O kadar kötü ki çok iyi. The Room ayarında bir roman, maksat absürde varmak değil ama çoğu diyalog, olay, hede o kadar keskelalaka ki saçmanın müşfik ve ipek kroşeleriyle müşerref oluyoruz, on numara. Devletin feodaliteyi beslemesini ele alırsak elde yine bir şey kalıyor, şu aralar toprakla ilgili çok kurgu okudum da hep aynı şeye denk geldim, yasayı işletecek kişi/kurum/kuruluş sembolik olmaktan öteye geçmeyince “gerçek yasa” olarak orman kanunları devreye giriyor, gücünü yetiren diğerlerini alt ediyor. Savcıya, hakime parayı yedirdiniz, kırsalda askeri de bağladınız komutan üzerinden, jandarmalar her türlü işinizi görüyor, o zaman devlet sizsiniz. Merkez uzakta, ulaşılmaz, ağayı paşayı alaşağı etmek için eli taşın altına koyup taşı ağanın suratında patlatmak gerekiyor ki esas oğlanımız Yunus’un yaptığı tam olarak bu. Sevdiği kıza Abit Ağa tecavüz edince deliriyor, defalarca şamar yemesine rağmen ağayı tenhada kıstırıp takma bacağıyla saldırıyor, antrenmanlarda çalıştığı hareketle mideye bir tane geçiriyor, Abit buna taş maş atıyor ama ıskalıyor, Yunus düşürdüğü adamın kafasını çat çat kırmaya başlıyor. Sevdiği kızın ve annesinin dünya para verip açtırdığı kuyuya atıyor bedeni, Abit o kuyu yüzünden tarlaya göz koyduğu için anlamlı da su kaynağı mahvoldu, fena. Sadece sevdiğini değil, civarda bu dallamadan çeken çoğu insanı kurtarıyor, hapse girmemesi için Hamza’ya gittikleri zaman avukatımız ilginç bir şekilde yan çiziyor zira Esma’ya en az Yunus kadar tutkun, kanunlara daha da tutkun olan bu kardeşimiz gelenlere hırsız muamelesi yapıyor, Yunus’u zaten gömüyor, bir de Esma’yı ezip geçiyor. O kadar hızlı ki başımız dönüyor, kısa zamanda müthiş değişim. Neden, aslında nedeni belli ama yetersiz, bilmiyoruz esas nedeni. Çoğu şeyi bilmeyecek, yazarın dank diye kafamıza attığı koca bilgi parçalarını yutmakla yetineceğiz, mesela Yunus çok zeki bir adammış, ailesi tarla bahçe satıp İstanbul’a göndermiş bunu, İTÜ’de mutlu mesut takılırken arkadaşının sınav kâğıdını bir güzel doldurduğu için üniversiteden atılmış oğlan. O günden beri berduş gibi dolanırmış ortalıkta, gündelik işlerle geçinmeye çalışırmış. İyilik yapmak istemiş aslında, beyinsiz arkadaşının işini kolaylaştırmak için haksızlık yapmış haksızlığa gönülden düşman bu arkadaş. Çelişkiler çıngırak, yuvarla dur, kafan şişsin. Başa dönelim, ilk bölümler anlatı rayda yine, Esma gecenin bir vakti evine dönerken kendisini takip eden gölgeden ürküyor, adam her zaman peşinde, kızın ödünü koparıyor. Son bölümde çocuklarının olduğunu görüyoruz, evlenmişler, mutlu mesut yaşıyorlar. Süper romantik. Annesine sığınıyor Esma, hiçbir şey söylemese de Rukiye Hanım bir şeylerin ters gittiğinin farkında. Fabrikadır herhalde, Esma işyerinde yoruluyor mudur, sıkıştıran mı vardır nedir, kederle dolu döner eve, Rukiye dertlenir. Süper bir Türkçeyle konuşurlar bu arada, Antalya’nın köylüsünden kentlisine herkes pırıl pırıl anlaşır, yerellikten zerre nasipleri yoktur. O sıkıntılı günlerde bir mektup gelir, amca bizlere ömür, kıza muzlukla ev mev bırakmış, çok iyi. Amcanın nikahsız eşi çok şirret, bu kötü. Kesin arıza çıkaracak ama bizimkiler mahkemeye düşmeye razı, nihayet kader onların da yüzüne sırıttı. Şimdi buradan sonra romanı ikiye böleceğiz, terminatör eşin piyasadan kaybolmasına kadarki bölümde iki tarafın taşlı tüfekli savaşına şahit olacağız, sonrasında Abit danası sahneye çıkacak ve kötü, pis ağalar nasıl davranırsa öyle davranacak bizim ense-lokma denkleminden mustarip karakterlerimize. Ali gelsin, kendisi lokantada el âlemi beslemekten iflas bayrağını çekmek üzere olan saftirik bir enişte. Abit’ten borcunu ödemesini beklerken eşinin diline katlanmak için lafları evirip çevirme ustası olmuş. İyi adam, bizimkileri yarı yolda bırakmıyor. Hasan gelsin, uzaktan akraba, Esma’ya abayı yakınca kanun manun deyip tarlayı bahçeyi kurtarmaya çalışıyor, dulun saldırılarını kolluk kuvvetleriyle durdurmaya çalışacak gerekirse. Dulla anlaşmaya çalıştıkları zaman küfür kafir laf yiyor bizimkiler, kadın merhum eşinin bir çöp samanını bile vermeyecek gibi görünürken Rukiye kadını iş güç sahibi olmamakla suçluyor, çalışsaymış mala mülke muhtaç kalmayacakmış. Eh, dulun kafayı yiyip kuşandığı tüfekle yoldan geçenleri vurmaya başlaması son damla, jandarma gelip kadını götürüyor, geride kalan evine barkına bizimkiler yerleşiyor hemen. Tatlı dille anlaşmaya çalışıyorlar ama, haklarını yememeli. Dulun suçu, her geçene saldırmasaydı işi yokuşa sürüp bayağı bir zaman kazanabilirdi, artık dam altında geçirecek günlerini.
