Fethiye Çetin – Anneannem

Adı Seher değil, Heranuş. Babasının adı Hüseyin değil, Hovannes. Annesinin adı Esma değil, İsguhi. Bir zamanlar Palu’nun sınırları içinde kalan Habab’da yaşadılar, iki kilise ve bir manastır zaman içinde yıkıldıysa da yenisini yaptılar, sonra tamamen yıkıldı veya başka bir amaçla kullanıldı. Kudret anlatmıştı, Kütahya’da mıydı, bir yerde eski bir kilisenin karşısındaki dükkânlara gitmiş, kiliseyi kimlerin yaptığını sormuş. Frigyalıların yaptığını söylemişler, sanki onların zamanında Hıristiyanlık varmış gibi. Öyle anlatılmış onlara, muhtemelen daha fazlası da anlatılmıştır ama unutulması gereken hikâyeler olarak itinayla unutulmuştur. Ben hikâyelere inanmaya meyilli olduklarını söylemiştim ama Kudret kasıtlı bir görmezden gelme olduğunu söylemişti, toplu körlük. Çok da zaman geçmedi konuşalı ama şimdi hak veriyorum ona, sorulmayınca suskunluk hallediyor, sorulunca hikâyeler. Sükut suikastı budur. 1900’lerin başına dönelim, Heranul ile İsguhi Gadaryan’ın ikinci çocukları Heranuş, sonradan Horen ve Hırayr nam iki kardeşi daha oluyor ablalık ettiği. Hovannes’in altı kardeşi daha var, kalabalık aile. Civarda biliniyorlar, dede Hayrabed Efendi kaynaklarda adı geçen bir âlim, İsguhi’nin annesi Takuhi köyün sağlıkçısı. Heranuş şarkı söylemeyi çok seviyor, oyunlarda hep başı çekiyor, hareketli bir çocuk. “Heranuş 1913 yılında okula başladığında, babası ve iki amcası, bazı akrabaları gibi çalışıp para kazanmak ve iş kurabilecek miktarda sermaye edinmek amacıyla Amerika’ya gitmişlerdi. O zamanlar, zenginlikler ülkesi Amerika’ya giderek zengin olma hayali köyün erkekleri arasında çok yaygındı. Amerika’ya ilk giden Boğos Amcasıydı. Daha sonra Stepan Amca gitmişti. Onlardan sonra da babası ve Hrant Amcası uzun ve maceralı yolculuğa koyulmuşlardı.” (s. 11) Mektuplar gidip geliyor, Heranuş’un yazdığında gelecek güzel günlerin özlemi, hasret var. Bu mektup yıllar yıllar sonra Amerikalı akrabalardan birinin cüzdanının arasından çıkacak, torunların torunlarının görebileceği kadar ileride.

