Emeğe yabancılaşmak yeterince kötüyken yine bir teselli vardı, çok parçalı bir zımbırtının tek bir parçasını üreten işçi rızayı lüp diye yutunca zımbırtının başka zımbırtılarla birleşip insana faydalı bir hale geleceğini düşünebilirdi, bu düşünce işini sürdürmesi için ona yeterdi. Geçinebildiğini varsayıyoruz tabii. Sanayi böyle yürüdü, sonra hizmet sektörü fişek gibi fırladı, bir şeylere hizmet etmeye başladık ama maddi tatmin çok daha yüksek olmasına rağmen işin üfürükten anlamı da yitti, hizmet ettiğimiz şey buharlaşıp kayboldu çünkü. Graeber bu anlamın izini sürüyor, psikolojiden girip ekonomiden çıkıyor, biyolojiye pek dokunmadan sosyolojiye bodosluyor, pek bir halta derman olmayan işlerin ipliğini pazara çıkarıyor. Otomasyoncuların savundukları fikir insanlar için yeni iş kollarının tükenmeyeceği, oysa bu türeyen işler insana faydasızmış gibi hissettirebiliyor ki en kötüsü bu, ayrıca kaynakların verimsizliğine yol açıyor, üstüne siyaseti kontrol altına alıp değişimi başlatabilecek enerjiyi etkisizleştiriyor. Obama’nın tırışkadan işleri desteklediği konuşmasının üzerinde duruyor Graeber, tepedekiler bu dandikliği savunuyorlarsa SSCB’de bir işe üç kişinin verilmesini eleştirmek, piyasanın kâr maksimizasyonundan bahsetmek saçmalık. “Açıkçası bu sistem kesinlikle bilinçli bir tasarım değil. Yüzyıl kadar süren bir deneme yanılma silsilesinin sonucu. Ama bütün teknolojik kapasitemize rağmen günde yalnızca üç dört saat çalışmamamızın tek sebebi de bu sistem.” (s. 23) Tuzağa düşmemiş olanlara öfkelenmek “üretken iş”in kaybıyla ortaya çıktığına göre hedef saptırma başarılı, üzgün ve sinirli insanlar olarak diğerlerine saldırıyorsak henüz uyanmamışız, verili düzenin bekçilerini tam olarak ayırt edememişiz demek. Varlığımızın değeriyle işimizin değerini denklediysek uyanmak zor, basit bir işi becermek için yüz tane yazı yazıp yüz birimi harekete geçirmenin manasızlığını düşünmeyiz. “Geçici Tanım: Tırışkadan iş, o işi yapanın bile, bu iş şu yüzden elzemdir demesini engelleyecek kadar manasız, gereksiz yahut habis bir ücretli istihdam türüdür.” (s. 33) Tetikçilik, kuaförlük gibi işleri kıyaslayarak daha temiz bir tanıma ulaşıyor Graeber, dünyanın dört bir yanından toplayıp derlediği tırışkadan iş deneyimlerini kullanarak örnekler sunuyor, mesela iş değerlendikçe -bu değerleme meselesi için koca bir bölüm var, Püritenlikten neoliberal politikalara değerin nasıl değiştiğini gösteriyor Graeber, değerin tarihine değinmeyeceğim ama sezginizi ve bilginizi kullanırsanız günümüzün çok da uzağına düşmezsiniz- ücretin azaldığı, mavi yakalıların yararlı işler yaptıkları ve beyaz yakalıların tırışkaya boğuldukları kesin, boktan işlerle tırışkadan işler arasındaki fark bu. Keyif alınarak yapılan bir işten az kazanmanın hatta hiç kazanmamanın mübah olması bu durumun ortaya çıkardığı çarpıklıklardan biri, açık kaynaklar üzerinden geliştirilen yazılımları hiçbir ücret ödemeden kullanan, bu yüzden iki yüz beş yama yaptıran şirketler iyi birkaç yazılımcıya değil de yamalara para ödüyorlar, bunun olumsuz yanlarından biri güvencenin ortadan kaybolması: serbest çalışanlara kadroluların hakları şöyle bir koklatılıyor sadece. Başka konu bu, üfürülen işlere baktığımızda “olmasa da olur” diyebileceğimiz çok mesleğe rastlarız, bunun yanında üfürmenin alanının genişletilerek emekçilerin işsiz bırakıldıklarını da görebiliriz, çarpıtılır bu fikir, biletçilerin yerine bilet makinelerinin konulması insanın sadece bilet satan bir makine gibi görülmesine yol açar ama kaybolmuş çocukları sakinleştirmekten yol tarifi vermeye dek pek çok işi yapar biletçi, görünür faydasının yanında görünmeyeni de vardır. Kuaförler aynı zamanda işçi sınıfı mahallelerinin toplanma yeri bir zamanlar, belki hâlâ, değer anlayışı özellikle son elli yılda acayip değiştiği için işlevler azaldı diyebiliriz. Fakirleştirme, her alanda. Tırışkaya alan açılıyor böylece, eksik gedik türetiliyor da o boşluğa iş uyduruluyor sanki. Graeber beş madde belirlemiş tırışkadan işler için, bakalım: “Emir eri” feodaliteden gelen bir alışkanlık, günümüzde beklemeye ve lüzumsuz emirleri yerine getirmeye devam ediyor. Filmlerde asansörün düğmesine basan, kapı açan tipleri düşünelim, ofislerde tek işi birkaç e-posta yazmak olan çalışanları da düşünelim, işlevleri nedir? Statü göstergesi olmaktan öte pek bir işleri yoktur aslında, ofisin girişindeki bir masada oturan kimse yoksa, gelenleri karşılamak için birileri ayakta dikilmiyorsa düşüklüktür bu, insan “çalıştırmak” yönetim düzeylerinin var olduğunu gösterir ve bir şirketi şirket yapar. “İnfazcı”ya örnek asker, kolaylıkla yapılabilecek olanı yapamayanlara hizmet satan çalışan. Savaş tehlikesi orduyu geniş tutmaya, harcamanın dağı taşı aşmasına neden olur misal, korkuyla güçsüzleştirmek için infazcı ideal. “Yamacı” özensiz ya da beceriksiz üstlerin neden olduğu zararı ortadan kaldıranlara deniyor, şirket ortaklarının anlaşamadığı bir konuyu aşmak için göstermelik bir şekilde işe alınan ve aslında kayda değer hiçbir iş yapmayan, sadece gönülleri eğlemek için ofisinde takılan insanlar öyle. “Kimsenin düzeltmeye elinin ermediği sistem hatalarının meyvesi”. Toplumsal olarak geleneksel kadın işleri yamacılık olarak görülebilir, egoları indirmek ve sorunları halletmek için duygusal emek harcayan kadınlar dik âlâ yamacı. “Yani çatıda akıntı olunca tamirci çağırmakla uğraşacağınıza bir kova buluyor, kovayı arada sırada boşaltması için de birini tutuyorsunuz.” (s. 90) “Kutu doldurucu” aslında yapılmayan işleri yapılmış gibi göstermek için tutulan işçiye deniyor, göstermelik işler söz konusuysa kutu doldurucu tutarsınız, projenizde zemin etüdü bilgilerine yer verecekseniz ilgili kişiye bilgileri toplatırsınız ama kimsenin umurunda olmaz bu, sadece görüntüdür çünkü öyle olması gerekir, yani o bilgiler çok lazımdır ama hiçbir halta yaramaz çünkü değerlendirilmez. “İş yığıcı” en iyisi, amirler. Sussalar her şey tıkırında ilerleyecektir zaten, yine de tepemizde dönerler, fikirleriyle kafa karıştırırlar, feleğin şu çarkına çomak sokarlar. “Kendilerine tırışka üreticileri de denilebilir. Bu grubun iş yığıcılık dışında gerçek sorumlulukları olması mümkündür, ancak mesailerinin çoğu başkalarına tırışkadan görev yüklemekle geçiyorsa, bunların yaptığı işi de tırışkadan işler sınıfına yerleştirebiliriz.” (s. 100) Evrak işlerine boğulmamız da bir tür yığıcılık, kaynak israfı aslında, öğretmenler sayısız kâğıt çıkarırlar, doldururlar, götürürler, getirirler, buruştururlar, yırtarlar, o kadar boktan işler yaparlar ki asıl işleri için enerjilerinin kalmadığı günler olur. Kasıtlı bir şapşallaştırma, üstelik bu işler bir kere ortaya çıktıktan sonra ortadan kalkmaları imkansıza yakın çünkü yoksullaşmayla birlikte çıkış yolu olarak görülüyor. İş tanımlarının muğlak olduğu, daha da önemlisi kimsenin doğru düzgün iş yapmadığı yerde kesin var üçü beşi, başkasının işini yaparken patronun car carına katlanırken bulabilirsiniz kendinizi. İnsanların zorla gönderildiği yaratıcılık seminerleri kadar delirtici bir tırışkalık olabilir mi, kafayı yemeye ramak kalır sanki.
Arada kapitalizmin dinamiklerinin anlatıldığı bölümler var, tırışkalıkların daha iyi anlaşılması için gerekli. Şuradan sonrası yakın tarihte atılmış temellerden birini gösteriyor: “Hatırlayalım; elliler, altmışlar ve yetmişler boyunca sanayileşmiş ülkelerde, bir şirkette verimlilik arttığında kârın bir kısmının işçilere ücret artışı ve başka haklar şeklinde dağıtılması gerektiğine dair üstü kapalı bir kabul vardı. Bu anlayış seksenlerden itibaren ortadan kalktı.” (s. 260) Biz ebeveynimizin satın alım gücünden daha azına razı gelen ilk kuşağız, şok geçiriyoruz çünkü gelecek bu kez hiç olmadığı kadar yok, kişisel ve toplumsal tatmin yaratmayan işlerde ömür paralıyoruz, “Keynesçi uzlaşma” yine gırtlağa çökerdi ama bu kadar da sıkmadığı için öldürmezken bir kurtuluş olarak ölüm geliyor aklımıza, ötesini düşünemiyoruz. Graeber bir çıkış yolu da sunuyor sonda, iyi, asıl başarısı rızanın ne kadar çürük olduğunu göstermesinde.
Cevap yaz