Ahmet Tulgar – Ne Olmuş Yani?: Korsan Yazılar

Korsan gösterinin açtığı anlık alanları genişletip gazete köşesi haline getirmiş Tulgar. Gösterinin korsanı ne ola diye düşünürken, siyasi safsata bayağı, anayasaya göre haso haktır gösteri de istenmeyini “korsan” olarak adlandırılmış. Ömrü boyunca korsandı o zaman, Viyana’da katıldığı toplantılar, memlekete dönünce hapishane, Tulgar özellikle ideolojik zora karşı sesini yükseltince Akşam‘dan “gönderilmiş” diyelim. Başka mecralarda sürdürmüştür eylemlerini, sürdürebildiği her alanda. “Ben de bakıyorum da şimdi geriye, bütün meslek yaşamımı, kariyerimi bu şiara, belki de el yordamıyla bulduğum bu düstura göre yönlendirmişim: İktidarın şiş göbeği üzerinde yaylana yaylana, ter ter tepine tepine eylemler yapmak yani. Gazetelerden gazetelere geçe geçe her defasında korsan koymak.” (s. 2) Gidebildiği kadar ileri gitmiş, “bu da fazla oluyor” dendiği zaman da kalemini alıp çıkmış, bu kadar. Aynı yerde uzun soluklu köşe yazarlığının çürümekten geçtiğini söylüyor, yani otoriteyi dürtmeyen yazarlar için köşeler cennettir, kapıları açar, Doğan Gürpınar’ın belirttiği gibi yaşam gustosunu pek sağlam kuran, pek kaliteli hayatlar yaşayan yazarların 1990’lardaki yükselişinde, yıllar boyunca bilmem ne peynirini, bilmem hangi Avrupa ülkesinin sokaklarını döndüre döndüre anlatmalarından başka neyin etkisi var, iyi yaşamanın yollarını bu insanlardan öğrenen okurlar tükete tükete nereye vardılar bilmiyorum ama o Hıncal Uluç’un gevelemeleri fenalıklar getirmedi mi akıl biraz çözmeye başladığı zaman vaziyeti, ilkokulda adamın kültür birikiminden etkilenen çocuklardık da biraz büyüyünce, 2000’lerin başında zırvalara karnımız doymuştu artık. Tulgar’ın bu kitaptaki yazılarına hiç rastlamadım zira o gazeteyi almıyorduk, ne alıyorduk hatırlamıyorum ama gazete de okumuyordum artık, Penguen‘den alıyorduk havadisleri, bir de kitaplara yumulmuştuk. Kendisi de şaşıyor zaten, öyle bir gazetede Ciwan Haco’dan, Bruce Springsteen’den nasıl bahsetmiş Tulgar, cezaevlerindeki korkunç koşullardan, Diyarbakır’ın güzelliğinden, ne bileyim, dağlarda savaşan sarı çocuklardan bahsetmesine nasıl izin vermişler, vermişler bir şekilde, 2004-2005 dönemini o gazetede geçirmiş yazar, sonra F tipi tutsaklarından birinin mektubuna yer verdiği yazısı yüzünden homurtular yükselince basıp gitmiş. Hayata Dönüş Operasyonu nam katliama gösterilen tepkilerin devamı diye anlıyorum, şu: Tulgar intihar bombacılarından bahsederken İslam uğruna masumları da öldürenleri ele alıyor, ardından solcuları, komünistleri eleştiriyor, bu dünyayı cennete çevirmek isteyenlerin kendilerine ve başkalarına neden zarar verdiklerini anlamadığını söylüyor, hani anlatsalar anlayacak ama anlatmıyorlar da, keşke anlatsalar. Bu yazıya mahkûm Mustafa Çapardaşa’nın gösterdiği tepki anlaşılabilir, Tulgar’a gönderdiği mektubun benzeri şurada. Sertliği anlaşılabilir mektubun, özetleyeyim, ölüm kararı almak Tulgar’ın bahsettiği kadar kolay değil, hele yıllarca sürecek bir eziyete karşı çıkılıyorsa, dolayısıyla bir kez değil, bin kez de anlatılsa Tulgar belki anlar -ki beş yıldır demagoji yapan devlet adamlarının ağzıyla konuşuyor, tarafsızlık adına asıl kimliğinden, halktan yana taraf olmaktan uzaklaşıyor, düzene “sol”dan destek oluyor Çapardaşa’ya göre- ama içerideki atmosfer hakkında ne bilecek? “Eyüp’e ‘Keşke bir kez daha anlatmayı deneseydin’ derken, suskunluğunuzu gizlemeye çalışıyorsunuz. Eyüp’ün bedeniyle anlatmaya çalıştığını yapmadığınız, ‘aydın’, ‘gazeteci’ sıfatıyla üzerinize düşeni yapmadığınız için Faruk’lar, Eyüp’ler bedenlerini feda etmek zorunda kalıyor. Üstüne de ‘Keşke bir kez daha deneseydin… Deneseydin bıkmadan…’ diyorsunuz. Beş yıldır biz neyi anlatıyoruz, sayın Tulgar? Salih Sevinel size neyi anlatıyordu ölmeden önce?” (s. 191) Devam ediyor böyle, ağır bir yazı, Tulgar’ın mücadelesini, geçmişini iyi biliyor Çapardaşa da malum yazısı bağlamında söylediklerinde haklı, anlatılacak bir şey kalmamıştır artık, bedenin ortadan yok olmasıyla verilecek mesaj kalmıştır bir, o durumda canların feda edilmesinden başka seçenek kalmamıştır. Tartışma konusu, malum, yine de hapishane duvarlarının dozerle yıkıldığı, askerlerin mahkûmlara ateş açtığı bir hapishanede başka türlü ne tepki gösterilecek, Tulgar’ın anlamadığı bu, dolayısıyla “konformist” etiketini yapıştırıyor Çapardaşa, Tulgar’ın elindekileri kaybetmemek için suya sabuna dokunmadan yazdığını söylüyor. Tecride karşı direnişte yüz yirmi insanın ölümünün karşılığı o yazı olmamalıydı, öncesinde başka yazı da yok konuyla ilgili. Durum değerlendirmesini iyi yapamadığı söylenebilir Tulgar’ın, bunun yanında Uğur Kaymaz’la Ahmet Kaymaz’ın cinayete kurban gitmelerini köşesinde iki kez yazmış, Mardin’e gidip incelemelerde bulunmuş, gazeteci sorumluluğuyla hareket ettiği de çoktur. Şehri ajanların bastığını, paranoya yayıcı statüko gruplarının faal olduğunu bildiriyor, Uğur Kaymaz’ın aslında on iki değil de on sekiz yaşında olduğunu, polise ateş açtığını falan söylüyorlarmış ortalıkta. “Efsaneler şehrinde muktedirler o daracık sokaklarına Mardin’in, o labirentine, içinde neler olup bittiğini ele vermeyen avlulu konaklarına, taş evlerine pek de yakışan hikâyeler üretiyorlar.” (s. 99) Ciwan Haco’yla birlikte Diyarbakır’a gelen İbrahim Tatlıses’in verdiği birlik mesajını da mutlulukla karşılamış Tulgar, şehir sakinlerinin küslüğü o ziyaretle birlikte ortadan kalkmış, “Kürt sorunu”nun çözümünde bir adım daha atılmış böylece. İyi niyetlilik çok iyi niyetli bir yaklaşım, Tulgar görünenden ötesine pek bakmıyor, nitekim on yıl sonra kıyamet kopacak orada. Şantiyelere baktığında elbet rant aklına geliyormuş Tulgar’ın, yine birilerinin zengin edildiğini düşünüyormuş ama modern şehirlerde yaşamanın yolunun bu şantiyelerden geçtiğini söylüyor, Avrupa’nın koca bir şantiyeye dönüşmesi, özellikle Viyana’nın inşası aynı bağlamda değerlendirilebilir de Sur’un yeniden inşasına ne demiştir acaba, bulup okumalı.

