Köyden kente göçenlerden ikisi. Milyonlar var böyle. Önce akraba hısım yanına, sonra briket kiremit ne varsa üçe beşe toplamaca, şehrin dışında bir yere gecekondu. On beş kez yıkılmış bunlarınki, on altıncıyı yapmışlar. Bu kalıp bir öyküde de geçiyordu, yine Ankara’ydı mekân, Çankırı’dan değil de Tokat’tan mı geliyorlardı neydi. On altıncı yıkılmamış çünkü Özal tapu vereceğini söylemiş, Kâmil de oyunu yapıştırmış Özal’a. Meryem’in de Özal’a vermesini istemiş ama kaçak göçek başkasına vermiş kadın, Kâmil bir öfkelenmiş! Kadın kısmı kocasının oy verdiği partiye oy vermeli, kocası yüz söylüyorsa o bir söylemeli, adam ne diyorsa sözünden çıkmamalı. Kâmil dertli, şehirde kadınların sesi yüksektenmiş, üstelik dinlemiyorlarmış da, kafalarının dikine. Çalışmaktan oluyormuş, kadınları çalıştırmamak lazımmış, bu yüzden gelini işe girmek istediğinde karşı çıkmış Kâmil. Yeni almışlar, hemen işe verince beygir muamelesine maruz kaldığını söylerlermiş kızın, başa bela. Nasıl geçinecekler bilmiyor Kâmil, Meryem çalışmasa aç kalacaklarının farkında ama kodlardan kurtulamıyor. Çocukları kurtuldu mu belli değil, belki torunları. Üniversite gören ilk kuşak olur torunlar, zehir gibiler, ilkokuldan ötesini görmediğimiz için tahmin yürütürüz anca. Meryem sayesinde okuyorlar, Kâmil’e kalsa hemen bir zanaat edinirler, çalışmaya başlarlar, yoksa memur olup sürünürler. İyi bir şey olmayacaklarsa, savcı veya doktor, okumanın lüzumu yok, üç kuruşa ömrü yakmak onca fırsatın ortasında mantıksız. Kendileri de istifade edemiyorlar gerçi, Kâmil odacılık yaparken olmadık işlere bulaşıp kariyerini baltalıyor, Meryem askerlerin, doktorların evlerinde hizmetçilik yaparak kuş kadar bir para kazanıyor ki sigorta falan hak getire, yaşlandığı zaman Kâmil’in eline bakıyor. Kuma getirmişti Kâmil, bir daha getirmeye çalışınca Meryem şarlıyor ama ileri gidemiyor o kadar, adam evden bir kovsa gidecek yeri yok. Çocuklara aldılar, köyde yaptırdılar bir tane, Ankara’da oturdukları ev var ama Meryem’in üzerine bir tanecik ev var yok, onda otursa gelir nereden bu kez, evi satmak zorunda kalacak. Kâmil ekonomik üstünlüğü bırakmak istemiyor kısacası, Meryem’i kendine muhtaç durumda tutmak istiyor, çocuklar sağa sola dağıldıkları için etkisizler. Füsun var bir, öldü sanılıp gömülen kız, babasını bir o sever görünüyor. Garip hikâyeler var, hani Müge Anlı’dan önce Artun Ünsal derlemiş diyebiliriz. Bu kız doğuyor da illetli, hastalığını gösterdikleri zaman öldü ölecek durumda doktorlara göre. Hacettepe’deki bir doktor çoktan öldüğünü söylüyor, götürüp gömüyorlar. Meryem gece rüya görüyor, kocasını bağır çağır kaldırıp doğruca mezara. Ses geliyor topraktan, hareket var, şükür çok derine gömmemişler. İlaçtı tedaviydi, yoksulluk ilmühaberi veya Meryem’in evlerine gittiği doktorlar olmasa karşılayamayacaklar, bu sebeple para yönünden darda kaldıkları azdır. Bilgisizlikleri yüzünden hastalığa yakalanırlar bir, kendilerine ederler, mesela yanıklara kına sürdürüp katmanı kazırlar, sonra bir kat daha kına, tekrar kazımaca. Yara iyice bellebeş olur, Hacettepe’deki yanık ünitesine gittikleri zaman doktor bir şey dememek için kendini zor tutar, tıbbi tedaviyi başlatır. Bu da evlere şenlik, Meryem naylondan bir elbise giydirir oğluna, gece gündüz o elbise. Sokakta oynadıkları sırada arkadaşlarından bir tanesi kibriti çakar, çocuğun kıyafetine dokundurur. Feryat figan kendini yere atar oğlan, yuvarlanır, etraftakiler koşturup alevleri söndürürler ama çocuk da iyice yanar. Bu ailede çocukların canlı kalmaları, büyüyebilmeleri mucize gerçekten, Kâmil evinin orta yerine duvar örmeye kalktığında boşlukları çamur mamur bir şeylerle tıkar, duvar tabii ki yıkılır. Çocuğun üzerine. Elleri ayakları enkaz altında kalır oğlanın, hemen doktora giderler, bütün tırnaklar çekilir, sargılar, bilmem ne. Öğrenmiştir Kâmil, duvarı dimdik değil de biraz eğimli dikmek lazımdır, ikinci denemede başarır ve övünür kendiyle. Çocuk, işte, olur öyle şeyler, vura çarpa büyüyecektir zaten. Amerikalıların yaşadıkları yerde çöplükleri karıştırırlar, bulduklarını yerler, değişik bir şey çıkarsa saklar çocuklar, öyle renkli hayatlar. Bozuk yemekten de ölmemişler yani, sağlamlar. Bir gün hazine buluyorlar resmen, bir zımbırtının içinden altınlar, bilezikler, dövizler, hisse senetleri, tapular falan çıkıyor, hemen eve getiriyorlar. Kâmil korkuyor, döviz bulundurmak yasak o sıra, polis damadına sorduğu zaman altınları tutmaya, gerisini yakmaya karar veriyor. İnanılır gibi değil, adam dövizleri cayır cayır yakıyor, hisse senetlerini yırtıp atıyor, altınların bir kısmıyla arsa alıyor. Hepsi bu, elde başka hiçbir şey kalmıyor, “helal” paranın haram yiyicilerce iç edilmesine hayıflanıyor. Ünsal şahane bir damar yakalamış, Anadolu insanını doğrudan gözlemleyebiliyoruz. Çöpten gelen helal, havadan gelen baş tacı, çalışmak da karın doyurmaktan başka köşeyi dönmeye de yararsa iyi.
