Dillon neyi neye bağlayacağını veya bağlamayacağını, bir şeyleri bir şeylerle tokuşturup tokuşturmayacağını göstermez başta, listesini üstten aşağı salmaz da yan yana diziverir envanterini: Hoover Barajı ve bir şeyin nasıl yazılacağı, etimolojiye dair bir iki, kadın yazarın şehirdeki halleri, ölen bir adamın kulağına fısıldanacak cümle, bunları sıralarken elbette bilmiyordum ama şimdi başa dönüp tekrar okuduğumda bölümlerden birini bu listelemeye ayırdığını, listelerin amacını, listenin dışında kalanların da amacını hatırladım. Aslında gösteriyormuş Dillon, şu şeyleri birbirine bağlama edimi, yazarın metne bağlanma biçimi, bir şeyi neden yazdığımızın. Neden yazmanın biçimi bir soru olarak listede yer almaz, sorunun kendisi nedenin de kendisidir, mesele dönüp dolaşıp bir şeyi neden öyle yazdığımızın, şöyle de yazdığımızın kıyısıdır, açılabilirsek yazı yazanı taşır, dalgalar tekrarlanırsa daha da ileri taşır ki Michel Schneider demiştir, Proust’la ilgili müstesna metninde aynı şeyi farklı biçimde yazan yazarların ustalığı görünür, öyleyse denemede de bunun inceliklerini aramalı. Darian Leader’ın denemeleri cuk oturur, kurmacada Kundera’yla Rushdie’yi anmalı, şu an Rushdie okuduğum için öne çıkaracağım şey tek bir cümlenin, fikrin uçsuz bucaksız art alanının dolmak bilmemesidir, okura bundan daha engin bir düşün alanı sunmanın ne zorluğunu bilemem, benim gibi tilmizler için çok çok parçalı metinler, kendinden parçalı fragmanlar bir roman ederse değme keyif bunun yanından geçemez. Şunu diyeceğim, Dillon kurgu dışını anlatırken kurmacaya varırmış varsa. Haritaya benzetiyor sayfayı, yolun barizliği oyalanmamıza engel değil, yazar bir yeri belli belirsiz işaretlemiştir de haritada ayak basılmadık yer kalmayana kadar gezdirmiştir okurunu, göstermiştir ki işaretlenmiş yer olmasa sınır sırf bir çizgi, sayfanın kendi çizgilerinden biri belki, yazar “kendi kurallarını yaratan bir oyun” içinde önce kendisini tartıyor, ele neyi alıyorsa istediğince uzatıyor, itip çekiyor. Bir nevi üslup. Dillon’a göre “boşlukla bir çekişme, kaos ve hiçlikten koparılmış bir tavır ya da hizalanma”. İyi kurmacaların denemeye yaslandığını biri söylüyordu, Tim Parks belki, rotadan çıkmanın ardından gelen tanıdık bölgeye dair bir işaret, yolun/kurgunun sürmesi. Denemenin kendisi bir hedefe varmalı, Dillon kaostan inşa edilen düzeni istiyor, her ne kadar çarpık olursa olsun. Pasajlar halinde yazabildiğini söylüyor, William Carlos Williams’tan yaptığı alıntıyla deneme anlayışını sabit kılıyor. Uyum sağlamanın reddi, başarısızlık, tecrübesiz ya da kötü yazının berbatlığında da olan çoklukların, sonsuz kırılmaların denemede karşıt güçlerle kesişme halinde bulunması.
Bölümlerin ilk cümleleri konu, önsöz niyetine yazılmış ilk bölümde nelerle karşılaşacağımız. Kökenlerin etimolojisi detaylı, essai “tartma, tartı” anlamlarına geliyor, terazinin dili, kefesi yazıya yargı. Bilginin sorgulanmasından aforizmalara dek çok şey denemeyi oluşturur, bahsedilmeyenler bir eksikliği doğurmaz da yazarın kendini ölçme biçimini gösterir, deneme yazarın kendisiyle sürtüşmesinden dökülen tozlara, tozağana mekandır. Bütün bunları bir arada tutanın “ben” olduğunu söyler Dillon, benlik yazının omurgasıdır, yapı bir nevi bilişsel tözdür. Montaigne başkaları için değil, kendi için ders aldığını, kendi yazısından kendine edilecek ezberler yarattığını söyler, geçici bir kimlik yazdıklarına sirayet etmiştir ki o denemeler öylesi sahihtir ki okuru hemen ikna eder, omurga paylaşılır. Dağılmıştır, tekrarlanabilir ve çok yönlüdür: “‘Ben’ bilinç koltuğundan uzaklaşıp kendini uç noktalarda dağıtıyordur.” (s. 23) Denemecilik üstüne bir şeyler söylenmiştir, Musil’in karakterlerinden biri hiçbir biçimin, Ben’in, ilkenin güvenilir nitelik taşımamasından bahsederken Woolf denemenin sıkı örüklüğünü dile getirir, Dillon bu iki ögeden çatışmayı, denemenin neliğine dair sıklıkla yükselen tansiyonu açığa çıkarır. Günyol’un denemeleri sık dokunmuştur, başından itibaren nereye varacağını biliriz ama Solnit daha açık, ferah, boşluklardan başka manzaraları da görmemizi sağlayan bir biçem kurar örneğin, Solnit’in metinlerinde çatışma daha belirgindir.
