Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.
Sunuş, 1988’de yazılan dokuz mektup, son olarak bir konferans konuşması. “O sıra önüme koyduğum mesele, bana tamamıyla kapitalist üretim tarzı tarafından ezilmiş görünen bir toplum algısından çıkmaktı.” (s. 13) Terry Eagleton Eleştiri ve İdeoloji nam metninde üretim tarzlarının ideolojilerle etkileşimleri sonucu kapitalist sisteme eklemlenme yollarını incelerken her üretim biçiminin sermayeyi dönüştüren, sermayeyle birlikte dönüşen yapısında icracı-toplum ilişkilerinin meta üretimini, metanın icracı-tüketici oluşturmasını anlatır, eleştirinin işlevini, daha da önemlisi edebiyat özelinde sanatın bileşenlerini söküm söküm koyar ortaya. Negri’nin bu mektuplarda meseleye daha soyut, kavramsal yaklaşımını görüyoruz, toplumun ürettiği metalar yığınının altında kalıp gözden kaybolan sanatı arıyor, gerçeğin yeniden icat edilmesinden alternatif yaratım biçimlerine kadar pek çok meseleyi ele alarak Eagleton’ın haritasını okumakta kullanıyor, çıkış yolunu bulmak için. Postmodernizme de sıkça değiniyor Negri, modern dönemin sonuna dek sanatsal imgelemin büyük bir kısmının gerçeği ifade ettiğinden, şimdiyse gerçeğin inşa edilmiş bir ürün olmaktan kurtulamamasından bahsediyor. Doğal, somut ve soyut karışmış durumda, “güzellik” nerede aranmalı? Emeğe, yabancılaşmadan kurtulmuş canlı emeğe, tekilliğe bakmak gerek. Her mektupta emeğin arandığı söylenebilir, yapaylığın içinde bir gerçeklik patlaması olarak “dış” aranıyor, insanın aşkınlığını saptama çabasıdır bu bir açıdan.
İlk mektupta “soyut” kavramı inceleniyor. Sanatın anlattığı, gösterdiği hakikat, görünenin hakikati doğanın, dünyanın yerine geçiyor, modernizmin süreğenliğinde 1968’e kadar geçerli, baskın. Habermas’ın modernin tamamlandığı fikri Negri için kabul edilemez, modernizm devamlılığı olan sonuçlar üretmiştir, dönemsel bir hakikat algısı oluşturmuştur, diğer yandan soyutun icadı yapaylığa da kapı araladığı için postmodernizmin yarattığı yapay hakikati 1968 deneyimlerini anlamlandırmada kullanır Negri, hakikat “gerçeklikten” mahrum kaldıktan sonra kuşağının delirdiğini, gerçeği arayıp bulamadığını söyler, sonuçta olanaklı gerçeklikler günümüz dünyasının anlamını oluşturan temel bir çerçeve çizdiği için postmoderni de ele alır. Hakikat, gerçeklik, modern, postmodern, soyuta içkindir. “Soyut, bizim doğamızdır; soyut, bizim emeğimizin niteliğidir; soyut, içinde var olduğumuz tek ortaklıktır. Soyutun dışında, çoktan ölmüş bir doğal yaşamın, mabedi olmayan bir dinin uygunsuzluğu vardır.” (s. 26) İkinci mektup, “postmodern”. Baudrillard’dan pek bir şey okumadığını söyler Negri, ardından okuduğu beş metni sayar, dayanaklardan yola çıkarak soyutlamaya geçişin güçsüzlüğe geçiş anlamına geldiğini yanlışlar ki Baudrillard’ı bu açıdan eleştirir. Anlam açığının büyüdüğü çağda kısır döngü egemendir, dilsel veya ontolojik tekillikler, bir anlamda çıkış çabaları birbirine ulaşan koridorlardan farksızdır. Gelecek öngörülebilir hale gelmiştir, piyasanın iktidarı tekilleşmeyi ortadan kaldırarak her şeyi her şeyleştirmiş, yaratıcılığın düşmanı olarak üretmenin hazzını ortadan kaldırmıştır. “Yüce”nin varlığı, aşılması bu döngüyü kırabilir, fark edilebilirse. “Yüce” üzerine mektup geliyor sonra, postmodernizmle açılıyor. Modernin soyut ve güçlü sınırı, “hakiki fantazmlar dünyası”nı yaratır, gericiler bu yaratımdaki anlam boşluğunu yadsırlar, retorik onlar için yeterlidir, oysa ilericilerin ontolojiye ihtiyaçları vardır. “Gericiler boşluk konusunda tek laf etmezken, devrimciler onun ıstırabını çekerler.” (s. 37) Anlamsızlık insanın hayal gücünü özgür bırakıyor Negri’ye göre, yücenin fark edilebilirliğini artırıyor. Burke ve Kant esintili bu mektupta yücenin işlevleri yer alıyor, hayal gücü sayesinde olumsuzluğun hakikatini göstermesi ve teoriden etiğe geçişi sağlaması başlıca ikisi. Yüce de postmodernizmin üretimiyle değiştiği için aşılmalı, böylece “hakikinin maddiliğine yeniden ayak basılabilir”. Soyut ikinci doğa, yüce sınır, etik ontolojik yeniden temellenişin unsuruysa sanat yeni bir