Uğur Kökden – İsviçre Kahvehaneleri

Denemeleri yazıyor, yazıp bozuyor, tekrar yazıyor derken bozmayıp biraz daha yazıyor, okuduysak muhtemelen beğenmişizdir çünkü iyi bir denemecidir Kökden, iyi de bir günlükçü olduğunu anlıyoruz bu metnine bakarak. Günlük nedir, bir gün yapılanların o gün kaydıdır. Edebî günlük falan, türlüsü vardır ama aslı budur. Kökden esaslı bir günlük tutmuş, dolayısıyla İsviçre’de ne yapıp ettiğini görüyoruz ama bu, sadece bu, ne yapıp ettiğini görüyoruz. Trene bin, 10 frank, Barış’a -Kökden’in oğlu- atkı, 12 frank, kahve 3 frank, bilmem ne bilmem kaç frank. Trenle yarım saat, trenle iki saat, duraklar, hani tarlalara bakınca çocukluktan bir anı gelir, köyün veya semt parkının yeşillikleri hatırlanır, yok, o gün ne olduysa o kadar. Serdar’a telefon, Gösteri‘nin son sayısı çıktı veya çıkmadı, Turgay Gönenç yeni dergi çıkarıyormuş, Sözcükler, AdamÖykü ve AdamSanat kapandıktan sonra yeni oluşum, ilk sayısı övülmüş bir güzel. Murat Yalçın’a telefon, YKY’den telefon, açılıyor veya açılmıyor, karşıdakinin sesi geliyor da Kökden’in sesi gitmiyor, Selçuk Altun arayıp bir şey istiyor, kitaba arka kapak yazısı tamam, bilmem hangi dostun bilmem nerede çıkan övgü dolu yazısı. Feridun Andaç dizdirse artık o kitabı, dizdirdi mi, dizdirsin, dizdirecek mi, dizdirsel anlar yaşandı mı, nihayet dizdirdi de ben rahatladım okuduğum yerde, öyle huzursuzlandım ki camdan atacaktım kendimi. Hayırlar dilemek için telefon etmek istedim ama Kökden’in telefonunu nereden bulacağım, ayrıca sesim gitmezse diye kaygılıyım. İlk kez işe yarıyor yazılarından gelen para, kıt kanaat yaşıyorlar orada, kirasıdır yemeğidir derken Kökden üçün beşin hesabını yapmak zorunda kalıyor sık sık. Tartışmalar da çıkmış, oğlunun Almanca dersi masrafları nasıl karşılanacak, kitapçı ziyaretleri biraz azaltılsa mı, ayrıca neden sahafa gitmiyor Kökden, bilmiyorum. Gidiyor mu, gitmiyor gibi görünüyor. Rousseau’nun evinin oralarda geziniyor, Dürrenmatt okuyor sık sık, yazısını yazıyor. Denemelerinden tadımlık bölümler de alsaymış keşke günlüğüne, ama bu sade günlük, o gün neler olduysa. Kahvehaneler mi, çok az görüyoruz Kökden’i kahvehanelerde, A noktasından alfabedeki bütün noktalara gitmekle meşgul. Dostoyevski’nin evi oralarda bir yerde, Llosa gelmiş yakınlara, Coetzee söyleşmiş, İsviçre’ye gelip gidenlerin birkaçıyla olsun görüşebilseydi. Dışarıda kilisenin çanları çalıyor durmadan, ezan sesinden rahatsız olan İsviçreliler bundan neden rahatsız olmuyorlar? Sığınmacıların kaldıkları küçük odalarda Barış da kalıyor, İranlı arkadaşının hoşgörüsüyle Kökden de üç gün kalmış orada. Hukuk okuyor Barış, eğitimi için dil öğrenmek zorunda, öğrenebildiğince. Kartpostallar gidiyor, gelmiyor, Kökden arkadaşlarına ikişer üçer yolluyor ve yolladıklarının önemli bir kısmı ulaşmıyor. Lenin dört kez gelmiş oraya, Rusya’dan çıkar çıkmaz ilk geldiği yer Cenevre. 1871’deki ayaklanmadan sonra Fransız komüncüler Paris’ten kaçarak gelmişler oraya, gelenek sağlam. Suat Derviş okuyor Kökden, Yahya Kemal okuyor, Yakup Kadri’nin anılarını iyi biliyor. Ahmet Cevdet memlekette fırtınalar koparken İsviçre’de yaşıyor, İkdam‘ı bıraktıktan sonra. Yakup Kadri devralıyor gazeteyi, sonra Ali Naci Karacan, 1930’da da kapatıyor. Selahattin Batu’nun İsviçre Günleri nam metni, bir iki kez bahsi geçtikten sonra hiç anılmıyor, üfürmelerden ve sıkıntıdan ibaret olduğu için sanıyorum, Batu’nun başka bir gezi metnini okuyacağımı sanmıyorum. “Gece, yine kahve! Zaten, her gece kahveye çıkıyoruz. İyi de oluyor. Her gece, böylece biraz rahatlayınca cevap metniyle ilgili tartışmalar; karşılıklı düşünce alışverişi ve ortaya çıkan yeni fikirlerin not edilişi…” (s. 12) Tamam da o fikirler ne, civarda hiçbir insan evladı yok mu, kimlerle ne düşünce alışverişleri, hani merak ediyorum ama zerre anlatmıyor Kökden, öyle