Meh. Leopoldo Roma’da dolanırken Nina’ya rastlar, şahane yeşil gözlerin peşine düşer, kadının izini kaybeder. Baştan çıkarabilseydi uzun bir yaz geçirmek isterdi, birlikte Yunanistan’a gidip adalardan birinde gezerlerdi, suvlaki yiyip Retzina şarabı içerlerdi ve kozis biberine kaşık sallayıp iki kadeh uzo sallarlardı. Kozis biberi diye bir şey yok ama Leopoldo’nun aklına yemek gelmesi, yemek yapmanın erkeğin hanesine 10 puan olarak dönmesi insanlığın en eski kodlarından çıkıp bu modern zaman ilişkisine de girmektedir. Gecenin geç saatlerine kadar çene çalmaları da iyi, ayrı odalarda uyumalarının hayal için iyi bir final olduğunu düşünemedim. Leopoldo özgürlüğüne düşkün bir adam da değil, âşık olacak vaziyet arıyor, öyleyse birlikte uyuyuverin gitsin. Nina’nın izini bulduktan sonra Yunanistan’a gitmeleri için elinden geleni yapıyor Leopoldo, gidiyorlar, planın ilk kısmı tamam. Belli belirsiz hindiba kokan bardaktan kahveler içilir, bol otlu yemekler yenir, tüketimin sağladığı tatminle aşka yol açılır bir anlamda. Bu tam Lefebvre hesabı bir ilişki. Sıcak iklim, işten kaçış, yarı otantik nesnelerle kendinden geçmeler, cinsel özgürlük derken Leopoldo iyice kaptırıp gider, Nina’nın uçarılığı da atmosfere uyum sağlar. Paul Bowles aynı atmosferden kabuslara layık ortamlar yaratır, iki bakışı kıyastan varılacak çıkarımları düşününce hazine var orada. Neyse, Leopoldo’nun iştigal ettiği meseleyi anlatının ortalarına kadar bilmeyiz çünkü önemli değildir, Nina’nın etrafında dönüp durmasının dışında pek bir olayı yoktur. Bir gazetede eleştiri yazıları yazar Leopoldo, Picasso’nun aslında o kadar da önemli bir ressam olmadığı tezi ses getirince aynı kanaldan yürümeyi sürdürür, çok dağınık yazdığı için akademiye yanlayamasa da sanat dünyasında sesinin yankısını duyar, bildiği yoldan gider. İlk geceleri huzurludur, sabahında Nina’nın telefonla konuşması Leopoldo’yu rahatsız etse de o görüşmeleri kıskanmaması gerektiğini düşünür, sonuçta bir yazlık ömrü vardır ilişkilerinin. Leopoldo kaldıkları evin terasında yemek yedikleri sırada gördüğü kumsallardan, Nina’ysa kıskanç sevgilisinden bahseder. Taddeo ailesini bırakıp gelmeye kalkar, Nina’nın huzurunu kaçırır, Oxford mezunu Bruce da ortaya çıkıp Nina’ya kanca atınca Leopoldo iyice tutuşur. Şimdi bunları anlatıyorum çünkü anlatacak başka hiçbir şey yok gerçekten, Can hafif bir yaz kitabı basmış resmen, şezlongda yatarken bir solukta okuyup bitirebilirsiniz. Ne var bu metinde, işte tutkudur, aşktır, üçlü beşli ilişkidir, Nina’nın birinden hoşlanıp diğerini sevmesi, diğerini severken öbürüne âşık olması, saftirik Leopoldo’nun kıskançlıkları ve Nina’nın peşinden kıtayı neredeyse dolanması, böyle şeyler.
Meh. Bruce ve Nina birlikte dolanırlarken Leopoldo adayı keşfeder, kumsallarda yüzer, tek başına yemek yiyip tatilin keyfini çıkarır ama aklı Nina’dadır. Taddeo da çıkıp gelir üstelik, Nina iyice ortadan kaybolur. Bir gece ikisini dans ederken gören Leopoldo pılıyı pırtıyı toplayıp otele taşınır, telefonunu kapatır, Nina’yı gördüğünde yolunu değiştirir. Olayı şu: “Karar vermekten nefret ediyor, yanılmaktan korkuyordu.” (s. 16) Bir anlamda Nina’yı özgür bırakır ama bütün uçarılığına rağmen Nina kolundan çekecek adamı aramaktadır aslında, Leopoldo’nun ortadan kaybolduğu sırada rastladığı Françoise’nın davetiyle Korsika’ya giderler. Nina geride bıraktığı mektupta Leopoldo’ya duyduğu öfkeyi ve özlemi dile getirir. “Bir romanın kahramanlarıymışız gibi bana bir pusula bırakıp kaçmak yerine neden beklemedin beni?” (s. 33) Leopoldo’nun kafasından aşağı telkaslı dolmalar dökülür, kalbi kırılan adam seviştiği Louise’i bırakıp hemen Korsika’ya gitmek üzere yola çıkar. Bu sırada Picasso ve bir sevgilisiyle ilişkisini kendisiyle Nina arasındaki ilişkiye benzeterek sanat dünyasına da selam eder, sonlara doğru ABD’ye gidip kübistlerle ilgili eğitim alacak ve Picasso’yla ilgili kitabını tamamlayacaktır. Muvaffak olup olmadığını bilmiyoruz, yarım bıraktığı işi tamamladığı için mesuttur ama yaşamı başka bir yönden tepetaklak olacaktır bu kez, sonda değineceğim. Korsika’ya gider Leopoldo, Nina’yı ararken yerlilerle tanışır, muhabbet kurar ve adada yaşananların adada kaldığını, kimsenin işine karışmazsa adanın cennet gibi olduğunu öğrenir. Şahit olduğu sadakatsizliklere ses çıkarmaz, kimsenin işine gücüne karışmaz, Nina’yı da bulamaz. Tanca’ya gitmişlerdir, adamımıza yine yollar görünür.