Köydeki yaşam eğlenceli, Heranuş dervişlerin gelişiyle meydanın panayıra döndüğünü hatırlıyor: türlü oyunlar, yanaklarına şiş geçiren insanlar, olağanüstülük. Güvercinim Harput’ta Kaldı gibi metinlerde o köylerin ne zenginlikler taşıdığı görülebilir, sosyal yaşam dayanışmanın örnekleriyle dolu, çocukların oyunlarında neşe var, büyükler doğanın döngülerine uyup tarla bahçe işleriyle uğraşırken imeceyle görüyorlar işlerini. Bereket. Masallar, hikâyeler anlatılır geceleri, “Pizez Bacı” nesilden nesle aktarıldığı için aile bağlarından biri haline gelmiş. Bilgisi yok bunun, acaba Amerika’daki fertler de bu masalı dinlemişler mi hiç? Fethiye Çetin akrabalarının izini nihayet bulup -bu da hoş bir hikâye, Heranuş’un vefat ilanını Agos‘a verdikten sonra Hrant Dink aramış bir gün, Amerika’daki akrabaların iletişim kurmak istediğini söylemiş ki çok daha önceleri bir kez deniyordu Türkiye’dekiler, çok cılız bir bağlantı da kopup gidiyordu- yanlarına gittiğinde aynı şarkının ezgisini Türkiye’de duyduğu gibi Amerika’da da duyuyor. Üç zaman çizgisinden, bölümden bahsedebiliriz bu arada, ailenin Türkiye’de başına gelenler, Çetin’in çocukluğundan itibaren anneannesi Heranuş’a dair edindiği anıları ve özyaşamöyküsü ve Amerika’dakilerle buluşma. İç içe geçmiştir bu anlatılar, öncelikle burada kalanların hikâyelerine bakıyorum. Jandarmanın köyü basmasıyla mutlu günler sona eriyor, çok iyi Türkçe konuştuğu için devletin her telden yetkilisiyle ilişki kuran köy muhtarı Nigoros Ağa’yı askerler köy meydanında öldürüyorlar. İkişer ikişer bağlayıp götürdükleri erkekler arasında Heranuş’un dedeleri, iki amcası ve dayısı da var, bir daha haber alınamıyor onlardan. Heranuş’un babaannesi sakinleştirmeye çalışıyor yanındakileri, yirmi yıl önce de öyle götürülmüşler ama zaman içinde geri dönmelerine izin verilmiş, yine aynı şey olacak. Olmayacak, İsguhi dokuz yaşındayken bu götürme olaylarına şahit olduğu için başlarına ne geleceğini tahmin edebiliyor, ailesindeki bütün kızlara yüzlerini çirkinleştirmelerini, kötü elbiseler giymelerini söylüyor. Basılmayan köyler var, onlardan birine gidiyorlar ama jandarma o köye de gelince kim var kim yok topluyorlar, Heranuş ve annesi İsguhi’yle birlikte Horen ve Hırayr de Palu’ya götürülüyor. Erkeklerin boğazlarının kesilip nehre atıldığını görüyor çocuklardan biri, sonra jandarmalar kalanların sürgüne gideceklerini söylüyorlar. “Uzun, acılı ölüm yürüyüşü” başlıyor böylece. Çermikliler ekmek ve su getiriyorlar yürüyenlere, karşılığında altın ve ziynet eşyası istiyorlar. İzleyenler var, acımayla ve iğrenerek bakıyorlar. Çermik jandarma komutanı olan onbaşı Heranuş’u almak istiyor, köylülerden Hıdır Efendi’yse Horen’e göz koyuyor, Takuhi’ye göre çocukları vermeleri onların hayrına olur zira kimse o yürüyüşten sağ çıkamayacak. İsguhi engel olmaya çalışırken söküp alıyorlar çocukları, Heranuş kardeşlerinden ve annesinden ayrılıyor. Onları bir daha göremeyecek. Onbaşı vicdanlı bir adam gibi görünüyor, Heranuş’u kızı gibi bildiği için iyi davranıyor ona da eşi kötülük yapıyor durmadan, belki biraz büyüyünce üzerine kuma gelmesinden korktuğu için. Düzenli bir işte çalışmayan, azıcık da beceriksiz bir adamla tanıştırıyorlar Heranuş’u, yuvasını yapıyorlar, gerisi Fethiye’nin hikâyeye girmesiyle açığa çıkan korkunç zamanlar. Aile saadeti başta, Heranuş hikâyesini anlatana kadar hiçbir şeyden haberi olmayan Fethiye küçük yerde büyük bir dünya kurarak eğleniyor, ailesindekilerin garipliklerinden eğlenceler çıkarıyor, orijinal insanların arasında on numara çocukluk. Tabii yaşlanıyor Heranuş, çocuklarının evlerini dolaşmaya başlıyor. Ankara’da kaldığı bir zaman Fethiye’yi yanına çağırıyor, annesinin, babasının, kardeşinin Amerika’da olduğunu söylüyor, izlerini bulmasını istiyor Fethiye’den. New York’ta oturuyorlar, adreslerini Mahmut dayı biliyormuş ama kaybetmiş. Ayrı hikâye, bir zaman aralarında ilişki kurulunca para göndermiş Hovannes’le İsguhi -İsguhi’nin Amerika’ya gidişi diğer pek çok insanın gidişinde olduğu gibi ilginç bir hikâyeye dayanır ama hangi birinden bahsetmeli, okura kalsın- ve Heranuş’u çağırmışlar. Mahmut dayı ne halt ettiyse kendisine pasaport çıkartmış da annesine çıkartmamış, kendi gitmiş Amerika’ya, insanları hayal kırıklığına uğratmış. Kalmaya da yanaşmamış, oradakiler aileyi toplamak istiyorlarmış ama Mahmut dönmeye karar verince kavga çıkmış tabii, oğlan öfkeyle dönmüş, adresi kaybettiğini söylemiş. Askerî okula çok istemesine rağmen alınmamış Mahmut “mühtedi” olduğu kayıtlarda geçtiği için, sonra milletvekili olmuş. Devletine bağlı, rejime gönül vermiş bir adam, bazı şeylerin yanlış olduğunu söylese de laf ettirmemiş hiçbir zaman, olurmuş öyle şeyler. Nüfus dairesine gidip bilgilerini değiştiren çok sayıda insan çocuklarının ileride çekecekleri sıkıntıları engellemişler böylece, olurmuş öyle şeyler. Diller yasaklanmış, geçmiş yasaklanmış, gerçekler hikâyelere dönüşünce pek etkisi kalmamış, olurmuş öyle şeyler.

1928’de Halep’e kadar geliyor Hovannes, ailesinden geriye kim kaldıysa götürmek için insan kaçakçılarına büyük paralar veriyor. Ne yazık ki Heranuş’u bırakmıyorlar ama Horen’i buluyorlar orada, birlikte Amerika’ya dönüyorlar. İki çocuk daha oluyor orada, Fethiye Çetin’in görünce sıkı sıkı sarıldığı, seksen yaşındaki Marge teyze o çocuklardan biri. Ablası Heranuş’un eliyle ördüğü kumaşları koklayıp duruyor Marge, göğsünde sıkıyor, kendi kendine konuşurken bir daha kokluyor, sayıklıyor arada. Çocuklar, torunlar köşelere çekilip ağlıyorlar Marge teyzeye bakıp, sözcükler anlamı taşımayı burada bırakıyor.

Gözlerim doldu okurken, çörek konusu. Bayramlarda komşu ziyaretinde aynı çöreklerin ikram edilmesinden yıllar sonra çıkan anlam: Seher Teyze, Tadımlı Teyze, namazında niyazında bilmem ne teyze, Müslüman teyzeler, diğer yanda Aznif Hanım, Yıldız Hanım, Paskalya yortusunda ikramlarda bulunan Ermeni komşular, yani birbirine hiç benzemeyen insanlar neden aynı şeyi sunuyorlar? “Bu kadınlar, torunlarından, çocuklarından saklasalar da kendi aralarında sessizce bir geleneği yaşatıyorlar, kutsal günleri unutmuyorlar, komşularını ziyaret ediyorlar ve kutluyorlardı. Bunu ancak bugün anlayabiliyordum.” (s. 79)

Ne acı hikâyeler. Ne acı gerçek.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!