurtarmaya gelir, Klaus sıkı sıkı tuttuğu cam parçasını babasının gözüne sokuverir. Dışarıda savaş bitmiş, çıkmak için güzel bir gün, yıllar sonrasına kaldı her şey. Klaus hapiste yarı deli bir arkadaş edinir, Xalak, fahişelerin yardımıyla kaçış planını hazırlamıştır bile. Savaşın bitmesiyle birlikte ailesinin yanına dönecektir Klaus, Johana’yla tekrar karşılaşmasının sonucu yokluğunda olanları öğrenir ama artık değişmiştir, eylemi iyice düşünce egzersizine dönüştürmüştür, Xalak’la özgürlüklerini kutladıktan sonra bıçakları çekip kavga etmeleri, Alof’la birlikte Xalak’ı gömmeleri belki de istençli son eylemleridir. Kapatır kendini Klaus, annesiyle o camlı mevzuyla ilgili hiçbir şey konuşmazlar, yaşam ayakları yerden kestikten sonra sürmeye devam eder. Şu zavallıca çabamın gösterdiğinden çok daha ötesine sahip bu iki metin, Tavares gerçekten ileride Nobel alacak Saramago’nun dediği gibi. Son bir alıntıyla bitireyim: “Benim için Tarih sona erdi. eğer beni yıllar boyunca bir odaya kapatırsanız, ülke nerededir? Beni kurtarmaya gelen ülke filan olmadı, ülkenin içine tüküreyim. Ülke seni ısıran bir kurt değildir, her şeyi kabullenen aciz ve salak bir manzaradır: Ülkenin başından aşağı işeyebilirsin, tıpkı evcil bir köpeğe yapabileceğin gibi. Güzelce kabullenir: Kuyruğunu sallar.” (s. 187)
Cevap yaz