Meh. Garip bir yaz, fırtınalı ve güneşli günler birbirini izler, havanın dengesizliği Leopoldo’yu rahatsız etse de adam hayatının aşkını arar gibi aramaktadır Nina’yı. Bindiği uçakta tanıştığı kadın hayatının dersini verir aslında, Leopoldo dinlemez. Yaz bitmeden Nina’yı bulmak istediğini söylediğinde kadının cevabıdır: “‘O halde bence onu hiç aramayın. Aşkınız bir mevsime ya da sabırsızlığa bağlıysa, unutun gitsin. Gerçek aşk ne yer tanır ne zaman.’” (s. 60) İtalya’dan Fas’a gelirler, Leopoldo iki arkadaşın gittiği Gabriele’nin evini birkaç kez arar ama Nina’ya bir türlü ulaşamaz. Birkaç gün boyunca Tanca’yı gezer, Paul Bowles, Tenessee Williams ve Jean Genet gibi yazarların takıldığı Claridge nam kafede zaman geçirir. Daha önceden denk geldiği beyaz saçlı kadını görünce yanına gider ve muhabbet etmeye başlarlar. Biz hemen çakarız mevzuyu da Leopoldo ve o kadın, Françoise nasıl çakmaz, bu da ayrı bir mevzu. İkisi de birbirlerinin kim olduğunu bilmeden Nina hakkında konuşurlar, en son isimlerini sormayı akıl ederler de kimin kim olduğu anlaşılır. Leopoldo öğrenir ki Nina herkese âşık olduğu adamı, kendisini anlatmaktadır ama yeni bir tehlike, Gérard çıkmıştır ortaya. O tayfanın kaldığı ev Gabriele’ye ait, Gérard eşcinsel, Gabriele’yle sevgili, Nina’yla oldukça yakın, Gabriele tedirgin olup Nina’ya sürekli laf soksa da üçlü ilişkiye açık. Leopoldo’nun gelmesi işine de yarıyor haliyle, Gérard belki geri döner diye bekliyor. O sırada Taddeo da çıkıp geliyor ve Leopoldo’yla Taddeo’yu birlikte gören Nina şak diye bayılıveriyor. Sonradan öğrendiğimize göre o sırada Gérard’la Gabriele arasındaki cızt bıztı gördüğü için bayılmış, aslında kadının kime âşık olduğu belli. Karnındaki bebeğin kimden olduğunu bilmiyor ama, Taddeo ve Leopoldo arasında hiçbir düşmanlık yok, bebeğin kimden olduğunu önemsemiyorlar. Yaz bitince dönüyorlar zaten, Taddeo ailesinin yanına gidiyor, Leopoldo da işin gücün peşine düşüyor. Zaman hızlanıyor bir anda, bir yıl devrilirken Leopoldo kitabını bitiriyor, Nina’yı özlüyor bir yandan. Doğum yaptığını öğrendikten sonra da hiç arayıp sormuyor, İtalya’da karşılaşacakları zaman baştaki gibi yolunu değiştiriyor hemen, uzaktan izlemekle yetiniyor. Karşılaşacaklar ki anlatı bitecek tabii ama diyaloğun orta yerinde şak diye bitirmek nedir? Karşılaşırlar, hal hatır, sonra çocuğun ne Taddeo’dan ne de Leopoldo’dan olduğunu söylüyor Nina, yanlış alarmmış meğer. Kimden peki, Gérard’dan. Yanında kalan adamla hemen evlenip çocuk yapmış Nina, mevzu bu. Çaça bir son ama: “‘Bu bir ay sonra oldu. Siz çoktan gitmiştiniz. Biz ise uzun bir yaz yaşamak üzere orada kalmıştık.’” (s. 102) Nina yanında en son kalan adama yanmış açıkçası, öncesinde diğerlerine neler yaşattığını pek umursamıyor. Peki.
Meh. Ben 7 TL kampanyasından almıştım, daha fazlasını verseymişim gece uykularım kaçardı. Gerek yok, okumayın. Sixteen Candles falan izleyin, ne bileyim. Açın radyo dinleyin. Yürüyüşeymiş gibi koşmaya çıkın, yürür gibi koşarak arasını bulun. Soğuklar gelmeden sıkı giyinin ve deli gibi terleyin. Bir patlıcanı alın karşınıza, bakıp bakıp gazel okuyun. Elinize sinek ilacı alıp bırakın.
Cevap yaz