Deniz Kavukçuoğlu – Kedi Gülüşü

Kedilerin halleri var, Kavukçuoğlu’nun bakışının kattığı bir yenilik yok. Silivri’deki yaşantı hariç, bahçede baktıkları kediler çoğaldıkça mutlu olmuşlar, sonra çok ciddi bir kaza geçirmişler Kavukçuoğlu’yla hayat arkadaşı, araba sağa sola her çarptığında bitmesini istemiş Kavukçuoğlu, daha fazla çarpamazmış artık, yine de çarpmış, üç saniyeye dolan sıkıntının kütleyi kaldıramayıp içe çökmesi travmatik kara delik, nihayet durmuşlar, araba savrulurken birbirlerini sevdiklerini söylemişler, o boşluk ânında hiçbir şey söylememişler çünkü düşmeye devam ediyorlarmış hâlâ, durmak önemli değilmiş, yaralanıp yaralanmadıklarını anlamamışlar, yaşayıp yaşamadıklarını da anlamamış olabilirler, sonuçta her şey durmuş ve birbirlerine bakmışlar. Kedilerden ve tatlış köpekten bilmişler kurtulmalarını, bir enerjinin, bir şeyin etkisi. Bağdaştırmanın mantığını sorgulamamalı, kedilerle yaşamanın mistik bir yanı var, başka bir canlıyla iç içe olmanın yarattığı yaşam alanında her anlam bir diğeriyle tokuşabilir. İlk kez gittiğim bir evdeyim, kedi saldırıyor, oradan kaçmalı mıyım veya kucağıma yatıyor tüy yumağı, geceyi o evde geçirmeli miyim, işaretlerin tersine gittiğim için güzel zamanlar. George Costanza’nın tersinmesinde bir hikmet var, insanca bakınca böyle, bunun dışında kediler nasılsa öyle, aslında ortada işaret yok. “Kararlı bir kedi karşısında insanoğlunun yapabileceği fazla bir şey olmadığını, sahiplerinin onların karşısında sürekli yenik düşmelerinin bir ‘alın yazısı’, bir kaçınılmazlık olduğunu kendi deneyimlerinden biliyordum.” (s. 11) Kitapları parçalıyormuş ikisi, kanepelere sayısız tırnak, en sonunda alt raftaki kitapları eski dergilerle değiştirmeyi akıl etmişler de kurtarmışlar kitapları ama belli olmaz, atlayıp indiriverirler, sonra dolabın üzerine tüneyip parlayan gözlerle dikizlerler aşağıda ne olup bittiğini. Dergileri parçalarken her şeyin farkında olduklarını sezdirirler bir şekilde, Kavukçuoğlu sezer, aralarındaki anlaşmayı gizlice mühürlemişlerdir. Benzer olaylar vardır, yazar pek çok metinden alıntılar yaparak hikâyeleri aktarır, çoğu insan kedice iletişim kurmayı becerdiği gibi bunu yazıya dökmeyi de başarmıştır. Burroughs geliyor aklıma, Lessing ardından, daha da kimler vardır. Balıkçı’nın kedi sevmemesini yadırgamadım da garipsedim, belki kontrolü yitirmek istememesinden. Gerçekten ortada prensip mrensip bırakmaz bunlar, insanı büküverirler. Plan program yoktur, kendi zamansallıklarını evin zamansallığı haline getiriverirler. Uyku saatleri geldiğinde evin bir bölümü onlarla birlikte uyur, uyandıklarında “sahipleri” de uyanır. Kimin kimin sahibi olduğu tartışmalıdır, yan yana yaşamlar olarak görmek daha doğru olacak. İnsanları koca kediler olarak algılıyormuş bunlar, benim evlerine gittiklerim biraz öyleydi, kediyle yaşayanlarda bu bir şekilde okunuyor. Makyaj yapıyor diyelim, kedi yanında, birbirlerini izliyorlar o sıra, ben onları izliyorum, bir diğeri beni izliyor. Kavukçuoğlu’na göre bağışlayıcı, uzlaşıcı, özverili olmayanlar kedilerden uzak durmalı, bence kedileri anlamayanlar kedilerden uzak durmalı zira insanda neyin olup olmadığından ziyade kedinin ne olduğunu anlamalı. Bunlar basıp gidebilen canlılardır, Patik ortadan kaybolduğunda duydukları üzüntüyü anlıyorum ama ihtimal her zaman var, bir gün yaşanabilir: şeyler giderler. Dünya olurlar. Adımımız, soluğumuz olarak sevdiğimiz şeyler. Vedalaşamayız bile, imkân yoktur, fırsat yoktur, hiçbir şey yoktur, sadece yokluk vardır. Dünyayla dolar. Bir kedinin özgürlüğünü hatırlaması herhangi bir şeyin özgürlüğünü hatırlamasından farksızdır, bir gün döner veya dönmez, bazen oradayken bile orada değildir. Kedi her an yolcudur, ilk kez ve son kez sever gibi sevmeli. Bunca sabitliğe alışık olmadığımız çağlarda bu çok daha kolaydı sanıyorum, Cendrars’ın gitmeleri düşündüğüm kadarıyla o antik gitmelerin son örneği. Neyse, nankör olduğu söylenir ama başına buyruk olanın nankörlüğü ne, kedi ihtiyaç duyar da onun ihtiyaç duymasına ihtiyaç duyarız, budur. Nedir, Nurullah Ataç’ın adadaki evinde sayısız kedi vardır, yataklara çıkarlar, ortalıkta dolanırlar, Ataç kedi sevmeyen insanla anlaşamayacağını bastıra bastıra söylemiştir, bunu vargılarının kişisel olduğunu söylemesiyle denklemek istiyorum, eleştirdikleri belki gerçekten iyi şiirdir mesela, kendisi bilmemektedir. Gayet emindir ama emin olmaktan emindir sanki, yorumlarından değil, kedisel bir şey.

