Babaya veda metni. Daha içten olamazdı herhalde. Her bölümde Aziz Nesin’in farklı bir yönü var, kısacık metin dolup taşıyor zira Aziz Nesin’in birkaç cümleyle anlatıp geçtiği yılların ağırlığı hissediliyor, anılarını okuyan anlayacaktır. “Giriş” bölümünün başı: “Çocuk olarak babamı ilk anımsadığımda, masasında yazıyordu, son anımsadığımda da, yine masasının başında yazıyordu. Ara dönemlerde de masasında yazıyordu. Küçükken bizi tatile götürdüğünde de, otel odasına kapanıp yazıyordu. Ameliyata girmeden önceki gece de yazıyordu. Sabah ameliyata girmeden on dakika önce, son yazdıklarını bana vermişti. Ameliyattan çıkmazsa hemen baskıya verilecekti. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez‘in üçüncü cildiydi bu kitap. Ameliyattan çıktıktan iki gün sonra, kendine geldiğinde yine yazıyordu.” (s. 6) Yüksel Arslan’ı hatırlıyorum, Ferit Edgü’nün aktardığına göre ölümünden üç gün önce kızına o gün çalışamadığını söylemiş, son sözleri. Aynı çalışkanlık. Ahmet Nesin üç söyleşi yapmış babasıyla, dördüncüsü Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanlığı’yla ilgili olacakmış ama istememiş Aziz Nesin, çok insanın kalbini kıracağını söylemiş yaparsa. Ahmet Nesin pişman, yine yaparmış söyleşiyi ama babasının ölümünden beş yıl sonra baktığında “aydınların” rahatladığını söylüyor, hukuksuzluklara tepki göstermek için eylemden eyleme sürükleyecek bir Aziz Nesin yokmuş artık. Sendika dağılmış gitmiş zaten, geride kimse kalmamış, bir de Şeytan Ayetleri olayı var ki tatları kaçmasın diye metnin çevrilmesine karşı çıkan yazarlar, çevirmenler süreci aksatmışlar, nihayetinde proje yarım kalmış. Ahmet Nesin metnin çevirisini tamamlatıp bastırmak istemiş ama Aziz Nesin karşı çıkmış “Nesin ailesinden bir fire yeter” diye. Çevrilen bölümleri nasıl ele geçirdiği muamma, Doğu Perinçek dizi halinde basmaya başlamış metni Aydınlık‘ta, kimseye bir şey söylemediği için çalışanları tehlikeye atmış. Tuhaf tuhaf olaylar.
Aziz Nesin’in ölümünden sonraki dört günü anlatıyor Ahmet Nesin ilk bölümde, babasının vasiyetini yerine getirmek için çekmediği sıkıntı kalmamış. Önce ölüm: İzmir’den telefon geliyor, Ahmet Piriştina’nın eşi Mine’den. Aziz Nesin açık kalp ameliyatından çıktıktan sonra Ahmet Nesin’den kuvvetli olmasını, “ağlayıp zırlamamasını” istemiş ki plan program yapanların tillahıdır Aziz Nesin, ne ayarlamalar, ne direktifler ölümünden önce. Bir kere Vakıf’taki dosyaları inanılmaz düzenli, mektuplar, yazılar, neler. Yakılacaklar ayrı paketlenmiş, Ahmet Nesin vasiyete uyarak imha etmiş bazı mektupları, kimlere ait olduğu konusunda isim vermiyor doğal olarak. Şu da var: “Son üç yıl, Nesin Vakfı toplantılarının en az yarım saati, ölümünden sonra Aziz Nesin’in nasıl gömüleceği üzerine olan tartışmalarımızla geçti. Bütün konuşmalar ve tartışmalar O’nun yanında hem de… Zaten konuyu da açan kendisiydi… Yaşamının bir parçası olmuştu artık ölüm ve cenaze…” (s. 10) Vakıf’ın bahçesine gömülmek istiyor Aziz Nesin, konuyla ilgili hükümete dilekçe vermişler ama reddedilmiş, sonra naaşı kaçırma planları, olayın soğumasını bekleyip unutturmak, bir dünya plan. Avukat Arman Onaran kadavra yöntemini bulmuş, beden kadavra olarak kullanıldıktan sonra arta kalanlardan ufak bir parçayı bahçeye gömmeye karar vermişler ama planda olmayan aksaklıklar çıkıyor ortaya. Sırayla gideyim, Ali Nesin o sıra memlekete dönmüş, Bilkent’te çalışıyor, Ahmet Nesin abisine ulaşacak ama telefonunu bilmediği, bekçi de telefon numarasını haklı olarak vermediği için -Ahmet Nesin kardeşi olduğunu söylüyor Ali Nesin’in, bekçi inanmıyor, sonuçta kardeşiyse numarayı bilmesi gerektiğini söylüyor- bir süre çekiştikten sonra iş tamam. Vefat haberi yayıldıkça dünyanın her yerinden telefonlar geliyor, o sıra savcı otopsi yapılmasını istiyor çünkü Aziz Nesin’in aldığı ölüm tehditleri bini geçmiştir, bir cinayet falan olabilir yani, bu durumda da Çapa kadavra olarak kabul etmeyecek bedeni. Sağlık