bırakıyor. Cuma namazlarını kaçırmıyor, camileri sorduğu zaman kilisenin yerini tarif edenlere şaşırıyor. Bakmaya üşendim şimdi, seyrek oynanan bir tiyatro oyunu varmış Voltaire’in, tekrar oynanacağı zaman meşhur bir caminin imamı protesto etmiş çünkü Muhammed’i kötü “gösteriyormuş” oyun. Sergiler, Picasso, Modigliani, duvarlardaki resimlerin listeleri. Hölderlin’in en meşhur metni, Alman romantizmine kıvılcım. Enis Batur’dan telefon, Nedim Gürsel’den güvercin, neyse ki e-postalar gidiyor da yazılarını ulaştırabiliyor Kökden. YKY’den sözleşme gelmiyor, yine gelmiyor, sonra geliyor ama gitmiyor, gidiyor ama gitmemiş aslında, nihayet gidiyor. Canetti yok, bir iki yazar daha yok, en azından Raymond Chandler buluyor bir tane Kökden, alıp okuyor. Nerede duruyor, nerede yavaşlıyor, sürüklenişinden başka bir şeyi nerede anlatıyor, misal: “Ardından, sarıyı pembeler izledi. Meyve ağaçları: Yazık ki isimlerini bilmiyorum. Pembelerin beyaza yakın açık renklisi var ya da çerçeve olarak -dış etki olarak- beyaz pembemsi olanlar. Sonra, manolyaların koyu pembesi ve siyaha kadar varan pembenin değişik tonlarındaki mor laleler. Aslında, pembeden sonra mor geliyor. Beyazla, neredeyse eş zamanlı; belki, biraz daha eş zamanlı mor salkım, mor lale, taneleri sıkı bir üzüm salkımını andıran mor sümbüller, leylaklar, uzun saplı mor süsenler…” (s. 56) İlkyazın değişen renklerine upuzun bir kayıt, onca gölün ve dağın kaydı yok. Renklere mi düşkün Kökden, başka nerede uzattığına bakacağım. İsviçre’de çok cigara içiliyor, gençler her yerde tüttürüyorlar, öyle ki ya araba kullanacaklar ya cigara içecekler, ikisinden birini tercih etmelerine dair devlet bir şeyler hazırlıyor. Irak’ta insanlar öldürülüyor, devletler ordularını geri çekiyor veya takviye kuvvet yolluyor. Her yıl yüz kişi kendini trenin altına atıyor İsviçre’de, otuz yıldır demiryollarında çalışan bir işçi o sese alışılamayacağını söylüyor, vücudun üzerinden geçen tekerleklerden gelen gürültüye. Her üç makinistten ikisinin kötü bir tecrübesi var. Kahve ve alışveriş, bu ikisi günlük rutin sanki, peynir ve konserve balık akşam sofrasının vazgeçilmezi. İsviçre’de bakır hırsızlığı artmış, Asya’ya ihracat. Bakır, çinko, ne varsa. Çin dünyanın en büyük demir ihracatçısı, dünyanın en büyük ikinci petrol tüketicisi. Çin dünyayı ele geçirecek, yirmi yıl öncesinden öyle görünüyor. Yerel pazarda her şey var ama maydanoz yok, ne olduğunu bile bilmiyorlar. Gazetede Kemal Derviş’le Orhan Pamuk var, o kanı ancak kar temizlermiş, diğer yanda da IMF’nin temizlik ekibi vardır herhalde. Kasımda hava inanılmaz soğuk, yazın da soğuk, hasılı hava genelde soğuk. Kahve ve alışveriş 36 frank, umumi hela 1 frank, hava beleş. Çeşitli yayın organlarında çeşitli yazılar, bir yerlerde bir şeyler çıkıp duruyor, Kökden durmadan yazıp gönderiyor. Yazmayıp gönderdiği de oluyor, onlar yayımlanmıyor. İstanbul’a gidiyor ara sıra Kökden, Ara Kafe’de buluşma, Semih Gümüş var, Celâl Üster var, birileri var. Meğer İsviçre’de nükleer santral varmış. Su kirleniyormuş, hayvanlar ölüyormuş, Alp buzulları eriyormuş da paniğe kapılmış İsviçreliler, suyu oradan karşılayamayacaklarsa nereden karşılayacaklarmış? Peter Handke’ye verilmemiş H. Heine Ödülü, bir sebepten vazgeçilmiş, ayrıntılarını Google’dan bulabilirsiniz. Ralf Rothmann ödül almış 2006’da, alır. Dağılan imparatorluklardan ne yetenekli yazarlar çıkmış, bizde de Abdülhak Şinasi, Halide Edib, Yakup Kadri. Borges üzerine bir yazı, acaba ne yazdı Kökden, acaba tam  olarak ne yaşadı orada, neler hissetti, bazı sokaklardan geçerken bazı duygulara kapıldı mı bilmiyorum, navigasyon aletine bakıp yön tayin etmeye çalışırmışçasına okudum günlüğü. Bir kere başladıktan sonra bırakamam çünkü su 2 frank, çekiç 3 frank, bilmem ne bilmem kaç frank.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!