Yumak’ı Feneryolu Sabit Pazarı’nın oralarda buluyor Kavukçuoğlu, yavru kediyi önce seviyor biraz, işini gücünü halledip evine dönerken bıraktığı yerde bulduğu yavru pisi pisi peşinden geliyor, pantolonundan ceketine zıplıyor, omzuna yerleşiyor. Eğer eve kadar kalırsa omuzda, evin sakinlerinden biri olabilir. Değil mi ki bunların maymunluğu da vardır biraz, oradan oraya atlasa da omzu bırakmıyor, yeni evine kavuşuyor. Kedilerin anlaşıp anlaşamayacaklarına dair çok hikâye var, her çeşidine şahit olmuşuzdur biraz içli dışlıysak, ben mahallenin kedilerinden bildim biraz. Hırlaşamayacağıyla yakınlaşmazdı bunlar. Ayrıca en ufak yamuğu affetmezlerdi, benim Kaplan öyle gitti zannediyorum. Yan sokağa geçti, ara sıra geliyor ama pek yüz vermiyor artık, kendini sevdirirken tırmık atmayı sevdiği için elimi kanattığı bir gün işten dönüşte yüz vermedim, ertesi gün de vermedim, sonra o yüz vermedi. Kavukçuoğlu’nun açıklaması: “Kediler, kalıtsal olarak cezaya alışkın köpeklerin aksine, kendilerini cezalandıranı bağışlamazlar ve başlarına geleni unutmazlar. Daha da kötüsü size olan güvenleri sarsılır ve sizden korkmaya başlarlar. Mutlaka gözlemlemişsinizdir, bir yavru kedi kardeşleriyle oynarken onların canını yakarsa, karşılığında bir tırmık ya da ısırık alır. O anda duyduğu acı ona oyun sırasında neler yapmaması gerektiğini öğretir, fakat o bunu bir ‘ceza’ olarak görmez.” (s. 25) Özür dilemeyi bilmezler, azarlanmayı bilmezler, yalanırlar anca. Kötülükle işleri yoktur ama korkuturlar, kedilerden korkanları diğer şeylerden korkanlar kadar anlarım. Kavukçuoğlu’nun sevgilisi kedilerden çok korkarmış, korkusunu yavaş yavaş atmış, Kavukçuoğlu bir an önce kedilerine alışması gerektiğini söylediği için değil muhtemelen. Mesela fare ölüsü getirip bırakıyorlar hediye diye, kadının ödü kopuyor, kuş öldürüp getiriyorlar veya yiyip gömüyorlar, gömmüyorlar, kemikleri ortada kalıyor, berbat bir durum. Zil takmışlar boyunlarına, hani kuşlar sesi duyup kaçsın, yine av oluyorlar. Bir yerde kedilerle inatlaşmaktan pes etmek lazım, bildiklerini okurlar. Sürtünüyorlar, aslında sevilmek istediklerini düşünüyoruz, aslında kokularını bırakıyorlar ki uzaklaştıkları zaman büyük kediyi kolaylıkla bulabilsinler. Belki sevilmek için de yapıyorlardır, gelip kafayı sürtüyorsa ister istemez seviyorum ben. Şoşi var, gelip patisini atıyor, büyük tehlike. Çok savunmasızım, istediği her şeyi yaptırabilir. İyi ki bir şey istemiyor, öyle yatıyor dibimde.

Silivri’de kış zor, bitmek bilmiyor, Kavukçuoğlu’nun komşuları Ergun Köknar’la Suna Pekuysal ara sıra şehre gidiyorlar iş gereği, kedilere bakıyorlar veya baktırıyorlar. Soba kuruluyor, odunlar kömürler yanıyor, kediler sıcağa geliyor. Karın üzerinde taze pati izleri. Civardaki evlere hırsız girmeye başlayınca Beyaz’dan medet umuyorlar, bu köpüş muhafız gibi dikiliyor evin önünde, ara sıra sıcağa geliyor. Polikedik bir yaşam, monoköpüş, dört dörtlük mutluluk. Nişantaşı’na taşınana kadar sakin, sonrasında kalabalığın derdi tepelerine biniyor ama yine huzurlular, ne güzel. Patik mi kayboluyordu, biri gidiyor işte, kalıyorlar beş başlarına. Patik’miş. “Patik de kendini hiçbir zaman ‘bizim kedimiz’ olarak duyumsamadı, onun gözünde biz ‘onunduk’ ve bir gün geldi bizsizliği seçti.” (s. 55) Bunlar kadar sorumlu hayvanlar olamaz, aldıkları kararlardan hemen hiç dönmüyorlar, özgürlüğün bedelini şak diye ödüyorlar. Çoğu insan beceremiyor bunu, karar dahi alamıyor, biraz kedi olmak gerekiyor. Bu yazı dandikliğin son noktasına geliyor, ben noktayı koyuyor. Kitabı öneriyor ama çok da önermiyor, denk gelenin okumasını istiyor.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!