Munro öykülerinin sonunda bir paragraf patlatır, karakterlerinin neyi neden yaptığını o paragrafta afişe eder. Lazım mıdır, eh, üsluptur, olur. Cici evliliklerini yıkarlar, arkadaşlarıyla selamı sabahı keserler, karakterler birkaç eğretilemeyle eylerler, güzel eylerler çünkü hayattır hepi topu, güvenli alanlarını mahvederek bir şey yapmış olurlar. Kanada kırsalında yapacak başka bir şey yok gibidir, aileler kusursuz biçimde parçalanır. Diyeceğim, son öyküdeki paragraf aslında bütün karakterler için söylenebilir: “Güç sahibiydik, diye düşündü Anita. Yüreğin ve beynin korku ve hevesle tıka basa doluysa bu seni dönüştürecek bir güçtür ve yaşamındaki her şey büyük önem kazanır. Asla sahip olduğunu bilmediğin bir güç, asla kaybetmeyi aklından geçirmediğin bir güçtür.” (s. 359) Fazla açık aslında, Carver’la aynı damara tutunan Munro’da gündelik yaşamın bunaltıcılığını söz gelişi her sabah tekrarlanan olaylarda, işin gücün rutininde, doğanın bol akçaağaçlı manzaralarında buluruz, anlatı bunlarla doludur. Örnek: “Kitapları ve mürekkep hokkaları ellerinde, tavandan sarkan asma lambaların altından ve kraliyet hanedanı mensupları ve artık hayatta olmayan eğitmenlerin duvarlarda asılı fotoğraflarının yanından heyecanlı adımlarla geçip merdivenlerden inen ve çıkan bir sürü öğrenci. Her yaz cilalanan ahşap duvar kaplamaları, okul müdürünün gözlükleriyle aynı acımasız parlaklığa sahipti. Her an azarlanma ve küçük düşme korkusu yaşanırdı. Bitmek bilmeyen bir gün boyunca karınlarına ağrı girer, mideleri tehditkâr bir sesle guruldamaya başlardı.” (s. 332) Saf can sıkıntısı, aslında Munro hiçbir şey söylemese de anlarız arızaların neden çıktığını. Savaş sonrasının görece dertsiz dünyasında iyi bir eş bulan evlenir, okulu bırakmak işten değildir, erkekler para kazanırken kadınlar evlerinde hayallerini öldürmezler, yeniye doğru yola çıkmaya çalışırlar. Ekonomik bağımsızlıklarını kazanmak için okula gitmeleri, iş güç öğrenip çalışmaya başlamaları gerekir, bunu aileden kurtulunca yaparlar genellikle, ardından sevgililer veya yeni eşler gelir, bazen evlilik sürerken yasak aşklar yaşanır da aileler dağılmaz, heyecanın dindirilmesi yeterli gelir, bazı da sadakatsizliğin gerçekleşip gerçekleşmediği meçhuldür, şüphe duyan taraf ne kadar acı çekerse çeksin birlikteliği sürdürmek için sesini çıkarmayacaktır. Küçük insanların büyük yaşamları: alt-orta sınıfın bir yaratıcılık çabası olarak gelişine yaşam. Müthiş zengin, hazırladıkları yemeklerden yaptıkları yolculuklara dek gösteri. Geleceği şimdide yoğurmak bir de, ele hangi fırsat geçtiyse. “Asla büyük bir mutsuzluğa kapılmıyorlardı çünkü her zaman olağanüstü bir şey yaşayacaklarına kesin gözle bakıyorlardı. Birer kahraman olabilirlerdi; bir yerlerde aşk ve güçle ilgili güzel bir şey mutlaka onları bekliyordu.” (s. 333) Bekleyen sadece başlangıç noktaları, aslında bu akışın o noktaları sildiğini de düşünebilirdik ama zamanda zıplamalar, karakterlerin ileri bir zamanda verdikleri söylenen, anlatılan zamana tıkıştırarak gösterilen spoiler niteliğindeki tepkiler karakterlerde bir şeylerin gerçekten kırıldığını gösterir, yeterince bükülmüştür de son bir yüklenmeye ihtiyaç vardır hani, katalizör olarak gelip geçici ilişkiler kurmakta usta yan karakterler fırlar sağdan soldan, genellikle kadınlar evliliklerinin çoktan bittiğini, gitmeleri gerektiğini o zaman fark ederler. Belki yeni bir evlilik umudu, yoksa özgürlük. Muhasebesi yapılır bunun, yıllar sonra insanlara, kasabalara dönen karakterler geçmişteki yaşamlarını sohbetlerle, gezilerle anımsarlar, bulundukları yeri sağlamlaştırırlar. Munro duyguları iyi çerçevelemiştir, pek açık etmez, pişmanlık duyan bir karakter aslında pişman olmaması gerektiğini düşünüp yoluna devam eder, âşığının sığırlaştığı noktada kadın içinde açılan gediği hemen yaşamla doldurup bir sonraki adımını kurgular, her şey yine eyleme döner kısacası. Alıntılar “Peruk Vakti”nden, Anita’yla Margot’nun arkadaşlığının otuz küsur yılından. Munro diğer öykülerindeki gibi böylesi uzun bir zaman aralığından birkaç sahneyi sunar, çocukluktan yetişkinliğe değişen ne varsa