Madam Eglantine’in yaşamı Power’ın sundukları arasında en ilginçlerinden biri, Chaucer’ın anlattığı karakterlerden biri olduğu için. Tarihyazımı büyük büyük olayların ve kişilerin yanında piskoposluk arşivlerine, okuma yazma bilenlerin mektuplarına odaklanmaya başlamasaydı kurmaca bir karakterden fazlası olduğu düşünülmeyecekti Eglantine’in, hanlarda veya yolda karşılaşılan biri sadece, üstelik metinde konuştuğu yerde bulunmaması gerektiği de bilinmeyecekti zira kurallar katıydı, ibadeti falan cortlattıkları ve kiliseye dünyevi olanı sokup kutsallığı kirlettikleri için kilise ahalisinin öyle ortalıkta gezinmesi yasaklanmıştı, bu da rahibenin yaşamına dair kayıtların hemen yanında, aynı kaynakta bulunuyor. İtibarlarının zedelenmeyeceğine inanmaya başlayan tarihçiler burun kıvırdıkları kayıtlara bakmaya başladıkları an önlerinde geçmişin uçsuz bucaksız dünyası açıldı: bütün mobilyaları ve bahçeleriyle papaz evleri, evlilik çekişmeleri, vasiyetnameler, aforozlar, sapkınlık ve cadılık, dinî pratikler, piskoposların seyahat masrafları, yani ne yiyip ne içildiğinden, nerede yaşandığından bir dünya teferruat. Power şöyle özetliyor, kitaptaki tüm hikâyelerin temeli olduğu için alıyorum: “Uzun bir zaman, tarihçiler aptalca; tarihin krallardan, savaşlardan, meclislerden ve jüri sisteminden ibaret olduğunu düşündüler. Kronikleri ve meclis kararlarını sevdiler. Bu, onları, Ortaçağ piskoposlarının piskoposluk bölgesine dair karmaşık işlerin yazıldığı mektupların bulunduğu tozlu piskoposluk arşivlerine bakmaktan alıkoydu. Ama tarihçiler oraya bakmayı akıl ettiklerinde sosyal ve dinsel hayatın neredeyse her yönüne dair paha biçilmez bilgilerden oluşan bir maden buldular. Tabii ki bu bilgilere ulaşmak için kazmak zorundaydılar; çünkü neredeyse değerli her bilgi, nadide bir metalin bir kayadan çıkarıldığı gibi çıkarılmalıdır.” (s. 119) Kraliçe Philippa’nın dış görünüşünün bir zabıtnamesi bile bulunmuş, zamanında Exeter Piskoposu yeterince güzel olup olmadığını teftiş etmek için dokuz yaşındaki kızın dişlerini, burnunu kayıt altına almış ki III. Edward bu zabıtnameye göre evlenmeye karar verecekmiş. Kızlar için evlilik yaşı on iki, erkekler için on dört ama beşikte evlendirilenler de var çeşitli sebeplerden ötürü, bu tür sosyal olguları da “Hane Reisinin Karısı” adlı bölümde görüyoruz ama Eglantine’den devam şimdi. Power önce en geniş çerçeveyi çiziyor makalelerinde, tarihî zemini oluşturuyor misal Eglantine’in o kayıtlara girmesinin sebebi Kilise hacamat edilmeden önce İngiltere’de piskoposlar veya teftiş için görevlendirilen kişiler belli aralıklarla manastırları ziyaret ederlerken baş rahibelerle ilgili söylenenleri de kaydetmeleri. Müfettiş önce baş rahibeyi çağırıyor, genel