Emmanuil Kazakeviç – Meydandaki Ev

İkinci Dünya Savaşı’nın en civcivli zamanlarında Kızıl Ordu için çalışan Kazakeviç özellikle Berlin’e girildikten sonra edindiği bilgilerle doldurduğu bu kallavi romanında Almanlara demokrasi dersi veren subayları ele almakta, kurulacak yeni düzenin ne gibi arızalarla karşılaştığını anlatmaktadır, aşırı ideolojiyi şöyle parmağın ucuyla biraz sağa sola itince esas manzaranın gösterdiği gibi Almanlar kontları, lordları, burjuvalarıyla falan, öyle büyük değişikliklere rıza göstermezler, hele komünistlerin baskısıyla topraklarını yoksul köylülerle paylaşmayı hiç istemezler ama yakışıklı subayımız, esas karakterimiz Lubentsov’un gösterdiği gibi ılımlılar hemen taraf değiştirebilir, ılımlı kadınlar âşık olurlarsa zaten hemen değişirler, yüce davayı savunmaya karar verebilirler. 1917’nin bir benzeri öyle rap rap değil de ufak ufak gelmiştir artık, Almanlar da uyum sağlasalar iyi olur, zaten Hitler’in yapıp ettiklerine ses çıkarmayarak savaşa çanak tuttukları için pek söz hakları da yoktur. Yarbay Lubentsov’u duyarlı, insancıl, Alman kültürünü ve dilini bilen, devrimci bir karakter olarak görüyoruz anlatı boyunca, “Davay davay!” haykırışlarıyla adını “Davay Lubentsov”a çıkartacak kadar iş bitirici de bir adam, “hadi hadi” gazıyla yıkık meskenlerin elektriğini, gıdasını karşılamak için işçileri fiştekliyor, belediye başkanlarını itikliyor ve değiştiriyor yeri gelince, diğer kanadın casusluk teşebbüslerini engellemeye çalışıyor. Şiddete başvuracağı bir duruma yer verilmemiş, kendi tarafından ajanlar gidiyor mu öbür tarafa belli değil, kısacası öbür tarafın yediği haltları ortadan kaldırırken tam bir insanlık abidesi olarak dikilen Lubentsov’un taş gibi bir komünist olmasından çıkarılacak dersler var, dersler çıkarmamızı istiyor yazar, Lubentsov’a yazdırdığı on küsur maddelik subay etiği ezber etmemiz gereken yegane kaynak olsa gerek. Eşi Tanya’nın vazifesinden ötürü gelemediği aylarda vakit geçirmekten hoşlandığı ağa kızıyla yakınlaşmaması, durumu platonik halde bırakması tedrisat gereği, Amerikalılar gibi lükse safahata yüz vermemesi yine öyle, pırıl pırıl bir adam Lubentsov. Böyle bir adamın hata yapabileceği düşünülemez, aptalca bir hata yaptığındaysa neler döndüğünü bir düşünmek lazım. Karakterin orta yerine kara leke bırakmanın gerekçesini Kazakeviç’in bir ölçüde robotlaşmak lazımken bu makineliğin insanlıkla dengelenmesinin lüzumuna dair fikirlerine bağlıyorum, yani Lubentsov vazifesi gereği kendi kadrosunu oluştururken Yüzbaşı Çokhov’la karşılaşması güzel bir tesadüftür çünkü birlikte bot bağlamalarının yanında Çokhov daha bir makinedir Lubentsov’a göre, bu makineliği karakterlerin makineliklerinin geçmişleriyle alakasına hemen hiç değinilmemesinden çıkarıyorum, Çokhov iş yapan bir adamdır da yanındaki Vorobeitsev’in dandikliğini nasıl fark etmez Lubentsov? Dosyasında olumlu referanstan başka hiçbir şey yok ama kaypağın teki bu Vorobeitsev, arayı herkesle iyi tutmaya çalışıyor, işleri yalapşap, hiç mi şüphelenilmez, hele Çokhov’la tanışmalarından sonra hadi Çokhov bu dallamayı yanında tuttu çünkü çok ilginç gelmişti Vorobeitsev, diliyle olmayacak işleri olduruyordu, Çokhov adamın yaramazlıklarını bir süre görmezden geldi de işler iyice çığrından çıkınca neden tepki göstermedi, anlaşılır gibi değil. Üç hikâye çizgisinin birleştiği noktadan sonra bütün karakterler bir yerde toplanıyor, kesişme noktasına kadar cephede savaşan askerlerin ateşkes ilan edildiği haberini aldıkları çizgiyi bir kenara ayıralım, diğerinde Çokhov’un vatanını ne kadar çok sevdiğini, ateşkes ilan edilince Japonya’yla devam eden savaşta yer almak için dilekçe üzerine dilekçe verdiğini görüyoruz, askerlikten başka bir şey yapmak istemiyor adam, bu yüzden Vorobeitsev’in yardım teklifine hayır diyemiyor, tamam, e Lubentsov’la şans eseri karşılaştığınız zaman adamın ideallerini dinledin, başardığı işleri gördün, diğer yandan Voro’nun aylaklıklarına iştirak edip üç gün kayboldun ortadan, nasıl yani? Beyninde havai fişekler patladı belli ki, o kadar karanlık, o kadar anlatılmıyor ki büyük büyük çelişkiler olmaktan öteye gitmiyor bazı değişimler. Değişim bile değil, pişmanlıktan ahlanıp vahlanıyor Çokhov, Lubentsov’u neredeyse yargılanmaya kadar götürecek süreçte bütün suçun kendisine ait olduğunu belirten bir itirafname kaleme alıp teslim olabileceğini söylüyor. Voro’nun burjuvalarla, ajanlarla, Amerikalılarla takıldığı günlerde ortada yok mesela, âşık olduğu kadına odaklansa da işi her zaman öncelikliyse, etrafındaki her detaya dikkat ediyorsa, bilemiyorum, teyeller kopuyor o sıra. Almanya’nın tekrar birleşeceğini düşünenler Voro’nun aklına girip öbür tarafa kaçmasını sağlıyorlar, skandal tabii, Lubentsov hemen rapor veriyor ve başta üstlerince, sonra birlikte çalıştığı astlarınca eleştiriliyor toplantılarda, insanlarla yakın ilişkiler kurduğu için tehlikeleri göremediğini söylüyorlar, sonra insanlarla yakın ilişkiler kurduğu için emirleri şak diye yerine getirip yönettiği halkın refahını sağladığını söylüyorlar, sonuçta gözünü biraz daha açması gerektiğinde mutabık kalıp mutlu mesut yarınlara koşuyorlar. Kazakeviç karakterlerin derinliklerine inmiyor, yüzeyde eşeleniyor biraz, çelişkilerine elbet değiniyor ama gündelik işlerin sebeplerini ve sonuçlarını temel alıyor, psikolojiye hiç başvurmuyor ki hikâyenin bir noktasında psikolojinin biraz “şey” olduğundan bahsediliyor, yani burjuva bilimlerinin komünizmin ereğine göre yeniden değerlendirildiği sıralarda psikolojiyi kim ne yapacak, zaten verilen işi yerine getirip mutlu mesut yaşamak varken o da nesi, oysa çok parlak girginlikler var bu noktada, misal savaş bittikten sonra Çokhov bir gün uyanıyor ve saatinin tatlı zili çalmaya başladığı zaman aslında çoktan ölmüş olduğuna karar veriyor, başka türlü sırf bir saatin sesine uyanması mümkün değil, hatırlayamayacağı kadar uzak zamanlarda belki. Korkuyu ve paniği içinden söküp atamaması, savaş sonrası sendromunu daha çok savaşarak atlatmak istemesi, bir dünya malzeme var da nasıl ele alındığı önemli. Voro dümdüz bir adam mesela, keyfinin peşinde oradan oraya koşturuyor, öbür tarafa geçince kahraman gibi karşılanmasından, istediği her şeyi elde etmesinden memnun da bu “her şey” aslında Doğu’da bulunmayan tüketim maddeleri genel olarak, güzel bir yemek diyelim. Çokhov da bir motosiklete hayır diyemiyor, Lubentsov’un tüketimiyse tamamen askerî amaçlı. Dava öne çıkarıldığı için karakterlerin bu tüketim pratikleriyle ilgili değinilerden başka bir şey bulamıyoruz, oysa genişletilebilirdi, Voro’yu ucuz bir dönek, işlevini yerine getiren bir hain olarak değil de iç çatışmalarının esiri bir karakter olarak izleseydik iyiydi. Neyse, “vatanını satan insan değildir” mesajıyla yetinen yetinir.