personeline güvenmediklerini bildirip -doktorlardan özür diliyor Ahmet Nesin, başka yol bulamamışlar- naaşı İstanbul’a getiriyorlar. Süleyman Demirel’e fakslanmak üzere birer metin kaleme alıyorlar, Başbakan Tansu Çiller için ayrı bir metin, sonradan Süleyman Demirel telefon edip başsağlığı dileyecek ve gerekeni yerine getirip işlemleri kolaylaştıracak. Bu kez de gazeteci ordusu çıkıyor piyasaya, bir de cenaze töreni meselesi var. İlginç olay: Demirtaş Ceyhun aramış Ahmet Nesin’i, cenaze törenine neden izin vermediklerini sormuş. İzin vermeme gibi bir durum yok, Aziz Nesin cenaze töreni istememiş çünkü törene ikiyüzlüler, vasiyetine saygı göstermeyenler, kendisini sevmeyenler gelecek, biliyor ama Ceyhun laf dinlemiyor, katafalkı Taksim Meydanı’na getirmeleri gerektiğini söylüyor, töreni engellemeye hakları yokmuş. Belli ki acayip sabırlı biri Ahmet Nesin, en üzüntülü zamanında kışkırtıcı yorumlarına maruz kaldığı Ceyhun’a çıkışmamış, mantıklı cevaplar vermiş. Mesela halkın tören istediğini söylüyor Ceyhun, köktendincilere karşı büyük bir gösteri olurmuş, bunu önlemeye hakkı yokmuş kimsenin, Ahmet Nesin kendisini halkla babasının vasiyeti arasında bırakmaya çalışmamasını istiyor Ceyhun’dan. Tuhaf kere tuhaf. Demirel’den izin çıktı, Müjdat Gezen minibüs ayarladı, Çatalca’ya gidiliyor, buldozerler farklı noktaları kazarak gazetecilere kazık atma planını uyguluyorlar. Müjdat Gezen’in sıhhat takıntısı yine çıkıyor ortaya, Ahmet Nesin anlatıyor zira matrak. Mekândaki herkes üzgün, Müjdat Gezen çok kötü durumda ama belli etmemeye çalışıyor, yanındaki ilaç torbasından tombala çekip millete hap dağıtıyor, kendi de yutmuş arada. 1983’te Aziz Nesin felç geçirdiğinde, kendisi de YouTube’da yayımladığı videolardan birinde anlatıyordu galiba bunu, ziyarete gelmiş ve yandaki hemşire odasına geçip tansiyonunu ölçtürmüş, sonra ateşini ölçtürmüş. 36,8. O ateşle araba kullanabilir miymiş, ciddi ciddi soruyor. Gelelim, gazetecileri atlatıyorlar, Aziz Nesin toprakla buluşuyor, final. Kısa süre sonra anma töreni düzenleniyor, Ahmet Nesin’in sevindiği tek olay beklenenden daha az kişinin gelmesi. Aziz Nesin’in vasiyetine saygı duyan çokmuş belli ki.
Eylemler, protestolar, hepsi söyleşilerin ilkinde yer alıyor. Salman Rushdie olayı, Aydınlar Dilekçesi, uzar gider. Anılara bakıyorum biraz, Barış Manço’nun nikah şahidi olmayı reddetmiş Aziz Nesin, yüzüklerini taktığı çiftlerin ayrıldıklarını görünce üzmemek ve üzülmemek için. Kendisi de boşandığı için biliyor mevzuyu. Orhan Kemal’in aşk mektupları olayı var, takma adla yazan Aziz Nesin’i kadın sanıp birkaç mektup fişeklemiş Orhan Kemal, sanıyorum o günden sonra Aziz Nesin’le yıldızı hiç barışmamış. Bir röportajında mıydı, bahsediyordu Nesin, birbirlerini pek sevmezlermiş. Eleştiriyordu da metinlerini, şimdi hatırlayamadım nerede. Neyse, bu takma ad olayı yüzünden Çince ve Fransızca öykü antolojilerine girmiş Nesin, çeviri gibi gösterdiği telif metinleri nedeniyle. Suikastlar ikinci söyleşide, sekiz kez kurtulmuş Nesin. Feneryolu’ndaki evde kurşun deliği varmış ama bahsi hiç geçmezmiş o deliğin, zaten kasten sıkılıp sıkılmadığı da belli değilmiş ama ölüm fetvaları verenlerin haddi hesabı yokmuş, kasıtlıdır muhtemelen. TİP’in bir toplantısından çıkınca Beyazıt’ta linç edilmekten zar zor kurtulmuş, eşini korumaya çalışırken eşi de Aziz Nesin’i korumaya çalışıyormuş, sonra denk getirmişler de bir arabaya binip uzamışlar oradan. Nâzım Hikmet için yapılan bir toplantıdan çıkışta da aynı hava, esas Adana’daki gerçekten fena. Resmen tuzak kurmuşlar, otelin etrafını çevirip bir dünya bağırıp çağırmış insanlar, Aziz Nesin daha fazla bağırmamalarını yoksa Adana’dan ev alıp orada yaşayacağını söyleyince dağılmışlar. Güldüm bazı yerlerde, Aziz Nesin’in bir örneği daha zor bulunur. Din hocalığı da yapmış, bakkallığı var, subaylığı başlı başına bir olay. Meraklısı kaçırmasın, acısıyla tatlısıyla dolu dolu yaşamak budur.
Cevap yaz