bilgileri alıyor, ardından rahibeleri dinlemeye başlıyor. Genellikle şikâyet ediyorlar ama herkesin yediği haltlar varsa güllük gülistanlık gösteriyorlar ortalığı, müfettiş yerse. Ziyaretin sonunda herkes toplanıyor, müfettiş ya övgüler düzüyor ya da cezalar dağıtıyor, ihtarname yazdıysa bir kopyasını yanında götürüp diğer kopyasını manastıra bırakıyor ki kalaylananlar ara sıra okusunlar, görevlerini hatırlasınlar. Müfettişin kâtibinin kayıtlarından bir roman, mutlaka vardır da fikir olarak parlak, gerçi bizde Altar Kaplan’dan Halifeler Köyü aynı tekniği kullanıyor. Eglantine nasıl yükselmiş olabilir, başta babası manastıra getirmiştir, kabul ücretini ödeyerek kızı bırakmıştır. Kemik Taciri‘nde görüldüğü üzere geçici olarak da bırakılabiliyor kızlar, ücret ödendiği müddetçe. Eglantine ömürlük orada, okuma yazma öğreniyor, Fransızca tamam, manastırın dışına adım atar atmaz şeytanın kaçıracağı da kafasına sokulunca formasyonu dört dörtlük. Rahibemiz iyi bir öğrenci ama salon hanımefendiliğine düşkünlüğü, parlak kıyafetlere tutkunluğu başına iş açacak ileride, gezinirken hanlara girmesi ayrı suç. Bunların yanında asıl sorun hesaptan kitaptan anlamaması gibi görünüyor zira rahibelerin de şikayetlerinde belirttikleri gibi kilisenin çatısı harap, Eglantine gerçekten de yakılacak odunları satıyor ve kıyafetler rahibelerin iddia ettikleri gibi yırtık pırtık değil de eski, uyarıyı hak eden meseleler. Eh, manastırlarda dönen ekonominin ne kadar büyüyebileceğini akıl almıyor o dönem, kutsal emanetlerinden şaraplarına, af belgelerinden ceza tahsiline pek çok gelir kalemi varken işi gücü ibadet etmek olan rahibelerin bu çarkı döndürecek ticari zekâları gelişmeyebiliyor. Durumu o kadar kötü değil Eglantine’in ama yetersizliği tespit edilmiş, tabii işlediği diğer günahlar da. O sıkılıkta patlamamak için kuralları boşluyor rahibeler, gece ibadeti yerine dedikodu yapmayı tercih ediyorlar, uykuyu alamayınca sabah ibadeti de zortluyor, kaytarabildikleri her yerden kaytarıyorlar. Papa zaman zaman yasaklar koyuyor bu durumla ilgili de uygulanabilirliği yok, emirler kiliseye gelene kadar çoktan hükümsüz hale geliyor, birkaç günden sonra unutuluyor. Çok komik, jet hızında kıldırılan namazların eşi olarak jet ayinler var: “Onlar kelimelerin başındaki ve sonundaki heceleri düşürüyorlardı, iki mısra arasındaki duraklarda durmuyorlardı, böylece koronun bir tarafı, diğer tarafı bitirmeden ikinci kısma başlıyordu. Cümleleri atlıyor, eveleyip geveleyerek heceleri birbirlerine karıştırıyorlardı. Hep birlikte ihtişamlı bir kilise müziğini korkunç bir kargaşaya dönüştürüyorlardı.” (s. 127) Müthiş hikâye ya, kilisenin o kutsiyetinin arkasında rahibeler kıkırdayarak koşuşturuyorlar.
