Colson Whitehead – Yeraltı Demiryolu

Brecht’in “Okumuş Bir İşçi Soruyor”unu anımsatacak bir soru var bu anlatıda, Cora’nın aklına gelen ve yanılmıyorsam bir kez sorduğu soru: “Yeraltı demiryolunu kim inşa etti?” Yerin üstündekilerini de inşa edenler elbet, işçiler, köleler, çalışmak zorunda olan veya çalıştırılmaya zorlananlar. Yer altındakileri inşa edenler isimsizdir, anlatıda bahisleri hiç geçmez, kim oldukları bilinmiyor çünkü. Gerçekte birkaç isim biliniyor, şuraya bakabilirsiniz. 17. yüzyılın sonlarında inşasına başlanmış, 1850’ye kadar 100.000 kadar kölenin kaçışını sağlamış bir yapı. İstasyonlar ahırların, evlerin içine gizlenmiş, siyahların özgürlüğü için mücadele eden örgütlerce başlarına görevliler atanmış, kaçabilenler kaçmış buralardan. Cora’nın hikâyesi kaçışla başlamıyor, önce plantasyondaki yaşamına odaklanıyoruz. Caesar bir gün Cora’ya kaçış planından bahsediyor, Kuzey’e gitmeleri gerektiğini söylüyor ama Cora reddediyor, ölmüş anneannesinin korkaklığının etkisinde. Ajarry’nin hikâyesi kölelerin topraklarından koparılma ve satılma aşamalarını anlatıyor, böylece kölelik sistemiyle ilgili altyapı oluşuyor. Ajarry’nin durumu kabullenişini de görüyoruz, kadını satın alan her sahibin başına bir süre sonra kötü bir şey geliyor, oradan oraya gidip duruyor kadın. Kutsal Kitap’tan hikâyeler dinlediğinde beyaz adama hak veriyor üstelik, Ham’ın kuyruklu evlatları gerçekten de lanetlenmiş, bu yüzden beyazlar tarafından ıslah edilmeliler. Bu düşüncelerle yaşıyor Ajarry, Terrence plantasyonunda ölene kadar çalışıyor. Kızı Mabel onun gibi değil, Mabel’in kızı Cora da. Üç hafta sonra Caesar’ın teklifini kabul ediyor, kendisini bırakıp kaçan annesinden nefret ederek büyüdükten sonra annesinin yaptığını yaparak oradan kurtulmaya çalışacak. Bu üç haftalık süreçte Cora’nın fikrini değiştiren olayları göreceğiz, Whitehead’in zamanı ileri geri sarıp çizgisel bir anlatıyı bölümlere ayırarak parçaların yerini değiştirme tekniği Nickel Çocukları‘nda da vardı.

Üç haftalık süreçte kölelerin dünyası ayrıntılanıyor. Jockey’nin doğum günü kutlamalarında köleler kendi aralarında eğleniyorlar, Cora ve yakın arkadaşı Lovey doğum günleri üzerine muhabbet çeviriyorlar. Köleler ne zaman doğduklarını bilmiyorlar, doğum günü beyazların âdetiyken Jockey’nin çomağıyla siyahların da sembolik olarak kutlama yapabileceklerini görüyoruz, aslında siyahların bir nevi pasif direnişi olarak ortaya çıkıyor bu, “insan” doğar ve doğum gününü kutlar. Neyse, Cora’nın Ajarry’den ve sonrasında Mabel’den kalan küçücük bir toprağı ekip biçtiğini öğreniyoruz, diğer köleler bu toprağa çökmeye çalışıyorlar ama Cora mücadele ediyor, baltasıyla milleti korkutuyor, sonuçta toprağı elinde kalıyor ama hakkında dedikodu çıkarıyorlar, hayvanlarla çiftleşmeye gidiyormuş, delinin tekiymiş, bir sürü şey. Akıl hastalarının, sakatların kaldığı koğuş olan Hob’un sakini olması itibarını düşürmüştü, bu olay da ortaya çıkınca iyice dışlanıyor ama mutlu, miras hâlâ kendisinde. Gerçi Randall soyadlı efendiler ne buyurursa o olacağı için aslında elinde hiçbir şey