Çocukluklarından yaşlılıklarına kadar getiriyor hikâyeyi Artun, köyde gündelik işler arasında birbirlerine tutulan iki insanın yaşam serüvenlerini doğrudan kaydediyor onların ağzından, deşifresi önümüzde. Köy hayatına dair sağlam kaynak ayrıca, Kâmil’in anlattığına göre camiye bir süredir gitmeyen kim varsa sabah ezanından sonra evi basılırmış. Gençten biri olsun bu kaçak, 30-40 kişi evini basarmış kışın, yanlarında tabut. Genci tabuta koyarlar, çeşmenin başına götürürler, buz gibi suda bir güzel yıkarlarmış. Küçük bir mümin latifesi adeta, çok matraktır mübarekler. Başlığın dönüşümünü de görürüz, önceleri doğrudan para ödenirken süreçte ödeniyor artık. Erkek tarafı bitmek bilmeyen istekler yüzünden cayabilir, belli olmaz ama kızı alan da masraf yapacak yani, hele kız güzelse, eli iş tutuyorsa. İtibar meselesi, oğlanın kirvesi varsa arka sağlam demektir, yoksa baba ne kotarabiliyorsa. Neyse, Kâmil yoksul bir köylü, kaçırıyor kızı, yallah Ankara’ya. Yerleşiyorlar, biri odacılığa, diğeri temizliğe. Kâmil’in annesi de yanlarında, Meryem kadını pek sevmiyor önce de kocasının hayvanlıkları ikisini birbirlerine yaklaştırıyor. Kâmil para kazanmaya başladıkça hayatındaki kadın sayısını artırıyor, komşulara falan hallenmeye başlıyor. İlginç ilişkiler. Birini kıstırıyor Kâmil, imam nikahı kıyıyor, getiriyor eve. Meryem arıza çıkaracak gibi oluyor, elbet ayrılacaklarını bildiği için sessiz kalmayı tercih ediyor. Kadın gidiyor sonra, Kâmil’den olduğunu söylediği çocukların ondan olmadığı ortaya çıkıyor, sıkmış. Dört yıl geçiyor, Kâmil dallaması evine geri dönüyor, annesinin carcarından yılıp tuttuğu evi kapıyor. Vukuatları daha da var, bahsetmiyorlar, numunelik bir tanesini almışlar. Yine çocuklara döneceğim burada, sayfaları karıştırdıkça onların ana baba elinden çektiklerine denk geliyorum. “Dört polis geldi, Allah’ın emriyle kızı istedi. Biz verdik. Ondan sonra düğünü etti, aldı gitti. Nikâh olacağı zaman yaşını büyüttüler. Gürsel ile Füsun’u muhtar ikiz yazmış köy yerinde. Dokuz ay fark var aralarında büyük oğlanla. Gürsel’in de yaşı büyüdü onunla. Gürsel askere erken gitti…” (s. 75) Füsun’un yaşı 12, evlilik yaşı 15, üç yaş birden fırlattıkları zaman Gürsel kaç yaşında gitmiş oluyor askere, 17 mi? Polis diye, memur diye evlendiriyorlar çocuklarını küçük yaşta, ikiz değiller ama ikiz yazıldıkları için kızın oğlan kardeşi de yiyor paparayı resmen. Çok işleri var böyle, Kâmil bir yerden yağmalıyor aileyi, Meryem dengeyi tutturmaya çalışıyor ama gücü de yetmiyor pek. Paralar gidiyor, huzur gidiyor, neyse ki üçü beşi tutabildikleri için çocuklara dünyalık kalıyor, küfür yemeden ölebilirler. Belgesel gibi bir şey aslında, Ünsal kurgu metinlerden bildiğimiz yapıyı içeriden göstermiş, iyi.
Cevap yaz