Joseph Conrad – Sır Ortağı

İnsanlıktan herhangi bir izin olmadığı denizler anlatıcıya terk edilmiş meskenler gibi geliyor, balıkçılık alanını belirleyen kazıklar “gizemli bir biçimde” yarısına kadar suya gömülü ama tropikal balık âleminin sınırlarını ne belirliyor belli değil. Sağda manzara bu, solda adacıkların üzerinde kalıntıları andıran yapılar var, duvar ve gözetleme kuleleri sanki, ufacık kalan ağaç kümelerinin iki yanından yükselen nehrin ağzı yakınlarda, dönüş yolunun bir kısmı yakınlardan geçtiği için insan elinin değmediği yerleri titizlikle betimliyor anlatıcı. Bir uçtan bir uca tekdüze uzayıp giden ufka bakınca gözü dinleniyor, yakınlardaki şilebin soluk dumanı hareket eden tek öge. “Gemi uzun yolculuğunun başlangıç noktasında, engin bir durgunluğun ortasında hiç kıpırdamadan suyun üstünde süzülüyor, batmakta olan güneş, direklerinin gölgesini uzun uzadıya doğuya yatırıyordu. O anda güvertesinde yalnızdım. Tek bir çıt bile çıkarmıyordu ve etrafımızda hiçbir şey hareket etmiyor, hiçbir şey yaşamıyordu; ne suda bir kano ne havada bir kuş ne gökte bir bulut.” (s. 12) Yıldızlar belirince dostunu görmüşçesine seviniyor anlatıcı, sessiz birlikteliğin sevincinin kaybolmasında yavaş yavaş yükselen seslerin yanında insansız doğa, hareketsizlik, uçsuz bucaksız boşluk kaydetmeye değer hale gelmiş. Anlatıcının merceği kasten büyük, hikâye boyunca başka pek az noktada bu kadar detaylı bir manzara çizip huzursuzluğunu belli edecek, tehdit altında olduğunu hissettirecek. Sesler yükseldi, nedir, kamarot çabuk çabuk yürüyor, biri el çanını çalıyor, tayfanın çıkardığı gürültü anlatıcı için sıkıntı vericiyse sorunun sebebini gemide aramalı, en başta anlatıcıda. “Ben hariç kimsenin üzerinde durmasına değmeyecek çeşitli olaylar sonucunda, yalnızca iki hafta önce geminin komutasına atanmıştım. Keza mürettebatın geri kalanını da pek tanımıyordum. Tüm bu insanlar yaklaşık on sekiz aydır birlikteydiler ve ben de gemideki tek yabancıydım. Bundan bahsetmemin nedeni birazdan yaşanacakların üzerinde belli bir etkisinin olması. Oysa tüm bunlardan da öte, kendimi gemiye yabancı hissediyordum, ayrıca açık konuşmak gerekirse kendime de yabancılaşmıştım.” (s. 13) Gemideki en genç ikinci adamdır kaptan, dünyanın bir ucunda yalnız başınadır, tayfasından çekinir zira isyan durumunda ne yapacağını bilmez. Gerçi isyan edecek hiçbir sebep yoktur, kaptanın az buçuk da olsa yetenekli olduğunu anlayacağız ama kaygı derecesinin yüksekliği işleri tepetaklak edebilir. İkinci kaptanın yuvarlak gözleri ve ürkünç bıyıkları, kamarotun ansızın ortaya çıkıp tuhaf konuşmalar yapması, güvensiz bakışlar derken anlatıcı olağanüstü macerasına hazırlanmış olur, Sephora nam şilebin nehir boyunca ilerleyeceğini duyunca uykusuz kalır, gece nöbetini bir başına tutmak istediğini söyleyerek tayfasını meraklandırır, kaptanın nöbet tuttuğu nerede görülmüş. Gemiyi dolanır kaptan, denizlere atılmasına yol açan sorunların çok uzaklarda kaldığını, hayatını tercihleriyle elinde tutmayı başardığını düşünerek sevinir diğer yandan, zihnini şöyle bir sallayınca -gece ve insanlar, ıssızlık ve duman, hızlı duygu geçişleri- her türden düşünce iç içe geçer. Derken ip merdiveni görür kaptan, mektupları getiren tayfanın merdiveni çekmeyi unuttuğunu düşünür önce, aşağıda birinin olup olmadığına bakar. Merdiven bahsiyle başlıyor aslında, aşırı yoruma açık, kaptan kendisi atmış olabilir mi merdiveni? Kadavra misali salınan adamı görür bakarken, su üstünde bir beden, sırtı şişmiş, yeşilimsi. Purosunu düşürür kaptan, şıpırtı ve sönme sesi, kafa yukarı çevrilir o sıra. Siyah saç, yuvarlak yüz, korkan kaptan donup kalır. Merdivene tutunup tırmanmaya başlayan adamı engellemeye çalışmaz oysa, konuşmaya başlarlar. Leggatt adamın adı, saat dokuzdan beri suda olduğuna göre aşırı yorgun olmalı, kaptan hemen kabinine götürüyor adamı. Tuhaf. Geceliği tam uyuyor adama, yüzü kaptanınkini andırıyor ki bu benzerlik hayatını kurtarıyor denebilir. Kaptanın. Adam şilebin ikinci kaptanıymış ama bir süre önce ayrılmış gemiden, birini öldürdüğü için. Kaptan soruyor, ani bir öfkeyle öldürdü herhalde, evet, başını sallayınca benzerlik iyice açığa çıkıyor. İkisi de Conway’li, kaptan bir iki yaş daha büyük. Ölen adam tam bir baş belasıymış, millete işini yaptırmazmış, denizden gelen adamın cinayet işleme sebebi bu. “Sanki yaşadıklarımız da tıpkı kıyafetlerimiz gibi aynıymış gibi beni ikna etmeye çalışıyordu. Bu tip kimselerin, yasalarla dizginleme yolunun bulunmadığı yerlerde, etrafını yozlaştırmalarıyla ortaya çıkarabilecekleri tehlikelere ben de yeterince aşinaydım.” (s. 21) İkiz bunlar, korkuları aynı, sanki bir Henry James metnindeyiz de onca değişimi anlamlandırmak elimizden öpüyor. Misal ikinci kez babasının Norfolk’ta rahip olduğunu söylüyor denizden gelen adam, kaptana göre adam yorgunluktan ve korkudan unutmuş söylediği şeyi de tekrar ediyor ama ilkini kendisinin söylediğini düşünüyorum, adamın söyleyeceklerini belirliyor aslında, bilincine parazit gibi tutunan ikizini yönlendiriyor sadece. Düşünüyorum, tayfanın tekinsiz tavırları, kaptana korkuyla yaklaşmaları da buna bağlanabilir, adamın yalnız başına konuştuğunu gören varsa. Ki sayıyor kaptan, horlamaları duyunca uykuya dalan kişileri tahmin ediyor da kamarotun ortada dolanması yüksek ihtimal, o duymuş da tayfaya yaymıştır ilginç haberi. Kaptan tayfasından korkuyor, bariz, karşısındaki ikizi belki de kendisinin yapacağı şeyi kısa süre önce yapıp gemiden kurtulmayı başarmış. Şimdi sığınacakları bir kaptan kamarası var, kamara demeye bin şahit ister o da. Kaptanın yatağında yatar adam, sesler çoğaldı mı tuvalete kaçar, görünmemeye çalışır. İkinci bölümde göreceğiz, bütün gemi yemek salonuna toplanmışken kamarot ayaklanır, kaptanın kamarasına gider. Boğuşma sesleri, en azından bir haykırış bekler kaptan, hiç ses gelmeyince şaşırır. Kamarot kimseyi görmemiştir orada, oysa görülmeyecek gibi değildir, küçücük yer. Kaptanımız ya uyduruyor adamı ya da çok iyi saklanmış adam, kimseye görünmüyor. “Sürekli masadaki yerimin karşısında kalan kapının gerisinde, o yatakta uyuyan kendimi, gizli kendimi gözlüyordum; sanki geleceği, atacağım adımlar kadar kişiliğime de bağlıydı. Bu bayağı delirmeye benziyordu ancak bir yandan da bunun farkında olduğum için durum daha kötüydü.” (s. 34)