yok. Özellikle Avrupa’dan gelen pamuk talebini karşılamak için civarda pamuk çiftliği kuran ilk ailelerden biri Randall, ihtiyar öldüğü zaman çiftlik ikiye ayrılıyor ve kuzey bölümünü büyük kardeş James, güney bölümünü Terrance alıyor. James biraz daha insancıl, “kuzey” onda. Yine de toprak sahibi işte, çalışanlarının kölelere kötü muamelelerini engellemiyor. Doğum günü eğlenceleri sırasında kölelerden biri Terrance’ın içkisine çarpınca adam deliriyor, köleyi elindeki kurt başlı bastonuyla dövmeye başlıyor, Cora içinde yükselen dalgaya engel olamayıp çocuğun üzerine kapanıyor, o da sopa yiyor. Birkaç gün boyunca Hob’da yatıyor, arkadaşları iyileşmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Kaçmaya o sıralarda karar veriyor, James öldüğü zaman çiftliğin başına Terrance’ın geçeceğini öğrenince. Ödül avcısı Ridgeway’e yakalanmadan kuzeye doğru yol almalılar. Mabel’i yakalayamadığı için çok öfkeli olan Ridgeway, kaçağın kızını yakalamaya yemin ediyor. Metinde bazı kısa bölümler karakterlere ayrılmış, Ridgeway’in anlatıldığı bölümde adamın çocukluğunu, ödül avcısına evrilmesini görüyoruz.

Caesar’ın kasabada tanıdığı bir adam kendilerine yardım ediyor ama kırk kilometrelik yolu aşana kadar başlarına gelen işlerden ötürü çok tedirginler. Kaçtıklarını gören Lovey peşlerine takılıyor, üstelik yolda domuz avcılarına rastlıyorlar ve Lovey yakalanıyor, Cora da avcılardan birinin oğlu olan genç bir çocuğun kafasını taşla eziyor. Başlarda suçluluk duysa da bir süre sonra bu olayı unutacak, hatırladığında pek bir şey hissetmeyecek. Yakalanmamak için elinden geleni yapması gerekiyordu, yoksa sonu Koca Anthony gibi kızgın yağla kızartılmak olacaktı. Neyse, demiryolu bir sonraki durakta ortaya çıkıyor, başka bir aracı Caesar’la Cora’yı yerin altındaki bir istasyona indiriyor, trenle Güney Carolina’ya gidiyorlar. Yeni kimliklerinde isimleri farklı, yeni yaşamlarına dair ezberlenmesi gereken bilgileri ezberliyorlar ve devletin mezattan satın aldığı siyahiler olarak çalışmaya başlıyorlar. Ridgeway izlerini bulana kadar çalışacaklar, rahatlığa ve özgürlüğe alıştıkları sırada Cora kaçmak zorunda kalacak. Caesar zamanında uyarılamayacak ne yazık ki. Güney Carolina’da değinilmesi gereken üç ilginç nokta var, “özgür köleler” için satış yapan mağazalar beyazların mağazalarından iki, üç kat daha pahalı ve siyahlar senet benzeri bir şeyle alışveriş yaparak birkaç aylık kazançlarına ipotek koyduruyorlar. Finansal kölelik bir yerden bir yere özgürce yürümeyi sağlıyor, bizimkiler için bu kadarı yeterli. İkinci olay Cora’nın oradaki müzede yaptığı iş. Podyumlar düzenlenmiş, Afrika’daki siyahların yaşamları canlandırılıyor mesela, plantasyonlardaki yaşam canlandırılıyor, Cora birkaç hafta önce üzerinden çıkardığı kıyafetleri tekrar giymek, vitrinlerde kölelik yapmak zorunda kalıyor. Köleliğin içlerine işlediğini birkaç karakter söylüyor ama bunu Cora kadar hisseden başka biri yok sanırım, o kadar sinirleniyor ki ziyaretçilere ters ters bakmaya başlıyor bir süre sonra. Üçüncü mesele de siyahiler üzerinde yapılan deneyler. Bu insanlara