Tahsin Yücel’in çevirisiyle 1950’lerde Varlık’tan çıkmış bu roman. Yaşar Nabi’nin hevesli, taze bir üniversite öğrencisine çevirmenlik yolunu açması on numara, Yücel’in dili özleştirme çabasının aşırılığı beş numara olsa, kurmaca yazarlığına altı diyelim, nereden baksak süper kazanç edebiyat için. İnternette eşelendim biraz, Can’ın yeni baskılarında sondaki ezan kısmı çıkarılmış, sansüre uğramış yani, orayı vereyim: Tartarin o çok istediği av gezisine çıkmış, Afrika’nın tuhaf ortamlarında dolanırken başına türlü iş gelmiştir, eve dönmesini sağlayacak gemiyi şansının yardımıyla bulmasından kısa süre önce civardaki caminin müezziniyle ilgili bir mevzu olur. Bu müezzin dini bütün bir kardeş olarak bilinmesine rağmen Tartarin’in kadınına yeşillenmiş, günah işlemiştir, karakterlerden biri perhizle lahana turşusu arasında münasebet kurar, olay bu. Sansürlük bir durum var mı, hani Can’ın bastığı bir romanda köpeğin adı “Mohammed” olduğu için kitap ışık hızıyla toplatılmıştır, sonrasında yaz indirimi zamanı sudan ucuza satılmıştır da neyse, yayınevinin böyle duyarlılıkları var ama yamuk büyük, “sansürlük durum” zaten can sıkıcıyken bunca küçük bir eleştiri yüzünden bölümün olduğu gibi çıkarılması kötü. Kontrol etmedim gerçi, söyleneni aktarıyorum. Yücel’in sunuş yazısından bahsedecektim, bilindiği gibi Daudet ikinci sınıf bir yazar olarak değerlendiriliyor, bizim 19. yüzyıl yazar tayfasının okuduğu üçüncü sınıf yazarlardan çok daha iyi olmasına rağmen en üst sınıfta değil. Yücel’den açıklaması: “Ne pek güçlü bir imgelemi, ne bilincin derinliklerine inen bir kavrama ve çözümleme yeteneği, ne özgün bir kurgu gücü, ne öyle derin düşünceleri vardır. Bu türlü özelliklerin onun aradığı şeyler olduğunu söylemek de zordur.” (s. 5) Nesi vardır, karakterleri çok canlıdır, gerçeklik duygusunu dank diye verir, orta halli insanların yaşamlarını ayrıntılarla zenginleştirir. Bu romanda gerçekçilik biraz abartılı, alayın ayarı sonuna kadar açıktır ama Tartarin de az buz bir şey değildir yani, Yücel’e göre Fransız yazınında unutulması zor tiplerden biridir. Benim okuduğum üçüncü Daudet metni bu, Sappho‘yu askerde okuduğum için pek bir şey hatırlamıyorum da “duygusal eğitim”in kötü bir taklidi vardı, esas karakterimizin sondaki numarası roman için çok kötü bir finaldi, kısacası pek hafif bir romandı. Değirmenimden Mektuplar Güney Fransa’dan manzaralar sunuyordu, pastoral şenlik, yine hafif de makul, okunur. Tartarin’in maceralarını düşününce, eh, bu romanı diğerlerinin üzerine koymak lazım.
“Aslan yürekli” adamımızı tanıyacağız önce, anlatıcı hikâyeyi bir serüven haline getirmeden önce genel bilgiler: “Dışardan bakanlara herhangi bir ev gibi görünürdü. Bir kahraman evi önünde bulunduğunuz aklınıza bile gelmezdi. Ama bir de içine girdiniz mi, vay anam vay!.. Mahzeninden tavanına kadar her köşesinde bir kahramanlık havası çekerdiniz ciğerlerinize, hatta bahçesinde bile!..” (s. 7) Kuzey Afrika’dan getirilmiş incirler, hindistancevizi ağaçları, bahçede egzotik egzotik işler. Odası da efsanedir Tartarin’in, baştan aşağı tüfeklerle, kılıçlarla doludur, dünyanın her yerinden bir silah örneği vardır orada. Sömürgeciliğe çoktan girişilmiştir de Tartarin gibi alt sınıftan maceracıların seferi henüz başlamamıştır, önce Tarascon’da çıktığı avlardan eli boş dönüşünü görürüz Tartarin’in. Av kurallarını harfi harfine bilir, teçhizatı tamdır ama memleketi tatmin etmez onu, göz dışarıdadır. Güney Amerika’nın balta girmemiş ormanları, Afrika’nın savanları, neresi olursa. Yaşı kırk beşe dayanmıştır, Tarascon dışında bir gün bile yatmamıştır, oysa Don Kişot’un ruhuna sahip olduğunu düşünür. Sancho’nun ruhu da araya sıkışmıştır, dolayısıyla iç çatışmalarını bir türlü çözümleyemez Tartarin. Gidip gitmeyeceği, vuruşup vuruşmayacağı, edip etmeyeceği belli değildir başta, zaten Tarascon’da söylentiler hemen gerçek bellendiği için gidip geldiğini düşünenler olmuştur, Tartarin’in bununla yetinmesi