Allak bullaklık dışında Kazakeviç’in savaş sonrası Almanya’ya dair anlattıkları ilgi çekici, Doğu kurulurken toprak sahiplerinin dönüm hesaplarını şaşırtmak için yaptıkları katakulliler, Nazi kalıntılarının tehdit mektupları, sabotajlar, ajanların ortalıkta fink atıp huzursuzluk vermeleri, üniversitelerdeki fikir ayrılıkları, toprak reformunu desteklemeyen bir profesörün hemen azledilip bilmem nereye şutlanması, Amerikalıların doğrudan kapitalist köpekler olarak kodlanmaları, bir dünya mevzu. Çokhov odununu peşinde koşturan bir Amerikalı, O’Sullivan mıydı, güldürdü eşşek. SSCB yönetimindeki topraklarda bulunması yasakken kafasına göre girip dolanıyor, uyarıldığı zaman arabasına atlayıp sınıra gidiyor Çokhov’un ardından, bir ara ortadan kayboluyor, Çokhov geri dönüp baktığında araç yol kenarında, Amerikalı bara girip bira söylemiş kendine. Uyarılınca gülüp arabasına biniyor, sonra yine bir şaralop derken oynatıyor Çokhov’u. Yani Kazakeviç, tabii Stalin Ödülü’nü iki defa kazanmış, rejimi güzelliyor da yan hikâyecik olarak anlattığı şu mevzu aslında çok daha fazlasını anlatıyor. Bu romandaki Ruslar bize pek yabancı değil, hani Amerika’nın hayvani gücü karşısında dava, komünizm, görev, vatan falan, er geç zafere ulaşacaklarını düşünüyorlar, idealler takdire değer.

Dönemi merak edenler mutlaka okumalı, savaşın hemen ertesindeki Almanya’nın hali enteresan.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!