gösterir, sanki fırtınaları arka arkaya dizer ve sakin bir yerde bırakır karakterleri. İlk kez bu öyküde mutluluklarına dair bir şey gördüm, öykünün son paragrafı: “Margot ve Anita buraya kadar geldiler. Ama sohbete son vermeye henüz hazır değiller. Epey mutlular.” (s. 359) Deviniyorlar, yaşıyorlar, basit bir formül. Otuz yıl işte, Anita hemşireliği bırakmış -aslında Margot’nun hayaliydi bu, istediği her yerde çalışabileceğini düşünüyordu hemşire olursa, kasabadan hiç ayrılmayacağını düşünmüyordu- ve ölmek üzere olan annesine refakat etmek için dönmüştür, Margot’yla karşılaşır. Ertesi gün eski dostunun evine gider, emlak simsarı kocasının işlerinden, erkeklerin renk tercihlerinden, çocuklardan konuşurlar, kıyafetlerine kadar öğreniriz fiziksel durumlarını. Anlatının zamanı yavaş akar diyaloglu bölümlerde, kayıp zamanı bulabilmek için karakterler o an her şeye dikkat kesilmişlerdir sanki, öznellik zamanı yavaşlatır. Hızlanırız, çocuklukları serüvenle doludur, Margot babasından kötek yemesini dert etmez, Anita annesinin homurdanmalarını umursamaz. İki kız okul günleri yarı donmuş halde vardıkları kafeyi işleten Teresa’nın anlattıklarını dinlerler, havaya uçan Nazi askeriyle Kanada’da biten yolculuğun hikâyelerini. Teresa’nın eşi Reuel’le Margot’nun arasındaki ilişki skandala yol açacaktır, ufukta görünmese de öyle bir ilişkinin doğmasıyla doğmaması birdir, haliyle “her şey olur” düsturu bu öykülerin amentüsüdür adeta. Karakterlerin son hallerini sağdan soldan duyar diğer karakterler, Munro bize esas hikâyeyi detaylarıyla aktardıktan sonra kapanışa kadar herkesi bir yere oturtur. Nedir, Margot eşinin bir haltlar yediğini anlar, az hin olmadığı için adamı suçüstü basar, tekmeyi koyana kadar avucunun içine alır. Teresa’nın zaman içinde kafayı kırıp akıl hastanesine düştüğünü görürüz, Margot’yla Reuel’in taşındıkları evi basıp kapıyı kırarcasına çalmasını daha sonra görürüz, Munro parçaladığı zamanı -büyük veya küçük parçalar, fark etmez- detaylarla genişletir veya genişletmez, anlatım tekniği şahane bir serbestlik sağlar. Ne güzel.
“Başka Türlü” aynı izlekleri içerir, aslında kitaptaki bütün öyküler aynı izlekleri, aynı teknikleri içerir. Yıllar sonra bir şekilde bir araya gelen karakterler geçmişin parçalarını bir araya getirirler. Bu öyküdeki üç çiftin bir zamanlar yakın olduklarına dair hiçbir bilgi yoktur başta, fırtına dindikten çok sonra Georgia’nın yaratıcı yazarlık kursunda tanıştığı eğitmenle evlendiğini, hafta sonu çocuklarının yanına Vancouver’a gittiğini görürüz, istisna olarak malum hafta sonu Victoria’ya gider, yıllar önce Ben’le yaşadıkları yere. Genette’in terimleri var bu zaman şoroloplarıyla ilgili de üşendim şimdi, sevmem de terim merim, Munro’nun gizlediği bazı bilgileri sonradan ortaya çıkardığını söylemekle yetineyim, mesela çocukların Georgia’yı “affettiğini”, bu olaydan sonra görüşmeye başladıklarını sonra öğreneceğiz, yaratıcı yazarlık eğitmeninin hikâyede bir daha karşımıza çıkmayacağını da. Munro odağı baştan belirlemez, belirler de okura doğrudan vermez, anlatının içinde bir yerlere yoğunlaşacaktır. Maya’yla Georgia arasındaki çatışmadır bu öykü, Georgia eşini aldatmaya başladığında doktor arkadaşının eşi Maya’nın mevzuya istemsizce dahil olmasıyla kaygısını dizginleyememeye başlar, korktuğu başına gelince Maya’yı hayatından tamamen çıkarır, eşini de çıkarır, aslında Victoria’yı toptan çıkarır. Ben yeni eşiyle gezilerdedir, Maya ölmüştür, doktor Raymond’dan öğrenir haberleri Georgia. Şuna dikiz: “Raymond, Georgia’yı kucaklar ve onu uzun uzun öper. Büyük ama pek de ikna edici olmayan bir arzuyla Georgia’ya abanır ve onu uzun uzun öper. Kuşkusuz ne birinin ne de diğerinin, amacını anlamak için çaba sarf edecekleri gülünç bir tutku gösterisi bu.” (s. 319) Genelleyebiliriz, anlamı ararlar, geçmişe bu yüzden bakarlar ama olayların dışında bir şey kalmamıştır geride, hatta güncele bile sarkmıştır o durağanlık, eylem bir ölçüde anlamını yitirmiştir. Belki de bir anlamı olduğunu düşündükleri zamanı ararlar, her şeyin bir amaçla yapıldığı.
Büyük yazar, tipik Amerikan işi öyküler.
Cevap yaz