beklenirken -bir sebepten Şangay’a gitme ihtimali doğar, gitmez, akıllarda o kadar gitmiştir ki gerçekten gidip döndüğünü düşünür insanlar- Tarascon’da bir aslanın gezindiğini duyar adamımız, ava çıkar, eli boş döndükten sonra Cezayir’e gideceğine dair söylentiler ayyuka çıkar. “Tartarin-Kişot, hiçbir düşüncesizlik yapmayacağını, sıkı sıkı giyineceğini, gereken her şeyi götüreceğini söylüyor, yemin üzerine yemin ediyordu ama boşunaydı. Tartarin-Sancho’nun dinlediği yoktu. Zavallı adam daha şimdiden aslanlarca didik didik edilmiş, Cambyse çölünün ateş gibi kumları arasında yitip gitmiş gibi görüyordu kendini.” (s. 38) Kitaplar alıp okur Tartarin, Afrika’ya dair ne varsa öğrenir, içindeki sömürgeciyi dizginleyen sesi kısmayı başararak yallah gider Afrika’ya. Yol başlı başına keşiftir, rengârenk dükkanlar, Marsilya’daki insan çeşitliliği. “Doğu ile Batı sarmaş dolaş” haldeyken kalabalığın arasına bomba gibi düşen Tartarin’i görenler korkudan kafayı yerler, kibar kibar insanlar bu dağ kaçkını, kıçı başı silah dolu adamı gördükleri zaman yollarını değiştirirler, gemi limandan ayrılana kadar. “Anlatıcılık onurumu ortaya koyarak söylüyorum: zavallı törün durumu yürekler acısıydı. Deniz başına vurmuştu birdenbire, Cezayir kuşağını çözmeyi, silahlarını çıkarmayı bile göze alamamıştı. O kocaman av bıçağı göğsünü ezim ezim eziyor, tabancanın kabı bacaklarına kök söktürüyordu.” (s. 56) Ne terslik varsa yaşar Tartarin, dünya kendini iyice bir tanıtır, kasabasından ayrılan avcıya avlanmanın nasıl bir şey olduğunu gösterir. Şapşallıkta sınır yok: silahlarını nihayet kullanacağını düşünen Tartarin coşar, gemiyi basan siyahilere karşı herkesi alarm durumuna geçirir, geminin altını üstüne getirir de kaptan son anda uyarır onu, eşyaları taşıyıp yolcuları karaya çıkarmaya gelen hamallara ateş etmemesini söyler.
“Macera dolu Amerika” gerisi. Cezayir tıpkı Tarascon gibidir, şaşırır Tartarin, cinli perili ilkel bir ülkeyle karşılaşacağını düşünürken kendi ülkesiyle karşılaşır. Aslan avına köpeklerle, develerle falan giden kafileyi görünce avcıları aşağılar, işin şanına yaraşmayan görüntülerle karşılaşınca homurdanacaktır hep. Halkın arasında kahraman gibi dolanır, medeniyetten biraz uzaklaşınca ilk aslanıyla karşılaşır nihayet, bum! Vurur, sevinçten havalara uçar ama görür ki Cezayir’de pek bol bulunan türde bir eşeği öldürmüştür! Hayvanın sahibine ödeme yapmak zorunda kalır, civardaki meyhaneye gidip aslanlardan bahsettiğinde öğrenir ki Cezayir’de aslan yok! Gerisi saçmalıklar komedisi resmen, adamımız bir kadın tarafından tufaya getirilir, Karadağ Prensi olduğunu söyleyen Gregory’yle arkadaş olur ve söğüşlenmeye başlar. Aslında uyanıktır, Gregory’den şüphelenir ama adamın güven uyandırıcı davranışlarına tav olur hemen, birlikte takılırlar. Hapse mi girmezler birlikte, neler neler, en sonunda dostunun paralarını alıp arazi olur Gregory de namlı bir hırsızdır, başına geleni öğrenen Tartarin’in intikamı bu nam sayesinde alınır. Bütün bunlar olurken Tarascon büyük kahramanını bekler, ufacık bir haber bile ateşi dindirmeye yetecekken adamımızın başına gelenler yüzünden kimse hiçbir şey öğrenemez. Altı aydan sonra umutlar yavaş yavaş diner, tabii kavuşma şenliğe dönüşür sonda. Şanstı, uyanıklıktı derken yolunu bulur Tartarin, basıp memlekete gider. Bir kutlamalar, bir partiler, muazzam. Aslanları bam bam avlayan Tartarin bütün kahramanlıklarını ballandıra ballandıra anlatır, milletin ağzı açık kalır. Mutlu son. Eğlenceli bir adam Tartarin, örnek aldığı süper kahramanının izinden giderek var olmayan hedefler belirlemiş, aptallığına doymamıştır. Özgün değildir, Batı’nın deli taşralısına iyi bir örnektir ama. Fransa’nın sömürdüğü Cezayir’i görürüz, birbirini çarpan Batılıları görürüz, arıza çıkaran yerlileri görürüz ki yalan dolandır işleri, Fransa’nın orayı işgal etmesi bazı şeyleri düzeltecektir muhtemelen. Zengin bir roman, sunduklarını düşününce her tür okumaya açık.
Cevap yaz