Casanova on küsur yıl önce keşfedilmiş resmen, yaşadığı dönemde de kıymeti bilinmiş ama metinlerinin tekrar basılması için ölümünden sonra otuz yıl geçmesi gerekmiş. “İspanya’nın Rimbaud’su” olarak biliniyor Casanova, söylenene göre gaz sızıntısı yüzünden hayatını kaybetmiş banyo yaptığı sırada. Yaşı yirmi. Geride şiirler, bir roman ve ödüller kalmış. Babası da şair fakat eli müzikten ve Tagore, Baudelaire, Nâzım Hikmet gibi şairlerden almış, bir yerde Nâzım Hikmet’in şiirlerini yastık yaptığını söylüyor da bayrakları asmamak için güç tutuyoruz kendimizi, süper. Üniversitede filoloji okurken döneminin ünlü şairleriyle, akademisyenleriyle, filozoflarıyla takılmış. Bu romanını Ernesto Sabato’nun Tünel‘ine parodi mahiyetinde yazmış, onu da okumak şart oldu. Bu Jim Morrison saçlı gencin şiirleri bestelenmiş, müziğe düşkünlüğü piyanist anneden. Yazdığı son şiirde ölmek için iyi bir zaman olduğunu söylemiş, romanda ölemeyen bir karakterin ölememe serüvenini rüyalardan fırlayan sürrealist manzaralarla görüyoruz. Kitabın orijinalinin arka kapağında kendi çocukluğuna bakan bir dede olduğunu söylemiş Casanova, kaç yaşında olduğunu kimse tahmin edemez, kendi bile. O açlık hemen yaşlandırır insanı, keşfedilecek dünyanın ağırlığı akla bindiğinde yaş tutkuya dönüşüverir. Belli, Hendrix’in görünüp kaybolduğu yerde Ungaretti beliriyor, Bach girince -CD’lerden bahsediliyor da çevirilerini beğenerek okuduğum Seda Ersavcı bir hata yapmış burada, CD’nin icadı 1982, romanın yazılışı 1974- Camus çıkıyor, name dropping dalgasının katlanılabilir hali. Sanattan başka ilgilendiği pek bir şey olmayan birinden bahsediyoruz, normal, ölememesini de düşününce -şakağındaki kurşun deliği aslında kafayı kırmadığını gösteriyor, ilerleyen bölümlerde Vorace’nin akli dengesinin bozuk olduğu düşünülebilir ama tersini gösteren somut bir kanıt var- düşlere kaçması ve düşlerini besleyen eserleri eşelemesi anlaşılır. Başka, Fernando Aramburu’nun söylediği: “Tuhaf bir şekilde keşfettiğim bu çocuk, şiire olağan şeyleri ifade etmek için başvurmuyordu; sıradışı kelimeler, egzotik duygular, kimi zamansa durum gereği uydurma ifadelerle dolup taşıyordu bu şiirler.” (s. 2) Şiirlerinin özünü almış, romanının bazı bölümlerine boca etmiş Casanova, rüya sahnelerinin büyüsünden belli. Kırk dört günde yazmış romanını, planlamamış ne yazacağını, trans halindeyken pörtleyen bir “yaratıcılık doğaçlaması”. Epizodik, paramparça, en sevdiğim. Zor, imgelerin taştığı bölümlerde gerçekliğin parçalarını yakalayamazsak akıntıya kapılıp gidiyor, oysa aralarda eylemlerin sebepleri gizli. En açık iki bölümden örnek: “Renkli bir geyiğin kafasını kesiyorum, bir lazımlığın üzerine düşüp parçalara ayrılıyor. Ters taktığım gözlüklerle çorak bir arazi görüyorum. Ayaklarıma Romalı sandaletleri geçiriyorum, ayaklarım gagaları yukarı bakan tuhaf kuşlara dönüşüyor.” (s. 109) Diğer bölümlerdeki devrik cümleler yok, anlatıcı Vorace kilerdeki karışıklığın ortasına düştüğü için nesnelerin erotomanisine nesne belliyor sanki kendini. Ardından şu: “Zayıflıklarımı bilen herkesi ve her şeyi, geçmişin tüm izlerini yok etmeliyim. Ayın altında, sükunet içinde denize girmeliyim. Hayatımın kusurlarımı bilen kişilerle dolu aşamalarını, geçmişteki insani sakarlıklarımın tanıklarını silmeliyim. Baştan başlamalıyım.” (s. 110) Silme eylemine geleceğiz, başa döndüğümüzde çizgisi az buçuk belli bir hikâye başlıyor: Vorace yataktan kalkamaz başta, sanki asırlardır yatmaktadır da kalkamayacaktır. Daha o zaman sıfırdan başlamayı düşünür, hafızadan kurtulamayacağını anlayınca teşebbüsleri gelir aklına, kafasına sıktığı tabanca bir başarısızlık timsali gibi durmaktadır. Hayattaki son günü olacaktır o gün, olursa. Ayağına tırmanan hamamböceğini neşeyle boğar Vorace, yazarının kibrini gösteren bir şey mi bu? Baudelaire’in kitabı yanda, bir şiir, sonra odaya Marta gelir ve “ölümsüzünü” sevgiyle kucaklar, onun hem Tanrı hem Şeytan olduğunu söyler. Şeytan kılığına girecektir, doğru, maskeli balo etkinliğinde evi ateşe