Alain Badiou & Nicolas Truong – Aşka Övgü

“Sunuş”ta hoş bir sahne: felsefeci sahnede konuşuyor, kendinden emin, Stoacı bilgeliği, Septik kuşkuculuğu dengede veya denge bozulmaya meyilli olduğu için bir oraya bir buraya savruluyor düşüncelerinde, belki böyle değildir ama kendinden emindir, o kesin, sonra salona güzel bir kadın giriyor, felsefeci yıldırım çarpmışa dönüyor çünkü yıldırım çarpmıştır, Badiou bu yıldırımın dört kaynaktan biri olduğunu söyler, bilgin ve sanatçı olmasının yanında militan ve âşık da olmalıdır felsefeyle ilgilenen, felsefe bunu bekler, felsefe yapmanın dört koşuludur bu. Truong’la konuşmaları üzerine: “Sanıyorum, baştan sona, gerçekten adında söylenen şeyi yansıtıyor: Kendisinden alıntı yaptığım Platon gibi ‘İşe aşkla başlamayan, felsefenin ne olduğunu asla bilemez’ diye düşünen bir felsefecinin ortaya attığı bir aşk övgüsüdür. Diyeceğim, burada kendisi de aslında bir felsefeci, tabii bir de âşık olan, bilgili soruşturmacı Nicolas Trung’un saldırılarına karşı koymaya çalışan Âşık-felsefeci Alain Badiou’yla karşılaşacaksınız.” (s. 12) Bölüm bölüm ilerleyeyim, “Tehdit Altında Aşk” bir söylemin açıklanmasıyla başlıyor, Badiou aşkın yeniden icat edilmesi ama aynı zamanda savunulması gerektiğini söylemiş, Sarkozy’nin eşiyle yaşadığı sarsıntıdan yola çıkarak, tabii Sarkozy’nin temsil ettiği değerlerin uzağında bir aşk kurgusu, yenilenme çağrısı, riske davet. Meetic nam tanışma sitesinin afişleriyle donatılmış Paris, steril bir aşk tecrübesi sunan bu site acı çekmeden âşık olunabileceğini, aşka düşmeden de aşkın deneyimlenebileceğini falan söylemiş, bir de aşk koçu hizmeti var, yani güvenlik önlemleri alındıktan sonra ne keyiflidir aşk, Badiou’ya göre Amerikan ordusunun “sıfır ölüm”lü savaş propagandası gibi. Richard Sennett ve Zygmunt Bauman da benzer bir yakınlık kurmuşlar, işverenin işe almama ihtimalinden bahsetmesiyle âşığın partnerine hiçbir söz vermediğini söylemesi aynı minvalde değerlendirilebilir, “sıfır risk” ve “önem yadsıması” aşkı ait olduğu yerden alıp değersizleştiriyor, sözleşmeye indirgiyor, kısıtlıyor kısaca. “Aşka çağdaş güvenlik kurallarına göre hazırlamışsanız kendinizi, rahatınıza uymayan ötekini başınızdan savabilirsiniz. Acı çekerse bu onun bileceği iştir, sizi ilgilendirmez, öyle değil mi? Demek ki çağdaş yaşama ayak uyduramamış biridir. Aynı şekilde ‘sıfır ölüm’ de Batılı askerler için geçerlidir. Attıkları bombalar onların altında yaşamak gibi bir hataya düşmüş pek çok insanı öldürüyor. Ama ölenler Afgan, Filistinli… Çağdaş insanlar değiller onlar da. Güvenlikçi aşk, ana ilkesi güvenlik olan her şey gibi, iyi bir sigortası, iyi bir ordusu, iyi bir polisi, iyi bir kişisel zevk psikolojisi olan için risksizlik anlamını taşır, tüm risk karşısındakinin üstüne yıkılır.” (s. 17) Felsefecinin görevi aşkı sıkıştırıldığı çemberden çıkarmak, Rimbaud’nun dediği gibi yeniden icat etmek, riski ve serüveni içerir hale döndürmek.