Abit gelsin, tarlaya kuyu kazdırmaya başladıkları zaman Rukiye ve Esma ümitsiz, yanlarında çalışan ortakçının telkiniyle bir dünya para yatırıp başladıkları bu işten umutları yok da Alman’ın teki söylemiş zamanında, aşağılardan denize su akarmış, biraz daha derin kazarlarsa ulaşacaklar. Muzlar, fıstıklar, ne yetişiyorsa kavrulmak zorunda değil artık, gerçekten de su çıkıyor, bayram ediyorlar. Abit geliyor, kadınların oraya yerleşmeye niyetlerinin olup olmadığını sorarak pis pis sırıtıyor, uzuyor hemen. Hamza ağzının payını veriyor adama, Esma etkileniyor, o kadar da sünepe değil o avukat, iyi. Anasıyla haber yolluyor, kızı isteyecekler, bu kötü. Çok mevzu yarıda kalıyor, ortakçı bir anda arazi oluyor mesela, Abit’in o zamana kadar dulu rahatsız edip etmediği belli değil, bir kuyuya tav olmadı herhalde. Neyse, hikâyenin başında Esma’yı taciz eden dangalağın Yunus olduğu ortaya çıkıyor, gerçekten zekâ küpü. Esma’yla Rukiye taşındıkları zaman Yunus da peşlerinden gidip Ali’nin lokantasında çalışmaya başlıyor, böylece sevdiğini daha yakın olabilecek. Ne ki mekana gelen Abit’ten tepiği yiyince planlarını birazcık değiştirmek zorunda kalacak, aşkından başka tepeleyeceği bir adam da var artık hayatında, her ne kadar güçten patlayacak olsa da o adam silleyi hak etti. Yerse, Abit kendisine iyi davranmayan Yunus’a ortalık yerde geçirebildiğine göre başına hiçbir şey gelmez, arkasına güvenir, arpayı verdi mi koşturamayacağı eşek yoktur. İşler çığırından iyice çıkarken vaziyet bu. Yunus bütün hikâyeyi öğrenince dulu iyice tırstırıyor ve mülkleri olduğu gibi anneyle kızına bıraktırıyor, bu ikisi de jest olsun diye arazinin beş dönümlük bir kısmını Yunus’a vermek istiyorlar ama Yunus almak istemiyor çünkü ne alaka, aşkı yüzünden yaptı her şeyi. Bu alma-almama işi büyük dert, uzun süre çözülemeyip karakterler arasında şiddetli tartışmalara yol açtığına göre Yunus’un nasıl haso bir delikanlı olduğunu görmekten başka çaremiz yok, araziyi almadığı için kimileri enayi dese de altın kalpli bir tacizci. Yeri geliyor, ayağına paslı çivi sokuyorlar, ağzını yüzünü kırıyorlar, hapis yatırıyorlar ama yılmıyor adam, en sonunda Abit’e saldırdığı gibi küt, yallah kodese. Dokuz yıl sonra çıkıyor Sinop’tan, eve döndüğünde Esma’yla evleniyor ve mesut oluyorlar. Göz yaşartıcı. Kanunlar iyi işliyor mu bilmem, Sinop’ta dokuz yıl yattıktan sonra çıkmış Yunus, yani ayağının kesilmesine yol açan çiviyi çaktıran adama dersini vermek iyi de cinayet işlemek nesi diyeceğim, Abit’in Esma’ya tecavüz ettiğine şahit olmak sanıyorum. Hiçbir şey yapamaz, gidip Ali’ye söyler ama çok geçtir artık, şahitliği geçerli sayılmayacağı için Abit yine yakayı kurtaracak, atıyla havalı havalı gezecektir. Yunus dayanamaz, sonuç malum. Hasan’ın satışı da dillere destan, matrak. Anayla kızın İstanbul İstanbul konuşmaları ne öyle. Kesinlikle okunması gereken bir roman.
Cevap yaz