Buzzati’nin bilimsel kurguyu katık yaptığı tipik metinlerinden. Tatar Çölü‘yle Bir Aşk arasında köprü vazifesi görüyor, iki hikâyeden de izler var, mesela insanın itip gitmesine yol açacak koşullara uyum sağlaması, mesela insanın aşkla uçarken fark etmediği kapana uyum sağlaması. Metinle ilgili incelemeleri eklemişler sona, Buzzati’nin pek eşelemediği bilimsel mevzudan ziyade insanın bilmem nesinin izlerini aramak gerektiğini söylemişler de oluyor mu öyle. Açıkçası nitemi konusunda bir şey söylemek zor, hikâyede bilinci çeşitli yapılara, binalara aktarılan bir insan var, süper bilgisayarın beyni parlak mavi yumurta şeklinde kendi zekâsı var, bu ikisi aynı yapıda yer alıyor ama işin nasıl kotarıldığı o kadar üfürükten ki üfürükten bile değil, karakterler açıklamanın çok uzun süreceğini söyleyerek havada kalan buluşların üzerine kuruyorlar olayları, bitti. Öyküye sıkışırmış, Ted Chiang’in neleri başardığını gördükten sonra, ne bileyim, Buzzati’nin en kötü metni diyesiyim. Ermanno Ismani’nin vay başına gelenler: X Üniversitesi’nde kadrolu elektronik profesörü olarak çalışan Ismani neşeli, korkak, ufak tefek, tombul bir adam, sıradan biri. 1972’de Savunma Bakanlığı’ndan bir mektup alıyor, Albay Giaquinto’yla görüşmesi lazım, önemli bir konu var. Ismani o kadar önemli biri değil kendince, neden çağrıldığını merak ediyor ve bakanlığın ilgili birimine gidiyor, geçmek zorunda kaldığı yüz iki aşamada da aşırı ihtimam görünce iyi bir işkilleniyor. Albay ulusal çıkarların yüceliği falan, yaveler sıktıktan sonra çok gizli bir görev teklif ediyor Ismani’ye, Profesör Endriade de o görev üzerinde çalışıyormuş, ülkenin süper beyinlerinden ikisi üçü orada. Neresiyse orası, malum çölün havası Ismani ve Elisa’nın canını sıkacak bir süre, yüksek rütbeli subaylar hiçbir şey bilmiyorlar ya da söylemiyorlar, çift yola çıktığında şoförlüklerini yapan subay keza, bildiklerini gizliyor gibi konuşuyorlar ki Ismani bir sinir harbine şahit olana kadar tam olarak ne iş yapacağını öğrenemiyor. Absürtleştirilmiş gizlilik, Buzzati’nin imzası. 36. Askerî Bölge’ye girerlerken son kez soruyor yüzbaşı, geri dönmek isterlerse köprüden önce son çıkış orası. Giriyorlar.
Yüzbaşı gidiyor, sıradan hayatıyla arasındaki son bağın da koptuğunu fark ediyor Ismani, özellikle etrafındaki konuşmaların esrarengizliği artmışken. Askerlerden birinden durum: “‘Dışarıdaki dünyadan tamamen kopuğuz. Hiç kadın da yok. Bir de bu askerî sır var işte. Bütün bu sırlar… Neyi koruduğumuzu söyleseler bari. Eğri oturup doğru konuşalım, burası aslında hapishane gibi bir yer… Yine de… yine de… hiç kimse buradan ayrılmak istemiyor, biliyor musunuz? Sıkıntıdan patlasak da, her gün birbirinin aynı olsa da, kadın yüzü görmesek de…’” (s. 32) Çalışmalar on yıldır sürdürülüyormuş, atom bombası üretildiğini düşünen var da yıl 1960, mevcut teknolojiden bir adım sonrasını düşünen kimse yok. Sekiz yıldan sonra işçilerin büyük kısmı gönderilmiş, aslında çalışmaların sonuna yaklaşıldığı ortada ama santral midir, füze rampaları mıdır, ortaya çıkan yapıların ne işe yaradığını bilen yok. Askerler bazen tuhaf bir ses duyuyorlarmış, insan sesi gibi değilmiş, “yabancı dil” gibi tınlıyormuş, köpekler sesin geldiği yerden uzak duruyorlarmış. Gizemin yoğunluğu artıyor, iyi bir çözülme gerçekleşmeyecekse patlar ki patlayacak. Bakalım. Yeni karakterler giriyor hikâyeye, mühendis Strobele’nin eşi Olga Cottini bizimkileri karşılayınca ortaya çıkıyor ki Olga liseden eski öğrencisi Ismani’nin, üstelik Ismani dersten bırakmış kadını, potansiyel bir düşmanlık da beliriyor ufukta. Birlikte yemek yedikleri sıra bir dünya soru soruyor Ismani, hiçbirinin cevabını alamayıp iyice dertleniyor, orada neler oluyor? Aloisi nam meşhur bilim insanı birkaç ay önce ölmüş orada, çözülme sırasında işe yarayacak bir bilgi. Bu kadar modüler olunca kurgu, eh, görünürlük onca gizemin yanında oyunu açığa çıkarıyor, sonuçta bunların eşleştirileceği besbelli. Biraz daha eşelesinler, Elisa’yla Ismani gece yarısı