The Man From Earth‘te geçen bir replik vardı, bilimin keşfettiği olguların ilk olarak sanatsal konseptlerde ortaya çıktığı söyleniyordu. Örneğin galaksilerin hareketlerini ilk olarak Voltaire “sezmiş” ve eserlerinde yer vermiş buna, o zamanlar için muazzam bir sezinleme. Birbiriyle bağlantısız gibi gözüken şeyleri eğretilemelerle bağlama sanatı değil bu, ilginç bir paralellik görülebiliyor. Borges’in “Bellek Funes” öyküsünden bir paragraf: “İngilizce, Fransızca, Portekizce, Latinceyi çok kolay öğretmişti. Fakat düşünme konusunda çok becerikli değildi sanırım. Düşünmek farklılıkları unutmak, genelleme yapmak, soyutlama yapmak demektir. Funes’in kalabalık dünyasında neredeyse sınırsız ayrıntılar dışında bir şey yoktu.” (s. 178) 1942’de yayımlanan bu öyküde tipik Borges izlekleri görülebilir, yansımalardan sonsuzluğa varmanın başka bir biçimi olan sonsuz bellek etrafına örülmüş bir öykü, Yaratan‘da okunabilir. İlginç olan şey bu tür bir belleğin varlığının bilimsel olarak açıklanamamış olması, o zaman için. Tarihte örnekleri var, Plinius’a göre bütün askerlerinin adını bilen Pers Kralı Koreş, Roma’daki herkesin adını bilen Scipio, kütüphanedeki her kitabın her bir sayfasını ezberden aktarabilen Charmadas yetenekli insanlardı, adları günümüze kadar geldi. Borges’in de çok sağlam bir hafızası olduğunu söylüyor Quiroga, bir röportajda belli bir kitabın belli bir sayfasını söyleyerek alıntısını temellendirmiş, tabii bunda daha çocukluk çağında er geç kendisini yakalayacak körlüğü hissetmesinin de etkisi var. Beri yandan bu tür bir yeteneği/arızayı bütün tanılarıyla ortaya koyması hayret verici. Borges bahsedilen öykünün kendi uykusuzluğunun bir metaforu olduğunu belirtiyor, belki uykusuzluk sürecinde dipsiz kuyuya attığı sözcüklerin, paragrafların, kitapların yüzeye çıkmasını imleyip kurmacada kendini canlandırmıştır diyeceğim, zaten her metninde kendini farklı biçimlerde anlattığını biliyoruz. Nörobilimin henüz emekleme döneminde olduğu bir zamanda nokta atışının böylesini gören Quiroga çok şaşırmış, Borges’in eşi María Kodama’ya ulaşarak yazarın kitaplığına bakmak istediğini söylemiş, ardından Buenos Aires Üniversitesi Pozitif Bilimler Fakültesi’nde bir sempozyum düzenlemişler. Borges babasının kitapları sayesinde sağlam bir felsefi temel edinmiş, insanın bilişsel yapısına ve maddeye dair kafa yoran Platon, Aristoteles gibi filozofları çalışmış, dolayısıyla kitaplığında nörolojiye dair bir şey olmasa da felsefi kaynaklara ulaşarak kendi çıkarımlarını yapmış, öyküleştirerek. Böylece modern deneylerin bulgularına oldukça yaklaşmış, müthiş bir şey. Garipsemiş olmalı başta, Asimov’un, “Evreka!” yerine, “Ama bu çok tuhaf…” dediğini düşündüğü bilim adamları gibi. Bu inceleme Borges’in ilginç buluşlarının bilimsel karşılıklarını içeriyor denebilir, okumalarını nöroloji üzerinde yoğunlaştıranlar vakalarla başka metinlerde karşılaşmış olabilir, hatta aynı vakayı dördüncü kez okudum ama işin içine Borges’in metinleri girince mesele enteresan hale geliyor. Quiroga için de böyle. “Hatıraları üretirken kavramları sentezlemek, soyutlamak isteriz. Genellikle ayrıntıları hatırlamak istemeyiz, aksi takdirde sonumuz Funes gibi olur. İşte ben de, Borges’in öykülerinden birinde olduğu gibi, yorumu zaten gözümün önünde, en az yarım yüzyıl önce yazılmış, üstelik gençliğimde okuduğum ama belleğimde bir yerlerde kaybolup gitmiş olan bir kitapta var olan keşifleri anlamaya çalışma konusunda saplantılı bilimci olarak arayışa giriştim.” (s. 15) William James, John Stuart Mill gibi düşünürler bellek üzerine kafa yormuşlar, Quiroga ve Borges bu düşünürleri biliyorlar, metinlerine aşinalar ama Borges’in Şereşevski’den haberi yok, Funes diğer pek çok vakaya benzediği gibi bu ilginç Rus’a da benziyor. 