Bizden de bir Frédéric Beigbeder çıkmalıydı tabii, reklam dünyasından aşırı kültürlü ve beyni ottan tozdan yanmış karakter eksikliği hissediliyordu ki Terzioğlu yirmi yıl önce imdadımıza yetişmiş, boşluğu doldurmuş. Uslu bir Beigbeder diyebiliriz, uyuşturucu muhabbeti öyle masumanedir ki pü diye tükürülesidir adeta narkotik ortamlar, içeriden kurgu yoktur. Cinsellik öyle doludizgin gitmez, Beigbeder karakterlerini bödöf bödöf seviştirirken Terzioğlu’nun anlatıcısı gece bir adamın evine gider, sabah uyanır, yanındaki adamı bırakıp dışarı atar kendini, daha doğrusu metin dışarı atar karakteri, yoksa adamın sikini bir de şöyle değerlendirmek isterdi karakter, sanıyorum ki. Kısacası öyle ekstrem işlere girmemiştir Terzioğlu da diyaloglarını, kurgusunu tam o dünyanın ölçütlerine göre ayarlamıştır, iyi bir üslup yakalamıştır, hatta iyiden de iyi. Cesaret eksikliği belki, yarım kalıyor karakter ama olsun, başarılıdır, tüketimin eşsiz neferlerinden birinin kafa yanıklığını, aydınlanma ânı sırasındaki kararsızlıklarını, beyaz yakalıların cıvıklıklarını şahane yansıtır. Otobiyografik ögeler boca herhalde, Terzioğlu sekiz yıl reklam yazarlığı yapmış, sonra yapmamaya başlamış gibi görünüyor zira başka işlerle iştigal etmeye başlamış, anlatıcımız Koza Uçuran da istifayı bastığı gibi üç haftalık boş zamanına atlıyor, yaşamında ters giden şeyleri düzeltmeye çalışmıyor çünkü bir şeyler yapmaya çalışmış, canavar gibi paralar da kazanmış zannediyorum. İstifayı basar basmaz mı günlük tutmaya başlıyor, evet, günlük tutmaya başlar başlamaz mı rüyalarını günlüğüne yazmaya başlıyor, hayır, onun başka bir zamanı var, bir şeyler olacak da hikâyenin ekseni sürekli değişecek. Bu da yok bizde mesela, tonun değiştiğini pek görmeyiz romanlarda, nasılsa öyle dörtnala gider, Terzioğlu fışt diye kaydırıveriyor odağı, anlatımın yapısı değişiyor, Koza’nın önceliklerinin değişimiyle birlikte yaşam, anlatı, hikâye, değişecek ne varsa başka bir şeye, yani evet, metinde değişim önemli. Arada reklam sektörüne, ürünlere, tüketim malzemelerine yönelik tespitler cuk oturuyor, yıkayıp yağlama işinin içeriden nasıl göründüğünü anlıyoruz. Nasıl görünüyor, mesela reklamcıyız diyelim, işimizden de atılmış olalım, hatta işimizi çok özlediğimizi varsayalım, o halde marketlerde dolanırken reklam metnini yazdığımız ürünler bize dost gibi, yar gibi, yoldaş gibi gelir. Ne kadar boktan olursa olsun o ürün güzel günlerin andacıdır, on iki saatlik mesainin, ortalama insan için yazılan bok gibi metinlerin sebebidir, iyidir o ürün. Nedir, en kötü metni yazmak için bile günlerce kafa patlatmak gerekir, öyle yalapşap iş yoktur sektörde, kapının önüne koyuverirler. Bunu Serkan’a söylüyor Koza, rafların önünde dolanırlarken akşama sevişip sevişmeyeceklerini düşünüyorlar. Birlikte ABD’ye gittikten sonraki birkaç gün içinde Serkan âşık olacak, Koza’yı evinden şutlayacak ve metnin ikinci bölümünün başlamasına yol açacak, henüz haberi yok. Müşterilerle tartışmanın lüzumu yok, ne istenirse o yapılıyor, sonuçta ortaya çıkacak şey bir sanat eseri değil, avanaklara para harcatacak katakulli. Bunu iş görüşmesine gittiği şirketin patronu söylüyor Koza’ya, üç haftalık özgürlükten sonra başlayacağı iş cortlayınca arayışa giren Koza’yı yönlendiren arkadaşları ayarlıyorlar görüşmeyi, Koza bildiği çamurda debelenmek istemediği için hayatının en kolay kararını alıyor, hayatının en kolay kararını alırkenki davranışları, düşünceleri, nesi varsa ders gibi okunsa iyi çünkü, önce şu cümleyi bitireyim. Çok büyük kararların alındığı sırada karakterlerin aşırı dramatik düşüncelere dalması, muazzam eylemlerle tavrını ortaya koyması falan gerekmez, bazen kuşları izlerken gelir akla büyük değişimler, retler, yürürken gelir, intihar düşüncelerinin arasında gelir. Teşekkür edip kalkıyor masadan Koza, kimseyle dalaşmayacak, esnek çalışma saatlerine uyum sağlamayacak, bedeninde yaraların çıkmasını izlemeyecek yine, stresten kafayı yemeyecek. O işsiz biri, bundan memnun değil, rahatsız da değil, hayatının işsiz