Roma’nın çöktüğü dönemde yaşayanlar ne düşünüyor, ne hissediyorlardı, ilk makalede barbarların artık barbar olmadıkları zamanlarda vatandaşlığın ne anlama geldiğini görüyoruz. Roma’nın yaşam biçimine alıştıktan sonra barbarlıktan çıkıyor işgalciler de süreç o kadar uzun zamana yayılmış ki, zamanın da yavaş aktığını düşünelim, çoğu insan geleceğe dair doğru çıkarımda bulunamamış zira rüyanın sona ereceğini düşünmek akıllarına bile gelmemiş, Roma’nın binlerce yıl ayakta kalacağını düşünüp o yılın şaraplarına kaygılanmışlar özetle. Kapitalizmin filizlenmeye başladığı, emek sömürüsüne İngiltere’de dikkate değer tepkilerin sanıyorum ilk kez verildiği dönemlerden iki makale var sonda, 15. yüzyıl taciri Thomas Betson’ın kumaş işlerine bakalım. Pamuk ve demire kadar yün önemli İngiltere’de, Sanayi Devrimi öncesinde “Merchants of the Staple” nam yün birliği ülkenin en önemli gelir kaynaklarından birini oluşturuyor zira kraliyet vergi memurları doğrudan bu birliğe gidip sağlam vergi topluyorlar. Birliğin tekel olmasının önü açılıyor, tabii belli bir kalite standardının tutturulması için belli düzenlemeler yapılıyor ama tüccarın korunması için bu, sonuçta üretimin de İngiltere’de yapılmasıyla birlikte Hollanda’nın kumaş imalatıyla kalkınan şehirleri İngiliz kumaş sanayisinin gelişmesiyle harap oluyor. Mektupların tarihyazımında önem kazandığı noktalardan birini burada buluruz, yaptıkları yazım hatalarının haddi hesabı yoktur ama dönemin orta ve yüksek sınıfının bütün erkekleri ve kadınları okuma yazma bilmektedir Power’a göre, tüccarlar zaten bilmek zorundadır işleri yürütebilmek için. Thomas Benson’ın mektuplarında tüccarları, zabıtları ve borçları buluruz, Lombardların mali hilelerdeki ustalıklarını ve kazıklanmamak için Benson’ın dümenlerden uzak durmaya çalıştığını da buluruz. Yün çuvallanıp büyük pazarlardan birine gönderilecek, Calais’e, prosedür: “Burada kendini kraliyet ve şirket tarafından yapılmış düzenlemelerin ağına düşmüş hâlde bulur; ticari malın tavsifi ve paketlenmesindeki hilelere karşın daima kendini kollamak zorundadır. Yün geldiği bölgede çuvallanmalıydı ve hava, toprak ve ıvır zıvırla şişirilmemesi için katı düzenlemeler vardı. Toplayıcılar şirket tarafından farklı bölgelerde görevlendiriliyorlar, maliyenin önünde yemin ettiriliyorlar, dolaşıp her bir balyayı mühürlüyorlardı. Öyle ki mührünü kırmadan balyalar açılamazdı.” (s. 192) Gemilere yüklenir bu balyalar, korsanlardan sakınılır, pazarda yüz iki çeşit parayla tokuşturulur. Prenslikler, krallıklar, her biri kendi parasını bastığı için tüccarın işi zordur, denkliği kurmak için kafa patlatır, sırf kambiyo işlerinden bile dünya zarar edebilir. Benson yün toptancısı, şimdi Thomas Paycocke’a bakalım, kumaşçı o, bir sonraki aşamanın tüccarı. Pamuk İmparatorluğu‘nda İngilizlerin Hindistan’daki üretimi nasıl mahvettiğini, işçileri işsiz bıraktığını görebiliriz, aşamanın ilk adımlarını anlatıyor Power, “parçabaşı” sisteminin büyük üreticilerce ele geçirilip evinde kendi üretimini yapan ustaların atölyelerde işçi haline getirilmesinin sıkıntılarını aktarıyor. Önce kulübeler, sonra atölyeler, ardından fabrikalar, aşama aşama sömürü, sömürülenin şikayetlerinin bürokratik hiyerarşide kaybolması. Ayrıntıları okurun elinden öper, alıntıyla bitireyim: “Paycocke’a ait üç şeyden hayatını tekrar canlandırabiliriz: Köy sokağındaki evi, köy kilisesinin koridorundaki aile kitabesi ve Somerset House’da muhafaza edilen vasiyeti.” (s. 208) Son olarak çevirinin kalitesizliğinden bahsetmeli, aşırılıklar olmadıkça bahsetmiyorum ama alıntılardaki çatı uyuşmazlıkları falan bariz, zurnanın zort dediği yer de şurası, çeviri kokusunun tam karşılığı: “İtibarına yaraşır bir defin töreniydi: Gelenler ağırlandı. Üstelik yalnızca defin günü değil fakat sonraki yedinci günde ve bir ay sonra yine.” (s. 227)
Cevap yaz