“Felsefecilerle Aşk”ta iki kutup, Schopenhauer’ın aşka bakışı bir kutup, Kierkegaard’unki diğer, biri aşkı kadınların hissettiği aşağılık bir şey olarak görür, diğeri üst-insana ulaştıran bir araç olarak. Badiou’ya göre Kierkegaard’un aşkı felsefi düşüncenin tüm biçimlerini kat eder, üç katmanda önce estetik, sonra etik ve varoluşsal ağırbaşlılık yer alır Kierkegaard’un yaşamında, bir nevi gelişim aşamaları olarak karşımıza çıkar. Platon’un İdea’ya ulaşma yollarından biri, der Badiou, Güzel’in düşüncesine doğru ilerlerken evrensel bir değer taşıyan ögeye varan âşık tekil deneyiminden İdea’ya uzanır, tabii bir değiş-tokuş olarak düşünmediği sürece mevzuyu. Günümüzde çıkarlara göre biçimlendiği için icat edilecek aşkı bir karşı-deney olarak görmek gerekir, evrenselliğe ulaşması için acıyla sınanırsa sınanır, rastgeleliğe mutlaka yaslanmalıdır, kısacası fark oluşturmalıdır günümüzün dünyasıyla arasında. Konudan konuya atlamalar oluyor tabii, Lacan’ın cinsel ilişkinin olmadığına dair düşünceleri sorulduğunda Badiou etraflıca açıklar, özetini vereceğim ben: “Cinsellikte cinsel ilişki yoksa, aşk cinsel ilişki eksikliğini gideren şeydir. Lacan aşkın cinsel ilişkinin kılık değiştirmiş hali olduğunu söylemez hiç de, onun söylediği cinsel ilişkinin olmadığı, aşkın bu ilişkisizliğin yerini tutan şey olduğudur.  (…) İşte aşktaki karşılaşma budur: Ötekini olduğu haliyle sizinle birlikte var etmek için, ona doğru atılırsınız. Aşkın cinsellik gerçeği üstünde düşsel bir resim olduğu yönündeki, bütünüyle bayağı anlayıştan çok daha derin bir anlayıştır bu.” (s. 24) Kalça, göğüs, penis, bunlar arzunun ötekinde aradığıyken aşk doğrudan ötekinin varlığına yöneliyor öznenin yaşamında dağılıp tekrar birleşen varlığıyla. Badiou’ya göre üç ana aşk düşüncesi: romantik, sözleşme, kuşkucu. Badiou’ya göre aşk düşüncesi: dünyayı birden değil de ikiden hareketle sınamak, farktan hareketle, benzerlikten değil, cinsel arzuyu ve bir çocuğun doğumunu da içeren bir deneyim, göklere çıkarmaz veya aşağı çekmez, sağ kalma itkisinden veya iyice anlaşılmış çıkarımdan ötedir, farklı bir yöne kayan bakış açısıyla yeni bir dünya kurma önerisi. Müthiş tanım, sezgisel olarak varanın bilişsel şablona yerleştirmesi için en has öneri. “Sevgililerin Kurduğu”nda örnekler üzerinden genişletiliyor, başta İki sahneye çıkıyor, rastlantısal ya da olumsal biçimde sınanıyor, karşılaşma. Badiou “doğa ötesi anlamda bir ‘olay'” diyor, “şeylerin dolaysız yasasına uymayan bir şey”. İki’nin çok belirgin olduğu metinler var, Romeo’yla Juliet arasında, Tristan’la Isolde arasında, bunlar kabul edilmemesi gereken romantik anlayışı gösteriyorlar, sanatsal mit olarak değerliler ama aşk üstüne gerçek bir felsefe içermiyorlar zira önceden kestirilemeyen, karşılaşmaya indirgenemeyen bir şey aşk, kalıcı bir kurma işlemi. “Şöyle diyelim: Aşk inatçı bir serüvendir. Serüven dolu tarafı gereklidir gerekli olmasına ama inat da gerekir. Karşımıza çıkan ilk engelde, ilk ciddi görüş ayrılığında, ilk sıkıntılarda vazgeçmek aşkın bozulmuş bir halini yansıtır. Gerçek aşk uzamın, dünyanın ve zamanın yarattığı engelleri kalıcı biçimde, kimi zaman acı çekerek alt eden aşktır.” (s. 33) Buradan bakınca merak ettim, kim gerçekten âşık olunduğunu hissedebilmiştir? Yeni bir zamansallık doğdu mu yaşadıklarımızda, mücadeleyi göze alarak devam etme arzusuna kapıldığımız oldu mu, çünkü icat etmek tam olarak bu, Badiou’nun savunduğu. Aşkla siyasetin ilişkisine tam bu noktadan giriş, kendinden farklı olanı kabullenmek, İki’nin Bir olarak görünmesi. “Aşkta, söz konusu olan iki kişinin farklılığı özümseyip yaratıcı kılmayı başarıp başaramamasıdır. Siyasetteyse, çok sayıda kişinin, hatta kalabalıkların eşitliği yaratıp yaratamaması. Nasıl ki aşk alanında, aşkın yönetimini toplumsallaştırmak için aile vardır, siyaset alanında da taşkınlığı engellemek için iktidar, devlet vardır.” (s. 49) Kıskançlık da bu toplumsallaştırmanın bir tezahürüdür, aslında kuşkucu ve ahlakçı bir ögedir, aşkın tanımında yeri yoktur, ötekinin varlığı ancak aşkın bencillikle sarsılmasına yol açabilir, farkın yaratıcı bir süreci sürdürmeye eremediği noktada aşkın yeniden icadına gerek duyulur. Bunu kriz anlarında ortaya çıkan dinlerde de bulabiliriz, Hıristiyanlık aşkı basit bir olumsallıktan aşkınlığa yansıttığı için Badiou o evrensel ögenin aslında aşka içkin olduğunu, sonuçta dinlerin de bildiğimiz anlamda aşktan bahsetmediğini söyler, Platın’un İyi düşüncesi içinde yer alan bir harekettir bu kısmen, evrenselliği buradan gelir. “Bunun sonucunda, burada benim övdüğüm, bir dünyanın farklılaşmış doğuşunun yeryüzündeki yaratımı, nokta nokta koparılıp alınan mutluluk olan mücadeleci aşkın yerine Hıristiyanlık edilgin, sofuca, ezik bir sevgi koyar. Diz çökmüş bir aşk benim için aşk değildir, her ne kadar bazen aşkta sevdiğimiz kişiye kendimizi bütünüyle bırakmak istesek de.” (s. 56) Sanırım Levent Yüksel’in, “Yakarım dünyayı uğruna ama sana eğilmem” dediği yerdeyiz.

Komünizmle aşkın benzerliği geliyor ardından, kapitalizmin göbeğinde aşk, daha da aşk.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!