İkinci bölümde şilebin kaptanı bizim gemiye çıkar, cinayeti anlatır ve bizimkini şöyle bir yoklar, acaba gemiye çıkıp saklanmış mıdır içeride bir yerlerde? Hani kaptanın haberi olmadan da çıkmış olabilir ama kuşkusu bu kadar, gemiyi aratamaz tabii, güvensizlikle dolarak ayrılır gemiden. Tayfanın güveni de kaybolur, artık herkes korkunç bir şeylerin olmasını bekler zira rüzgâr çıksın diye bekledikleri onca zaman boşa geçmiş gibidir, yaprak kıpırdamaz ki denizin ortasında neyin yaprağı. Neyse, delirmeye ramak kala rüzgâr çıkar, gemi hareket eder ama çok tehlikeli bir manevra yapmadan rüzgârın gücünü toptan alamayacaktır. Denizden gelen adam gemiden ayrılmaya karar verir, kimseye görünmemek için kaptanla plan yaparlar. O sırada kıyıdaki rüzgârı yakalamak için yavaş yavaş kıyıya yanaşmaktadır gemi, kaptanımız korkulardan korku beğenir zira tayfa da isyan etmeye başlamak üzeredir. Savunma mekanizması hiç o kadar parlamamıştır, kendini denize bırakıp yüzmeye başlayan adamımızın şapkasının suda yüzdüğünü görür kaptan, böylece hangi noktada emri verip yelkenleri açtıracağını gecenin kör karanlığında görür. Çıldırmış bir denizdir altında uzanan, ona da güvenmemektedir uzun süredir, yine de parçalanmaya ramak kala doğru kararı alıp hem gemiyi hem tayfayı kurtarır, kaygıları ortadan kaybolur böylece. “Evet, sanki ikinci benliğimmiş gibi, kabinimin ve düşüncelerimin sır ortağının, bana kerteriz olması için geride bıraktığı beyaz şapkamın parıltısını son anda yakalayabildim, o ise cezasını çekmek için kendisini sulara bırakmıştı: Özgür bir adam, gururlu bir yüzücü yeni kaderine doğru kulaç atıyordu.” (s. 65)

İnce ince örülmüş, bakış açılarını çeşitlendirerek olayları farklı açılardan inceleyen bir kurmaca. Dört dörtlük. The Babadook‘un, Under the Shadow‘un dinamiğine sahip muhtemelen, travmatik deneyimin hortlamasından kurtulabilmek, onu dönüştürerek.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!