vermeden önce. Yaşamdan çıkış yolunu bulamadığı anda kalalım şimdilik, Marta’nın marketten getirdiği konserve böcekleri yerler, mutsuzluktan kafayı yiyen Vorace’ye teselli verir Marta, en azından düşmanlarının cenazelerine katılabilir. Tabii dostlarının da, bu lanet iyiliği ve kötülüğüyle birlikte. Marta’nın faşist şair David’le birlikteliği de can sıkıcı, zamanında Vorace’ye de hocalık yapmış David’i de çok seven Marta kararını çoktan vermiştir, zaten ölüm döşeğindeki yaşlı adamı yalnız bırakmayacaktır, oysa Vorace’nin önünde upuzun bir hayat vardır, gelecekte bir araya gelirler, ne olacak. Paraları yok, Vorace bir kitapçıda işe girip Kafka’nın eserlerini düzenlerken -hoho- içeri giren Débora’yla tanışır, dükkânın sahibinin kızıyla. Psikoloji öğretmeniyle ilişkisini yeni bitirmiştir Débora, genç dostumuza âşık olup hayatını mahvetmek için yeterince çaba sarf eder. Vorace da farklı bir şey yapmaz gerçi, David’in hazırladığı şiir antolojisini temize çekmek için morukla çalışmaya başlar. Bir bölüm sırf temize çektiği dizelerden oluşuyor, metne dağıtılmış dizelerin dışında esas form da çıkıyor karşımıza. David’le Vorace’nin aralarındaki gerginlik iki yönlü, David yazmayı nedensiz yere bıraktığını düşünen Vorace’ye kızgın, ilk şiirinin önsözünü yazdığı halde bir sebepten yarım kalmış o tutku. Vorace’yse “babacan bir eğitmenlik hakkı”na sahip olduğunu düşünen hocasına bu üfürükten kıdem yüzünden mesafeli. İntikam yok, belki ölümün yaklaşmasına duyulan kıskançlık var, kim bilir. Migren ağrısı çektiğini öğreniyoruz Vorace’nin, rüyalar gerçekliğin verdiğinden daha fazla bilgi veriyor. Midedeki melek veya kelebek, günahla birlikte fareye dönüşen sağduyu mu neyse, daha da ne bela varsa bu rüyalarda, okur kendi anlamını çıkarsın artık. En azından kırılma ânını söyleyeyim, Vorace ölümsüz olduğu için şiiri bıraktığını söylüyor hocasına, David başta gülüyor ama mevzu kanıtlanınca (!) gözleri pörtlüyor ve kalp krizinden gidiyor. Marta’nın ortadan kaybolma sebebi bu, yaptığı şey yüzünden Vorace’yi asla affetmeyecek. Üniversitede tanıştıkları sırada Vorace’nin tuttuğu bir günlük var, birkaç parçasından adamın rüyalarının atmosferinde yaşadığını söyleyebiliriz. Müzik grubuyla takıldığı bölümlerde Morrison taklidi yaptığını da söyleyebiliriz, düşününce bu romana Morrison’ın şarkı sözlerinin sızdığı da malum.
Nihayete erelim, etrafındaki herkesin yavaş yavaş öldüğünü gören Vorace son hamleyi düşünür, Santiago Moreno ve John Donne’un dostluklarını anlatan bir metni okuduktan sonra yalnızlığının tam anlamıyla farkına varır zira birbirini çok iyi anlayan iki şair dosttan geride kalanının ne kadar büyük bir acıyla yaşamak zorunda kaldığını anlar, Marta’nın yokluğu yüzünden aklını da iyice cortlatınca yangın planını uygulamaya koyar. Ortadan kaybolmak için herkesin ortadan kaybolması gerekir, bu yüzden evine topladığı insanları yakarak, e yine yok olmaz, “kundakçı canavar”a çıkar adı. Hapiste geçirdiği günler ayrı hikâye, karşı hücrede kalan adamın yazdığı metni bir türlü elde edemediği için kızar, günlüğünü tutmaya izin verdikleri için minnet duyar, idamından önce günah çıkarmasını isteyen rahibe İsa’nın mazoşist olduğunu söyler, tokat yiyen birinin diğer yanağını çevirmesinin mantıklı bir açıklaması yoktur çünkü. Rahibi boğma teşebbüsü yarım kalır, Vorace işleyebileceği bütün günahları işledikten sonra ölümü beklemeye başlar, gelip gelmeyeceği belirsiz olan ölümü. Tanrıcılık sürer, hikâye bitmeden bittiğinde niteliklerini derleyip toparlar Vorace: “Büyüyorum, güneş gibi her şeyi örtüyorum, şehirlerin, ormanların, uzamın tepesinde saltanat sürüyorum, kanatlarımı açtığımda dünyayı karanlığa boğuyorum, hem ışığım ben hem de gece.” (s. 153) Komşu hücredeki adam gözyaşlarına boğulur, gardiyan idama son yarım saat kala geldiğinde komşusunun aksine son derece sakindir Vorace, yeniden dirileceğini bilir ve izleyicilerin nasıl dehşete düşeceğini hayal eder.
Saf yetenek var bu metinde, Casanova’nın ölümüne çok üzülmeliyiz bence.
Cevap yaz