doğa, sınırın aşımı ve etik biçimi olarak görülebilir, bu minvalde piyasanın aşılması sanatın yardımıyla gerçekleşir, eğer bir şekilde sanat piyasaya mal edilmezse, fiyatlandırılmazsa. “Sanat bir fiyata indirgenmiş tekliğe karşı tekilliğin çokluğunu koyduğu ölçüde piyasa karşıtıdır.” (s. 45) Çokluğa yöneliyoruz sonra, “kolektif emek” konusunda bir mektup. Sanat ve emek kolektif. Piyasadan yüce kopuşun ışığında, insan gerçekliğinin içinde sanatsal istikrarı yeniden keşfeden Negri, emeğin yapısöküm yoluyla tözüne ulaşıldığını söyler, üretilmiş gerçekliğin sabotajı olarak yapısökümü görür. Kültürel bir devrimdir bu, kurumsallığın tersine çevrilişidir, yıkımdan artakalanı göstererek değerlenir, sürdürülmesi gerektiğini ortaya çıkarır. Foucault’nun yol göstericiliğini hatırlar Negri, sabote edilecek iktidar kaynaklarını Foucault sayesinde anlamıştır. Yıkımdan kalan “metalik iplikler” güçlü insani yapılar olarak kalır, ardından birbirine bağlanırsa emeğin sürdürülebilirliği ortaya çıkar. Etik umudun sağladığı güçtür bunu başaran, tarih boyunca farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bu noktada Negri 1848’den 1968 sonrasına yaklaşık yüz yirmi yıllık bir dönemi devrim mücadeleleri, kapitalist üretimin denetimi gibi pek çok yapının oluşumunu takip ederek sanatsal etkinliğin, kültürün kimliklerini kısaca ele alır, sonraki mektuplarda izlenimcilikle gerçekçilik akımlarının sermayenin etkisiyle nasıl doğduğunu, dışavurumculuğun ve deneyselciliğin hangi şartlarda ortaya çıktığını anlatır, koşullara kısaca değinir kısaca.
“Güzel” üzerine mektupta güzelin yaşama “taşması” ele alınır. Varlığın taşması insanın güçsüzlüğünü, deneyimsizliğini gösterir, keşfe kapı aralamasından ötürü insan güzelle her karşılaştığında kolektif deneyimin alternatiflerini aramaya başlar, güzelin kaynağı olan negatif teoloji olduğu için tanrısal anların peşine düşülür. Dünyanın gizemini keşiftir bu biraz da, Negri’ye göre güzeli bulmak için dünyanın gizemli güçlerle dolu olduğunu hatırlamak yeterli. Sermaye üretimle birlikte devreye girse de esas bu noktada görünür hale geliyor, gizeme onay verme merci olarak paraya çevrilebilmeyi de önemser, neyin gizem olup olmadığını belirlemek için ahkam kesmeyi de. Bayağılık, “melek” olarak sembolize edilen sanatla iç içedir, değer biçmenin sanatı aşağıladığı hatta sanat olmaktan çıkardığı düşünülürse metanın, artı-değerin sanattan ayrılması gerekir. Negri’nin formülü hazır: “Sanat, artı-değerden, sanatsal emeğin özgürleşmiş bir emek olması dolayısıyla ayırt edili ve sonuç itibarıyla değer, özgürce üretilmiş bir varlık taşmasıdır.” (s. 61) Angaje olmayan sanat gerçektir, soyutun, ikinci doğanın içinde parlar, çokluğun içinde değerlidir, varlık taşmasına yol açıp olumlanmış kitlenin temelini inşa edebilir. Sanatçının rolü bu inşayı sebatla sürdürmesidir, kendini inşayı da. “Hakiki sanatçıyı üstün bir varlık olarak değerlendiriyoruz -fakat kolektif olmayan, ortaklaşacılık için olmayan üstün bir varlık yoktur. Sanatçıda kolektif, bir varlık taşmasını özgür kılar ve onu tekilleştirir: sanatçı bizzat bir sanat yapıtıdır. Ve varlık soyut ve yapay ise, sanatçı bizzat varlığın yeniden şekillendirilişi olacaktır.” (s. 64)
“İnşa etmek”, “olay”, “beden”, “biyo-politik”, zincir halinde birbirinin içine geçerek sıralanıyor, sondaki konuşmada dokuz mektuptan da parçalar yer alıyor, toparlayıcı bir konuşma. Hasılı bu metin Negri’nin sunduğu bir rehber olarak okunabilir, akışkanlık çağında sanatsal üretimin sabitlenmesi, pasından arındırılması maksadı okurda sanat-sermaye ilişkisinin bileşenlerini, iktidarın mekanizmalarını teşhir etme itkisini uyandırıyor. Ben düşündüm şahsen. Bir saat kadar yürüdüm, Küçükyalı’yı baştan başa dolandım, o sırada Negri’nin Marx’ı eleştirdiği iki bölüm, biyo-politika, neşenin ve şiirin yaşamdaki yeri dönüp durdu aklımda. Pek de bir şey anlamadım sanırım ama neyi anlayıp neyi anlamadığımı bilemiyorum, bu kitabın okunması gerektiğini anladım ama. Bir saate gün doğacak, benim kafa bitti, yazıyı da üfürükten bir sonla bitirdim. Bitti.
Cevap yaz