haberleri olmadan ilaçlar veriliyor, hatta Cora’nın şüphelendiği üzere çocukları ellerinden alınıyor, bir parça özgürlük karşılığında her türlü sömürülüyorlar yine. Neyse, Cora kendilerine yardım eden adamın uyarısıyla -Ridgeway şehirde dolanıp araştırma yapıyor, izlerini bulmuş- istasyona dönüyor, Caesar’ın gelmesini beklerken üstündeki evi basıyorlar, yakıyorlar. Cora bir süre karanlıkta bekliyor, lokomotifin ışıkları görününce rayların kenarına geliyor ama araç durmadan devam ediyor yoluna, Cora’nın haykırışıyla durup geri geliyor. İstasyon kapatılmış meğer, belli ki haberler yerine hemen ulaşıyor ve risk altındaki istasyonlar şebekenin ortaya çıkmaması için kapatılıyor. Sonuçta yine yola çıkıyor Cora, Kuzey Carolina’ya varıyor, yaşlı bir çiftin tavan arasındaki gizli bir bölmede daha da kuzeye gitmek için haber beklemeye başlıyor ama haber aylar boyunca gelmiyor. Küçük bir delikten dışarıyı izlerken evin karşısındaki parkta asılan siyahileri görüyor, beyazların siyahları aşağılayan leş eğlencelerini sadece bir kez görüyor ve bir daha bakmıyor oradan. Kaçakların sağlı sollu asıldığı uzunca bir yol var oralarda, Spartaküs’ün ve yoldaşlarının asılması geliyor akla ki sonradan bakındım, Whitehead gerçekten de Roma dönemindeki kıyımdan etkilenmiş. Böyle pek çok gönderme mevcut metinde. Neyse, evin hizmetçisi olan kızın ihbarıyla yakalanıyor Cora, saklanmasını sağlayan çift asılmak üzereyken Ridgeway tarafından götürülüyor. Yolda üç siyahi tarafından kurtarılıp özgürleştirilmiş bir çiftliğe götürülüyor, çiftlik basılana kadar orada mutlu mesut yaşıyor, böyle gidiyor anlatı.

İncil’deki kölelik bahsini metnin düşünsel temeli olarak açabiliriz. Kitapta bir adamı çalıp satan kişinin ölümle cezalandırılacağı yazıyor, sonra kölelerin efendilerini tatmin etmeleri gerektiğinden bahsediliyor. Ham’ın oğullarının laneti siyahların insan olarak görülmeyeceğine yoruluyor, siyahlar alınıp satılabilir. Benzer bir şey Yeni Dünya’nın keşfiyle ortaya çıkıyor, hatta kapitalizmin dallanıp budaklanmasında başat ögedir herhalde, Valladolid’de Dominikli bir keşiş ve ortodoks bir fetih yanlısı iki bilginin tartışmasından bazı insanların köleleştirilebileceği, zira o insanların o kadar da insan olmadıkları fikri zaferle çıkıyor. Amerikan Bağımsızlık Bildirisi metinde sıklıkla eleştiriliyor, onu da bu tartışmanın kararlarına bağlayabiliriz. Bütün örgütlenmeler ve siyahlarla beyazların ortak çalışmaları İç Savaş arifesindeki Güney’in direnişini yıkmaya çalışıyor ama buna daha zaman var, üstelik Kuzey de bir açıdan köleliği sürdürüyor. Whitehead’in biraz abartıldığını düşünsem de bu damarı çok iyi yakaladığını söyleyebiliriz, sinematografik nitelikler de var metinlerinde, âlâ. Tahkiyeye dayalı bir anlatımı var, karakterleri iyi kuruyor ama duygusal açıdan derinleştirmiyor, anlatıcının -serbest dolaylısı dahil- tonu hiç değişmiyor mesela. Beni pek tatmin etmedi ama döneme dair detaylarıyla oldukça etkileyici, iyi bir hikâye var elde, okur için yeterliyse yeterlidir. Okunsun tabii.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!