José Mauro de Vasconcelos – Yaban Muzu

Zezé meze diye diye adamın über metinlerini es geçmişiz, ayıp. Asıl olay buradaymış. Bugün ilk iki romanını okudum, de Vasconcelos yaşamının sonlarına doğru yazdığı metinlerde çocukluğunun dünyasına dalmış da önünde giderek büyüyen noktaya varmadan rüzgârın her şeyi alıp götürmemesini sağlamış denebilir, söylediğine göre kendini zorla yazdıran ilk metinlerse, neye benzeteyim, Platonov’un Can‘ıyla, Yan Lianke’nin Günler Aylar Yıllar‘ıyla, bizden Osman Şahin’in öyküleriyle aynı kıymette. Pamuk işçileri çıkıyor karşımıza, Orhan Kemal’le Yaşar Kemal’i elbet katarız ama daha çok Platonov ya, o aç güruhun hiçliğe karışmasının eşi dünyanın öbür ucunda da varmış. Yüzmeyi çok erken yaşta öğrenen Ze Mauro -arkadaşları böyle seslenirmiş, ben de arkadaşıyım- dokuz yaşında yüzmeyi öğrenmiş -Zezé’nin gittiği yüzme kulübünü hatırlayalım- ve onlu yaşlarından itibaren çalışmaya başlamış: amatör boks antrenörlüğü, tarım işçiliği, gemicilik, türlü türlü işler. Hikâye anlatma yeteneğinin doğuştan geldiği söyleniyor, küçüklüğünde de anlatırmış uzun uzun, sonraları gördükçe yazıya geçirme ihtiyacı hissetmiştir. Hızlı bir yaşam, kuzeydoğunun kurak ikliminde yaşama tecrübesinden dalgası fırtınası bol denizlerde ölümle burun buruna gelmeye dek ne serüvenler! Gördüğü hiçbir şeyi unutmaz, dinlediği insanları hatırında tutarmış yazar, romanlarını da kafasında oluşturduktan sonra oturup bir kalemde yazdığını söylüyor, ilk bölümün ardından son bölüme atlayabilirmiş mesela. Yapar, bölümlerde anlatımın değişmesiyle karakterin eylemleri arasındaki ilişkiyi de kurmuştur yazmadan, mesela Joel’le arkadaşları ormanın derinliklerinde yol alırlarken rehberlerinin adından türeyen o şarkı, şiir, her neyse, hikâyeyi şak diye kesip yerel hikâyeciliğin anlatım biçimine başvurmanın örneği. Joel odağında ilerleyen olay örgüsü yan hikâyeciklerle renk değiştirebiliyor sonlara doğru, kırsalın sert insanları silahlarını çektiler mi mutlaka öldürüyorlar birilerini, halka göre onlar cinayetleriyle konuşmayı seviyorlar, delifişeklerin hikâyeleri Joel’in önüne düşüveriyor bazen. Eklektik yapı, değişken biçem.

Fareler ve İnsanlar havası rahat alınır da asıl Butch Cassidy and the Sundance Kid tadı var, en azından Joel’le Gregorao’nun yollar başta ayrılmasa cuk oturacaktı. Anlatının başında Gregorao’yu içerken, etrafındakilere sarhoş sarhoş hikâye anlatırken görüyoruz, öldürdüğü adamları, kırdığı kemikleri anlatıyor. Güçlü bir adam, Joel’a göre Herkül’den hallice. Çok sevdiği eşi çocuğunu da alıp terk edince bir başına kalmış Gregor, kendini yollara vurmuş, yıllar sonra karşısına çıkan cılız çocukla biraz zaman geçirince oğluna benzetmiş de almış yanına. Joel o zamanlar çok genç, evden yeni kaçtığı için kırsalın sertliğini, yıldırıcılığını bilmiyor, Gregor olmasa öldürülüp piranalara atılırdı kesin. Hikâye ilginç, geçmişe dönülen bir bölümde Joel’i piyanosunun başında görüyoruz, annesi konser için oğlunu fişekliyor da Joel bıkmış, son konserine çıkacağını söylüyor. Büyük hayal kırıklığı ailesi için, gitmiyorlar salona, Joel eve döndüğü zaman radyoyu da kapalı buluyor, dinlememişler. Basıp gidiyor çocuk, ülkenin derinliklerinde kaybolmak istiyor. Kendisi gibi birine daha rastlıyor ileride, beklentilerden bıkan çocuklar hayata en kısa yoldan atılmak için işçilerin arasına katılmakta buluyorlar çareyi. “Yavru” dediği Joel’e hayatı öğretiyor Gregor, başta tepeden baktığı çocuğa iplerini ne zaman veriyor muamma. Kavga çıkardığı zaman Joel gidip kolluk kuvvetlerine rüşvet yediriyor, yalvarıyor, kurtarıyor adamı, belki bu yüzden Joel’in sözünden çıkmıyor Gregor. Şapşal mı, biraz tutuk bir adam ama kesinlikle aptal değil, içtiği zaman sağı solu belli olmuyor sadece. Yan hikâye: Gregor’un sevdiği kadın haber yollar, beş yüz papel uçlanacaktır Gregor da Joel hemen araya girip arkadaşını uyarır, sonra kadını görmeye gider. Kadın aslında Joel’e kesiktir, sevişirler, Joel durumu Gregor’a anlattığı zaman adam üzülür ama belli etmez, hiç görmediği çocuğunun yerine koyduğu Joel’in büyüdüğünü düşünüp teselli bulur. Dayanamaz Joel, orada kaldığı müddetçe hayallerini gerçekleştiremeyecektir, bir gün Gregor tekrar hapse girer, Joel arkadaşının dağıttığı mekâna gidip cebindeki bütün parayı verir, karakola gittiğinde oraya da mama bırakır, en son Gregor’un bir hafta boyunca orada tutulmasını ister ki rahat rahat gidebilsin, izini kaybettirecek zamanı olsun. Hikâyeyi bölümleyelim kafadan, bu noktadan sonra ikinci bölüme geçiyoruz, Joel elmas madenlerine gitmeye çalışıyor.

