Ahmet Tulgar – Tam Yakalandığımız Yerden

Günün olayları Tulgar’ın bilişinden geçince saf denemedir, üslup kazanır, sol, sosyalist düşünceyle çırpılır, memlekette malzeme bitmek bilmeyince Akmerkez’den, Erzincan’dan sömürü hikâyeleri de bitmez. Şeffaflık mı, teşhirin yaşama nasıl yayıldığını en sıradan ayrıntıyla yakalar Tulgar, vitrinden diyelim, milliyetçilik her koşulda devletin adamı olduğunu söyleyen kahve ahalisinin gölgesidir, ne bileyim, bedenlerin deviniminden: kundaklar, bebek bezleri bağlamıştır, bebek arabalarından kaçılamaz, sahillerde çocuklarına tasma takanlar görülür, bunlar tırnaklarını cilalatırken çocuklarını kafeslere tıkarlar, “oyun alanı”. Fabrikalar zaten ne, meydanlarda çevik kuvvet, tünel kazarak geçen geceler parmaklıkların arasında, geceler bile parmaklıkların arasında, genelev kadınlarıyla futbolcuların bedenleri kamulaştırılır, ticari metadır, pehlivanlar birbirlerini bir yerlerinden tutarlar ki üstün gelebilsinler. İlginçtir Kırkpınar gözlemleri, Tulgar pehlivanların geylere karşı hoşgörülü olduklarını söylüyor, seyircilerin bir kısmı erotik maksatlarla gelirler, kaçıp giden bedenin yakalanışını gözlemlerler. “Yağlı güreşteki artizan ilişkiler de heyecan vericidir. Minikler, deste orta boy, deste büyük boy gibi kavramlarla çayıra yansıyan bu pehlivanlar arası ilişki biçimi perde arkasında çok daha zengindir. Sadece Osmanlı’yı değil, Antik Yunan’ı ve Rönesans’ı da hatırlatır. Uç noktası güreşten sonraki temizlik faslıdır. Pehlivanların üzerindeki yağı çıkarmak uğraşında ‘çıraklar’ yani genç güreşçiler başpehlivanlara yardım ederler. ‘Usta’larını onlar yıkar. Ama edebi asla kaybetmeden. Erkek ortamlarının iki kıyısı olan hayranlık ve korkunun arasında duşun altında, kurnanın başında bir adam ve bir delikanlı.” (s. 241) Sırf güreşte değil, hamamda da estetik bulunur, her kesimden, her bedenden insan gelir oraya da saunalarda terlerlerken muhabbet ederler. Çukurcuma’daki hamamlardan birine sıklıkla gitmiş bir ara Tulgar, profesöründen inşaat ustasına çok insanla konuşmuş, polislerin eleştirildiği sırada gençten bir adamın karşı çıkışını dinlemiş: polislerin arasında da demokratlar çok, herkesi aynı kefeye koymamalılar, kendisi de polis. Konuşmayı seviyor Tulgar, gittiği yerlerde, diyelim Çankırı, kahvelere uzanıyor da insanların dertlerini dinliyor. Elazığ’da kadını eve tıkmaya çalışanlara karşı Tuncelililerin direnişi mesela, sokaktan geçen gençlerden öğreniyor, kahvede oturan sert bakışlı adamlardan öğreniyor, Çankırı insanının katılığına üzülüyor çünkü devlet o kadar ta tapınılası olmamalı, düşünce kıtlaşıyor görüleceği üzere. Her cins yokluk, fabrikaların kapanışı, Ilgaz’ın Kastamonu’ya kaptırılışıyla azalan turizm gelirleri bir yanda, eh, Ankara Üniversitesi’nin bazı bölümlerinin Çankırı’ya taşınmasını istiyorlar, ticaret hareketlensin de geri kalmışlıklarından kurtulsunlar ama asıl gerilikten nasıl kurtulacaklar belli değil. “Halbuki daha önce burada fakülte açılmış. Ancak başka şehirlerden gelen öğrenciler kızlara baktılar diye defalarca dayak yiyince fakülte geri gitmek zorunda kalmış. Hatta şaşılacak şey ama astsubay okulu da aynı neden gitmiş Çankırı’dan. Kendisine de söylediğim gibi bütün Çankırılıların, hatta kentteki az sayıdaki solcunun da sevdiği Vali Halil Ulusoy şimdi konferanslar düzenleyip  halkı eğer kentlerinde üniversite istiyorlarsa hoşgörülü olmaya çağırıyormuş.” (s. 230) Çorum daha iyi durumda, bütün bu Anadolu cevelanı seçimler nedeniyle bu arada, 2002. Sivil girişimler, bireysel girişimler, inisiyatifler çok yaygınmış Çorum’da, egzantrik tiplerden Rüstem Eren memleketinin ağaçsızlığına takmış, otuz yılda on tane orman kurmuş, bir başkası kültür sanat dergisi çıkarmaya başlamış, valiliğin dert dinleme saati bitince insanlar Tulgar’ın yanına gelerek işlerini güçlerini anlatmışlar da öyle birikmiş hikâyeler. Artvin’e geç, örgütlenme becerisine dair ne söylenecek, o kadar çok oluşum var ki tek kalan pek kimseye rastlanmıyor. Son olarak yine Elazığ, civardaki hastaneler yetersiz kalınca yöre insanı Elazığ’a mahkûm edilmiş, Güneydoğu’dan yılması mı istenmiş nedir. “Hastane semtlerinde ve valilik önünde hasta karısına renkli gazoz parası arayan kara bıyıklı, kavruk adamlar. Kentlerimizi birbirine bağlayan, haritamızı teyelleyen yurttaşlarımız onlar.” (s. 234) Şehrin kaldırımlarında ağlayan adamlar köylerindeki, mezralarındaki kadar büyük değildirler orada, başka değerler geçerlidir artık, değişime akılları sırları ermez de iyice yıkılırlar.