Bu boşluklardan birkaçını Dillon da sunar, listelerle ilgili bölüm: Butor’nun “yatay akışa yönelen ani bir dikeylik” dediği listelemenin parataksis nam bağlantılı, kısa olaylar, cümleler, anlatılar içinde yeri dar olsa gerek, daha doğrusu listeleme de zamanla nitelik değiştirir, bir zamanlar kutsal kitaplarda yer alan, okurun anlaması için basitleştirilmiş olay örgüsü günümüzün listelerini oluştursa yavan gelir, gelmemesi için en azından Perec’in attığı taklayı atmalı. Perec masasının üzerindekileri sayıp döker, Dillon da benzer bir sayıpdökümü alıntılamıştır ama aynı parça olup olmadığından emin değilim, Mekân Feşmekân‘ın adı geçmediğine göre bu alıntı başka. Ben “o”ndan bahsedeceğim, Perec masayı gösterir, sonra masayı bir daha gösterir, bazı şeylerin değiştiğini göstermez çünkü listenin işi değildir o, değişimi anlatılan zamanla anlatı zamanı arasındaki ilişkiyi çözer çözmez anlarız, geçen zaman listelemeyi değiştirmese de listede yer alan ögelerin niteliklerini değiştirmiştir. Dillon’a göre bir sıkıntının kanıtını ortaya koyma eylemi, bir şeyin eksik olduğunun ipucu olan listeleme huzursuzluktur ama ne uğruna? Yine Perec: Paris’i tüketmek bir huzursuzluğu giderme çabasının yanında kurmacaya dair bir eylemdir aynı zamanda, otobüslerin numaraları veya yoldan geçenlerin kılıkları dünyayı elbette kapsamayacaktır, şehir tükenmeyecektir, bu durumda Perec’in boşa kürek çektiği mi düşünülür? Dağılmaya, kaybolmaya bir şerh sanki, şeyleri bir arada tutma çabası. Denemenin özüne yakın. “Woolf’un romanlarındaki ve denemelerindeki parçacıklar üstüne bir inceleme yapabilirsiniz. Onun yazılarında sis, yağmur, pus ve toz tekrarlanır, incecik varlıklarını çalıştırır, mobilyada birikip pencerelere doğru sürüklenir, sağanak halinde yağar ya da havalarda süzülür.” (s. 37) Başlı başına bir tür olmuştur zaten, sınırlarının bulanıklığı başka türlere karışmasına da yol açtığından denemenin metaforu olarak tozu ele alıyor Dillon, katı olduğu sanılan şey ışıltılı zerreciklerdir, takımyıldızlardır, dağılma ve birleşmedir işte, anda aynıdır, anlatılanın zemininde birikir. Bilgisayarda da birikir, Dillon yazıyla geçinmeye karar verdiği dönemden itibaren yazdığı yazıları bir klasörde biriktirmiştir, yaklaşık bin yazıdır ederi, gazetelerde yayımlanan yazılarından kazandıklarıyla maişetini temin etmiştir ve bu metnini yazarken de cömert bir bursla desteklenmiştir, mevzunun hoşluğunun yanında tırıvırı yazmaktan her zaman çekinmiştir Dillon, yazdıklarının pek bir işe yaramadığından yakınır ve yaradığı işle övünür. İç içelik. “Deneme bu mu, denemenin izin verdiği bu mu: ömürlük, kariyer boyu sürecek, bir projeye asla adanamamanın bir mazereti mi?” (s. 43) Yazmamak için yazmak, istenci ötelemek veya başkaya dönüştürmek, tek bir türde yazarken diğer türlere dair çabaları aksatmak, hayatı erteliyormuş gibi hissetmek, işe yaramazlıkla boğuşmak, işe yarar bir şeyler yapmak, sadece yapmak, hiçbir şey yapmamak, zihinde belli konuları çokuşturmak, yenilerini bulup eskilerden kırpıp kırpıp yıldız yapmak, ne bileyim, sadece yazmanın saadeti için yazmak. Dillon için avunmak da bir yandan, Styron ve Jamison avunabildiğine göre depresyonla boğuşmada önemli bir destek. “Var olduğunun giderek artan kanıtı” olarak yazılar ve kitaplar, okunacak ve yazılacak kitaplar biriktikçe Dillon iyi hissediyor. Tamamen kurtulması için başka şeyler yapması gerekecek, yine de bibliyoterapinin, düşünmenin ve bu metni yazmanın önemi yadsınamaz. Bir sağalma metni gibi duruyor zaten, on beş yıllık bir rutini bozduğundan bahsediyor Dillon sonlara doğru, ilişkisi bittikten sonra deneme üzerine yazdığı bu metni tamamlamış, yıllar boyunca yazamama sancılarını atlatması başlı başına bir deneme konusu. Filmlerden biraz, edebiyattan bir şeyler, diğer sanatlar, hepsi bir araya gelince deneme.
Şahane metin, okunmalı.
Cevap yaz