1920’lerde Rus psikolog Aleksander Luria’nın bilim dünyasına tanıttığı Şereşevski -bundan sonra Ş.- ileri derecede sinestetik, “unutmayı başaramaması” bu özelliğinden kaynaklanıyor. Ş. upuzun sayı dizilerini, anlamsız heceleri, ezberlenecek ne varsa her şeyi ezberliyor ve yıllar geçse bile hafızasındaki veriler kaybolmuyor. Bilişsel bir harita oluşturduğuna inanılıyor Ş.’nin, örneğin “1” sivri uçlu bir rakam, “2” dikdörtgensi ve beyazımsı. Her rakam için bir imge, birden fazla algı. Binlerce sayının oluşturduğu bir resim düşünün, Ş. bu resmi oluşturduktan sonra benzer resimlere sahip değilse hiçbir koşulda unutmuyor resmi. Bunun yanında hiçbir şey okuyamıyor, çalışamıyor, en basit işlemleri yaparken zorlanıyor, çünkü çağrışımların önüne geçemediği için çok basamaklı işlemlerde başarısızlığa uğruyor. H.M. de ilginç bir dertten mustarip, kafasına darbe aldıktan sonrası yok. Hiçbir şey hatırlamıyor. Yemek yediğini hatırlamıyor ve açlık hissediyor, beynin belli bir bölgesine giden sinyal yok çünkü. Metin daha ayrıntılı, beynin yapısı ve hangi bölümlerden oluştuğu, nöronların hangi bölgelerde ne gibi işlemleri gerçekleştirdiği anlatılıyor, geçiyorum ben bunları. Kısa ve uzun süreli bellek, algı-beyin bütünlüğü gibi meseleler de genişçe bir yer kaplıyor, bunları da geçiyorum.
Borges kendisini Funes’e benzeten bir gazeteciye belleğe çok bel bağlamamaya çalıştığını, sürekli ileriyi düşünerek yaşadığını söylemiş. Sürekli ileri, Manguel dahil pek çok insana kitaplarını okutuyor, sürekli üretiyor ve belleğine hapsolmamaya çalışıyor. Sinestezisi var mıydı acaba, merak ettim. Kısa süreli belleğini sürekli işler halde tutmaya çalışıyor Borges, bilinç akışının gerçekleştiği kısa süreli bellek en fazla yedi ögeyi kısa bir süreliğine bir arada tutabiliyor, ardından yeni veri geldikçe eskileri siliyor. Öykülerindeki zenginliği bu tür bir biliş disiplinine borçlu muhtemelen Borges, neyi nasıl bağlayacağını bağlayana kadar kendisi de bilmiyor muhtemelen, bir anlık parıltıları yakalayarak bir araya getiriyor ve kısacık öykülerde birleştiriyor, biçemin bozulması mümkün değil, bilinçli bir şekilde sıkılaştırılmış çünkü. Öyküleri de zihnine benziyor Borges’in.
Aristoteles’in beden-psike ilişkisi, Kartezyen düalizmin yeni bir biçime soktuğu bilişsel şekle kavuşarak yakın tarihe kadar geldikten sonra 19. yüzyılla birlikte nöronların ağırlığı belirmeye başlıyor, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra cerrahların girişimiyle beyin hakkında daha fazla şey öğreniyoruz, örneğin Kartezyen düalizm yanlışlanıyor, zira bedenle bilincin -ruhu?- birbirinden ayrılamayacak kadar karmaşık bağlara sahip olduğu anlaşılıyor, deneyler beyin söz konusuysa herhangi bir ayrımın yapılamayacağını gösteriyor. Bu durumda Kim Peek gibi savantların beden kurgularını merak ediyorum, sorulan sorulara mantıklı cevap veremiyorlar, saçmalıyorlar ama bunu bir itkiyle yapıyorlar, sanki beyinlerindeki şemayı aktaramıyorlarmış gibi. 9.000 kitabı noktalama işaretlerine kadar ezberleyebilseler de ABD başkanının neden astronot olamayacağına dair sorulan sorulara delice cevaplar veriyorlar, analitik zekâlarını kullanamıyorlar, dolayısıyla dâhilikleri muhteşem bir görsel algıdan/hafızadan öteye gidemiyor. Funes işte. Kısmen Borges. Beynin belli bölgelerine daha çok akım ulaşıyor, belli bölgelerine hiç ulaşmıyor, muazzam bir çeşitlilik çıkıyor ortaya. Quiroga’nın bu çalışmasını Borges hayranları okusun, nörobilime merak duyanlar da okusun.
Cevap yaz