İstanbul’a hoş gelmek. Balat’ın üç ihtiyarına güvenmiş Tulgar, çantayı montu soldaki banka atıp uykuya dalmış, ANAP konvoyu önünden geçince uyanmış, ihtiyarların partililere söylendiğini duymuş. Balat’a uyanmak, o düş halinden sonra Balat’ın, binaların hunharca yenilendiği şantiyeye uyanmak yani. Piyano sesleri yine geliyor bodrumlardan ama tank tunk, kafalar patlıyor, ayazmanın duvarından gidenler geri gelmeyecek, şehir değişirken mekânın hafızasını da götürüveriyor. Mangalda kuru, pilav yemiş Tulgar, oralar duruyor mu? Tümay’ın çalıştığı ofise gidiyorum ara sıra Balat’a, parlak dükkânlardan birinin girişinde kocaman bir adam duruyor, Osmanlı temalı mekânın yeniçerisi değil de nesi o, asker işte, turistleri çeksin diye. Üstü tamam, sakal bıyık, kıyafet, tam oryantalizm ama spor ayakkabılar, orada sakilliğimiz çıkıyor ortaya, neden bir şeyleri olduramadığımızı düşünüyorum ben de. Ağa Hamamı’ymış bu arada, her sınıftan erkek geliyor, köstekli saatlerini, kredi kartlarını ve silahlarını emanetçinin kasasına bırakıyorlar, “eşitlenmenin özgürlük teması”. Sadece mekânı mı, gidişi de düşünüyor Tulgar, “İstanbul’u Terk Etmenin Yolları”nda elbette değinecekti “50 Ways to Leave Your Lover”a. Müzik zevki dört dörtlük, canı kadar sevdiği Bruce Springsteen’in Irak Savaşı’na karşı çıkmasını aktarmadan geçmiyor, yeni şarkılarında da eleştirelliğini sürdürüyor “Patron”. İstanbul’dan çıkış, evet, ilk taşıttan inince yine dönülebilir ama araya ikinci bir taşıt girerse, işte o zaman dönememe korkusuna kapılıyor Tulgar, zincir koparsa çok sevdiği şehrine veda etmeye hazır değil. Ve ne güzel, şu oyunu oynamayan var mı acaba, sanmam: “İstanbul, uçak yükseldikçe genişler, yayılırken, bitimsizce uzanırken dört bir yana, ayrılıyormuşum gibi gelmiyor önce. Üstünde duruyormuşuz gibi daha çok, uzunca bir süre. Yukarıdan ‘şurası şurası, burası burası’ oyunu oynuyorum bu zaman zarfında. Sonra aniden bitiyor İstanbul. Böyle gecikmeli böyle aniden çekip gidince tabii, böyle ani olunca ayrılık, acısı da daha çok oluyor, korkusu da.” (s. 211) Gemiyle gitmek nasıl, şimdi İstanbul’dan Londra’ya Şileple Bir Yolculuk‘u okuyorum, daha önce Refik Halid Karay’ın gezi yazılarında da gördüm, başka yazarların metinlerinde de, genellikle yoğun bir hüzün, yavaş yavaş uzaklaşan minareler, kuleler, insanlar. Karayoluyla gidiyorsak bitmek bilmiyor şimdilerde, yerleşim yerleri sona erdiğinde Kocaeli’ye çoktan girmiş oluyoruz, tam hissedilmiyor, terk etmek için en kolay yol bu. “Ama tren yolu değil: Haydarpaşa Garı öyle çok filmde kullanılmış ve öyle süslü, şık ama aynı zamanda da sert ve despot bir binadır ki, bu ikisi İstanbul’u trenle terk etmeyi sinematografik ve dolayısıyla da ağlatıcı bir deneyim haline getirir.” (s. 212)

Sadece şehirler, mekânlar yok tabii, Deniz’le Mahir’in kıyası olsun, Ebu Gıreyb’den insanlık dışı manzaralar olsun, ölüm oruçları, Tulgar’ın ilgisini çeken ne varsa. Hani kartpostal tezgâhlarında resimleri vardır, Che Guevara tarzı ikonlaştırılışıyla liberal yazarların köşelerindedir Deniz Gezmiş de Mahir Çayan’ı aynı şekilde tüketememiştir necip milletimiz, Tulgar’a göre teorisyenliğinden, kitabiliğinden, soğukkanlılığından. “Kesintisiz Devrim” kuramı onu romantize edilemeyecek kadar sofistike kıldığından, belki Kızıldere’deki fedakârlık topluma fazla geldiğinden. “Burjuva ideolojisiniz, egemen sınıfların hegemonyası altındaki popüler kültür, kitaplı, kuramlı ve silahlı devrimcileri değil, yine silahlı ama sadece risaleli, sloganlı devrimcileri tomantize eder, ikonlaştırır ve içselleştirir. İadei itibar yapıyormuş gibi itibarını asıl o zaman çalar.” (s. 126)

Dört dörtlük denemeler, tozlu raflarda kalmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!