Kişisel yazıları var Tulgar’ın, hoş, mesela Bruce Springsteen sevdası. The Boss şarkı sözleriyle etkilemiş yazarı, muhtemelen lise yıllarından beri konserine gitmek istediği için pasaport çıkartıyor Tulgar da Berlin’e gidiyor işini gücünü ayarlayıp. Para tutmadığını söylüyor bir yazısında, geleni harcıyormuş, hele hayatında iki kez edindiği kredi kartlarını öyle fütursuzca kullanmış ki hacizden gazete kurtarmış dediğine göre, patron borcu ödeyip maaştan azar azar kestirmiş, neyse, bu iş için para bulmuş Tulgar, uçakla konser biletini ayarlayıp yallah Berlin’e. Kreuzberg manzaraları, Türklerin, Kürtlerin, Arapların bir arada yaşadıkları eski püskü binalar. Hepsi yan yana gelmiş de Pride’ı izlemiş, yarı çıplak bir Türk cama çıkıp yürüyenlere bakmış, dükkânlarının önündeki Kürtler rengârenk giyinmiş insanların kim olduklarını anlamaya çalışmışlar. O mahallede memleketin gerilimi, “Türkiye yaşamı” yok, herkes bir arada, kimse kafayı ne olacağına takmıyor çünkü olumsuz pek bir şey olmayacak. Ama, o da ne, Türkiye yaşamı tekrar ortaya çıkarak erteliyor planları, hani gün saymak bu topraklarda kötü bir şeyin bitmesi anlamına gelirken Almanya’yı da kendine benzetiyor, konser ertelenmiş çünkü! Turgay dönüyor, on gün sonra tekrar gittiğinde o kez tamam, dinlemeyi en çok sevdiği adamın karşısında, üstelik bir şarkıda sahne şovu gereği Springsteen’in yanına da çıkıyor orada tanıştığı insanlarla birlikte, dip dibeler, rüya gibi bir an. En son 12 Mart anılarından bahsedeyim, Tulgar’ın hatıraları berrak, mesela Yaşar Kemal çok yakınlarda oturuyormuş da camından evin duvarlarının kırmızı olduğu görünüyormuş, o güne kadar arıza çıkarmayan bu mevzu 12 Mart’tan sonra mahallelinin dilinden düşmemeye başlamış. Süreyya Plajı’nda denize girmişler o yaz, Tulgar az yukarıdaki Maltepe Cezaevi’nde kimlerin yattığını biliyor, Arnavutköy’ün Ulaş Bardakçı’yla bütünleşmesi gibi Maltepe de Cihan Alptekin’le, Mahir Çayan’la bilinmiş. Mahallede yaşayan gençler ortadan birer birer kaybolmaya başlamışlar, oysa her gece okullarından T cetveliyle filan dönerlermiş. Bulutların ansızın çöktüğü zamanlar, bir çocuk için kaygının doğuşu.

Gündelik yazılar. Tulgar’ın denemeleri çok daha iyidir ama bu yazıları da fena değildir.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!