Bilgi bombardımanı yok, serbest dolaylı anlatıcı Joel’in bildiğinden ötesine geçmiyor, bütün teferruatı bir araya getirip de höy diye bırakmıyor ortaya, gıdım gıdım veriyor. Madenlerde sağlam para kazanıyor işçiler, çoğu hemen yiyip tekrar o kara çukurlara dönmek zorunda kalıyor ama Joel akıllı, biriktirip kurtulacak oralardan. Madenlerin bulunduğu yere gitmek zor, bütün parasını Gregor’u kurtarmak için kullanan çocuğun durumu zaten kötü, beş kişilik tayfaya altıncı olmasa başına gelecek vardı. Hikâyelerini anlatıyorlar, aralarından biri Joel’in yaptığını yapıp anlatmak istemediğini söylüyor, hikâyenin geri kalanında adamdan bir yamuk yapmasını bekledim ama herkes yaşamını anlatmak zorunda değil, kimileri sessizliğe sığınıyor ölümün o kadar yakınındayken. Üç kuruş paraları var, kıyafetleri yırtık pırtık, tekneyle gidebilecekleri kadar gidip ormana girdiklerinde işleri iyice zorlaşıyor. Açlık, dev sivrisinekler, nehirde piranalar, önüne geleni öldüren yerliler ve pumalar, tehlike çok. Arkadaşlarını kaybeden Joel bir gece hamağını iki ağacın arasına kurup uykuya dalarken o sesleri duyup taş kesiliyor, yakınlardaki puma hamağın altından geçip giderken kalbi duracak çocuğun neredeyse. Gerçekten de ölüme hiç o kadar yaklaşmamıştır, açlıktan düşüp bayılınca çiftçinin biri yardımına koşuyor da yırtıyor. Burada az eleştirmeli, Joel’in ölüme yaklaştığı anlardaki umutsuzluğu tamam, muazzam çarpıcılıkta betimlemeler, bir şeyler, bir anda karanlık tarafa geçip arkadaşlarına dünyayı dar etmeyi düşünmeye başlaması? Geçişi görseydik, umutsuzluğun öfkeye evrimine de şahit olsaydık tadından yenmezdi, yazar cort diye şeytanlaştırıyor karakteri. Şeker çocuk intikam meleğine döndü, ana hikâyeye en bağlı yan hikâye: Joel çiftçiyle birlikte pek korkulan subaya gider, beş kişinin kendisini ormanda ölüme terk ettiklerini, üstelik parasını çaldıklarını söyler, miktarı da tam verdiği için adamları şak diye suçlu bulur subay, hapse attırıp yüzlerce sopa vurdurtur. Joel kendi hatası yüzünden geride kalıp yolu yitirince biraz bekliyorlar oysa, daha fazla beklemek ölümle sonuçlanacağı için yola devam etmeleri son derece anlaşılır. Joel parayı cukkalayıp iş güç peşinde koşuyor, eski arkadaşlarının tehdidine kulak asmıyor, üstünde silah falan yok. Gregor ortaya çıkıyor bir de, kaç zaman sonra izini bulduğu arkadaşının korumalığını yapıyor yine. Joel’in tayfayla karşılaşıp paralarına el koymasına kadarki çizgiyi ikinci bölüm, iş arama faslından Gregor’un Joel’i döverken yakaladığı tayfayı hacamat ettiği kısma kadar üçüncü bölüm, kaçış da son bölüm.

Ahbap çavuşlar yola düşüp askerlerden kurtulmaya çalışıyorlar, Joel’in planı tıkır tıkır işliyor bir yere kadar. Kurtulabilirlerdi aslında, Joel hacamat çatışması sırasında bacağından yaralandığını söyleseydi Gregor hemen müdahale edip kurşunu çıkarabilirdi, çocuğumuzun kafası buna ne yazık ki basmadığı için durum iyice kötüye gidince arkadaşını sırtına atıyor Gregor, o halde yürümeye devam ediyorlar nehre kadar. Kayığa atlayıp karşı kıyıya geçerlerse kurtulurlar, bakıyorlar ki bulundukları yakada değil kayık, karşıda. Silah sesleri geliyor yakınlardan, askerler az sonra tepelerine binecek. Gregor karşıya yüzüyor, döndüğünde bağırsaklar dışarıda, karın delik deşik. Piranalar. Yarası korkunç Joel’in, kayığa binip uzaklaşıyor, Gregor geride kalıyor. Vay Sundance Kid, vay Butch Cassidy.

Madenlerdeki sömürü, en ufak tartışmada silaha davranan insanlar, bitmek bilmeyen cangıl, dayanışma ve çatışma, biraz imge, biraz katı gerçek, müthiş bir toplam. Toplumcu az büyülü gerçekçi? Büyük yazar Ze Mauro.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!