yürüyüşe çıkıp sesleri dinliyorlar, yapıların içinde neler olup bittiğini merak ediyorlar derken birinin konuştuğunu duyup siniyorlar bir gölgenin altına. Endriade neler döndüğünü anlatacak artık, bilinmeyenler biriktikçe açıklamanın basitliği de artıracak okur üzerindeki etkiyi, mesela elektronik beynin piyasaya çıkması ne kutlu olaydır öyle. Evet, büyük ama önceleri daha da büyükmüş, Paris boyutunda bir şehri dolduracak kadar. “Bir Numara” diyorlar, dil berrak bir zihnin en büyük düşmanı olduğu için ses göstergeleri üretemiyor BN, verilen hesaplamaları yapması yeterli. Ey, askerlerin duyduğu ses ne ola, Strobele bütün imaları reddederek o kadar büyük bir makinenin elbet ses çıkaracağını, konuşmakla ilgili hiçbir şeyin var olamayacağını söylüyor. Tabii yanılıyor ama biraz daha gidelim böyle: “‘Böyle karmakarışık bir yapıyı; beynin gülünç bir taklidini yapmak için ya da hesaplamalar yapan, duyguları kaydedip hatırlayan, gülen, ağlayan, hapşıran, sorunları çözen bir robot üretmek için inşa etmek bir delilik, hatta suça varan bir çeşit aptallık olurdu. Peki neden yaptık o halde? Nedeni… Geçen binlerce yıl içinde akıl yürütmenin, en azından şartlı reflekslerin ve duyarlığın yavaş evrimini, gelişimini düşünün… Anlatabiliyor muyum?’” (s. 81) İnsanın biyolojik arızalarına sahip olmayan bir biliş, üretilen bu gibi görünüyor, üretici insanın arızaları düşünülmediği için amacından saptığını bilen az. Strobele onu anlayıp anlamamanın “özel bir duyarlılığa dayandığını” söylüyor, kıps, bu sebeple getirmişler Ismani’yi ki zihinsel işlevleri ifade eden sözcükler oluştursun, işaret bileşimine karşılık gelebilecek kelimeler bulsun. On yıldır üzerinde çalıştığın bir proje var, on yılın sonunda başarıya ulaşıp ulaşamadığını gösterecek kanıtlara erişebilmek için elektronik profesörü getiriyorsun ama iddiana göre başarıya ulaşılmış, yedi beynin yapabileceğini o zamazingo yapıyor. Burada iyice koptum, Buzzati ödevini yapmadığı için nereye bağlayacağını merak ederek okudum gerisini. Rüya da görüp görmediğini soruyor Ismani, evet Ismani, mutlaka görüyordur çünkü Strobele’ye göre geceleri daha çok kestiriyor bu mambo cambo, işleri yavaşlatması kendini sakinleştirdiğini gösteriyordur kesin.
Elisa bir gün Endriade’nin evine geliyor, gördüğü fotoğraflardan birinde ilkokul arkadaşı Laura De Marchi var. Endriade’nin ilk eşiymiş Laura, birbirlerini çok sevmişler ama bir trafik kazasında ölmüş kadın on bir yıl önce. Hmm. Arabayı Laura kullanmıyormuş, Endriade de kullanmıyormuş. Hmm. Şoförün tanıdık çıkacağını söylemeye gerek yok, Endriade’nin ittifak kurmak için BN’nin ardındaki sırrı açıklamasından bahsetmeye gerek var, hikâye artık bu çizgiden ilerleyecek. Sesi dinlemesini söylüyor Endriade, yapılardan gelen o yüksek seste tanıdık bir şey yok muymuş? Varmış, dehşete düşüyor Elisa, duyduğu onun sesi, Laura’nın! Hiç sorgulamıyoruz, bütün o terasların, duvarların, penceresiz yapıların Laura olduğunu hayretle okuyoruz, vaov. Projenin başında dünyaya kimi getireceklerini düşünmüşler, Endriade’nin ortağını söylemeyeyim, Laura’yı getirmek istemişler. Açık mavi bir yumurtanın içinde Laura’nın zihni, oraya nasıl konduğuna dair hiçbir şey yok. Sonra o yapıları yapmışlar, beyni geliştirmişler, artık süper zekâ bir zihnin yanında Laura’nınki de varmış, üstelik bedeniyle birlikte. Affedersiniz, küçük bir binaya girip girip çıkan Endriade’yi canlandırdım gözümde, matrak. Eh, işler planlandığı gibi gitmiyor, saniyede milyon işlem yapabilen beyinle birleşen Laura’nın işkence çekip çekmediğini bilmiyorlar zira dil yok, Ismani denklem menklem çözüp o gürültünün anlamını açığa çıkarınca felaket, kadın acılar içinde kıvranıyor zira uyum sağlayamayacağı bilişsel aktivitelere boğulmuş, bedeni de yok, göğüslerini arıyor mesela. Gerisi asıl beynin marifetleri, bizimkileri tongaya düşürmeye çalışması. Falan.
Fikir iyi ama kurgu o kadar kötü ki Buzzati’ye rastlamak için okunur anca, hani kurgularını çok özleyenler için bir veda olur bu metin.
Cevap yaz