bir döneminde ne yapacağını görmek istiyor sadece. Üst katına taşınan Ozan’a âşık olacaksa olur, Ozan’ın arkadaşı sandığı Babür’ün aslında sevgili olduğunu anlayınca kalbi kırılırsa kırılır, sonuçta pozunu aralıksız kesecek, partilerde potlar kıracak, derin konuşmalara dalacak, arkadaşlarıyla aylaklık edecektir, önemlidir bunlar. Annesiyle ilişkisi biraz daha derinleşseydi daha iyi olur muydu, muhtemelen olurdu çünkü anneler kurguya girdi mi zincirler şakırdamaya başlar, bu kadar özgür bir karakterin şakla şukla uğraşmamasıysa yakışır mevzudur, kısa konuşmalarla başından savar annesini. ABD’de telefonunu bile zar zor verecektir, öylesi kaybolmak ister o memlekette. Öncesinde yumurtalıklarında bir arıza olup olmadığını anlamak için bıçak altına yatar, iki bin papeli toka ettiği için parası iyice azalır, gezip tozma işleri suyu çektirir ama bankadaki birikimi hatırı sayılır bir miktara ulaştığı için o kadar da çektirmez, zaten hatır saymak için öyle çok para da gerekmez, bankada para varsa her türlü sayılır. Serkan’a imrendiği zamanlarda gidip boya takımı da alır, rüyalarındaki renkleri tuvale, kâğıda dökmeye çalışır ama kurguyu da çekiverip çizgisinden çıkaran bir kararsızlık: resim yapmaktan vazgeçer, iş aramaktan vazgeçer, âşık olduğu adamdan vazgeçer gibi görünür zira Babür’le gayet mutludur Ozan, kafaları şahane uyuşsa da Koza’yla birlikte olmazlar. Bir gün çocuğunun anasıyla çocuğu piyasaya çıkar, Ozan geçmişini anca o zaman anlatır da öğreniriz. Çocuğu vardır yani, kadın New York’ta yaşamaktadır, ayrıldıkları zaman doğrudan Babür’le birlikte olmaya başlayan Ozan biseksüeldir. Öyledir, haliyle ihtimal kuvvetlidir, Koza yarınını görmek için biraz daha debelenmekten çekinmez. Amerika’ya gitmeye ansızın karar vermesinde yorgunluğun da payı vardır, o kadar da debelenmek istemez. O kısma başka bir paragraf lazım. Geliyor.
Sokakta kalan Koza hemen etrafına bakar, eski bir dükkânın camındaki ilana başvurur, hemen işe başlar. Kitapçı önce yüz vermez, kadınla iletişim kurmaz, sonra Koza’nın reklamcılıktan gelen bombastik fikirlerine kulak vererek dünya para harcayıp dükkânı yeniler, ortama enerji getirir, müşterilerinin gönlünü kurabiyelerle, ışıklarla yapmaya çalışır. Koza için büyük mücadeledir bu, hayatının en karanlık dönemlerinden birini yaşarken işe yaramanın saadetini tatmak ister, ikna ediciliğiyle adamın hayatını değiştirmeye bakar. Sırf onun değil, kurabiye getiren kadına iş olanağı sağlar, raf maf yapan Yunan çavuşlara dükkân açmalarını telkin eder, kısacası dokunabileceği kim varsa dokunmaya çalışır. Ozan’dan gelen telefonla birlikte önceki yaşamına döner ama geri dönmeyeceğini de söyler, İstanbul bitmiştir onun için. Nedir, sokağa çıkar, etrafına bakarken Ozan’ı görür, adam aslında çoktan gelmiştir de şansını telefonda denemiştir önce. Babür’le ayrılıkları onu da çaresiz bırakmış, mekân değiştirmeye zorlamıştır. İnsanlar terk edildiklerinde mekân değiştirirler o dünyada, işini terk eden, evini terk eden, çocuğunu terk eden, neyi terk edebiliyorsa terk eden insanlar kolaylıkla harekete geçerler. Otuz yıllık acı ve bir saniyelik kolaylıkla. Büyük değişimlerin ardındaki birikimi sezeriz, Terzioğlu’nun yeteneğidir bu. İyi işçiliktir, karakteri iyi kurmak, göstermektir, her şeyin açık açık konuşulmadığı bir hikâyede hafiften öngörülebilir kılmaktır karakteri, o ince çizgiyi sağdan soldan hiç aşmamaktır. Şalalalı dünyanın sahteliklerini, kepazeliklerini gösteriye dönüştürmeden aktarmak başarıdır, görürüz ki roman başarılıdır, o dünyaların öyleliği hiç yadırgatmaz çünkü karakter de oraya ait değildir artık, anlamın yanındadır. Nedenselliği, eşzamanlılığı düşününce Jung’un yanındadır, rüyaları düşününce Freud’un yanındadır, metinden pek çok kişi geçer de zenginleştirir hikâyeyi. On numara beş yıldızdır. Ayrıca ürün yerleştirmeli ilk roman olabilir bu, ilk sayfaya Milupa’nın okura iyi bir yıl geçirmesi dileğinin yazıldığı kâğıt yapıştırılmış, hikâyenin bir yerinde de çılgınlar gibi Milupa övülüyor, ilginç.
Cevap yaz