Kediye, kuşa, fareye bakış, yekten: “Bir tanesini, diyelim tam tepenizdekini seçer, belki bir an onunla göz göze gelip bakıştığınızı düşünürdünüz; kuşun, soğuk bir merakla bakan insan gözlerine dikilmiş yine soğuk bakışlı gözleri.” (s. 9) Kuşun insan gözlerine karşın anlatıcı kendi gözlerinin sıfatını belirtmez çünkü insandır. Mıdır, doğaya ne ölçüde insanca bakar, zaten doğanın bir parçasıysa bakışın insanlığı nedir, insan merkezli algıda doğa nedir, cevapların açtığı alanlar arasında öyle çok geçiş var ki her beliren hayvanla birlikte bakışın niteliğini düşünmeye zorlanırız, tek bir perspektif kullanmaz Lessing. Afrika’daki evini anlatırken, gençliğinin tam biçimlenmemiş bilincini canlandırırken melezlik açığa çıkar: tepenin üzerindeki evden aşağılara bakan gözün sağladığı veri son derece somut, söz konusu hayvanlarsa katı dünyadan çok daha fazlasının imi. Anlatıcı, yetişkinliğinin Londra’sını işlerken köşeleri daha belirgin bir çerçeve çizer, kedileriyle ilişkisi tamamen insanî bir düzlemdedir, mesela küsüp giden, zafer kazanan, şerefli yenilgilerle köşesine çekilen kediler vardır ama yabanda geçen gençlik yıllarında henüz oturmamış bir deneyimin sürerliğini gösterir. Yaşamın zamansallığındaki değişimi azıcık üslupla, çokça odak farkıyla sağlar zira fundalıklarda karmaşa vardır, şehirde alışkanlık. Kedilerle tanışma bahsi kırsal yaşamın bütününü ele almadan anlatılamaz, bu hal bütün kırsalı ele almayı gerektirir çünkü o nedir öyle, kediler tavuklara çökmektedir. Yaban kedileri. Şahinler de çökmektedir, tavuklar açık hedeftir ama şahinlere ateş edilmez, hepsini öldürmek mümkün değildir. Nedir, yaban kedilerini vurmak lazımdır, onların yuvaları, yavruları vardır. Anlatıcı yıllar sonra öldürmek zorunda kalacağı kedilerin acısıyla ilk olarak Afrika yıllarında tanışmış, yaban kedileriyle evcil kedilerin çiftleşmesi zaten fenayken evcil kedilerin kaçıp uzun zaman sonra tekrar ortaya çıkmasıyla yaban kedisi zannedilmesi çok pisinin canına mâl olmuş. Ev pisisi iyi, yediği içtiği belli de yabanlar tarlalara dadanıyor, tavukları iyi ediyor, öldürülmeli. Bu ikiliği çözmek de kolay değil, neyse ki öldürmekten sorumlu bakanlar anlatıcının annesi ve Afrikalı hizmetçiler. Baba da mesul, kloroformlu bir tenekeye koyduğu kedi yavruları ölmeyince almış tabancayı, dan dan dan. “Bir an geldi, babam benzi atmış, öfkeden dudakları kısılmış ve gözleri yaşlı odadan çıktı. Kustu. Küfürler savurup yeniden odaya girdi ve atışlar tekrar başladı.” (s. 17) Ne travmatik, etraftaki hayvanlar sürekli öldürülüyor, evde silah sesleri yankılanıyor, her gün bir katliama şahit oluyor çocuk. Şu an karşı kaldırımda beyaz bir kedi yürüyor, canım benim. Neyse. “Evde bulala yena sözlerinin ne kadar da sık duyulduğunu hatırlıyorum. (Öldür onu!) Evin ve çiftliğin yaralı, hasta hayvanları ve kuşları: Bulala yena!” (s. 13) Yılanları ve örümcekleri anmadan olmaz, boomslang denen bir yılan türü anlatıcının kardeşinin gözlerine tükürmüş de yerli ilaçları kullanan bir Afrikalı kurtarmış gözleri, kardeş kör olacakmış yoksa. Vahşi hayata vahşi çözümler, öyle ki kedi katliamına çok kızan anlatıcı yirmi beş yıl boyunca yaklaşmamış kedilere, ancak Londra’ya gittikten sonra evine almış pisileri. Şahit olduklarına ne oldu, şu: “Çocuklukta insanlar, hayvanlar ve olaylar belirir ve varlıkları kabullenilir, sonra ortadan kaybolurlar; hiçbir açıklama yapılmaz, hiçbir şey sorulmaz.” (s. 14) Hoş, anlatıcı pisilerle insanlar arasında koşutluk kurmaya meyilliyse de pek göstermiyor bunu, arada derede bir iki kez, belki, misal zamanın aşındırıcılığını anne kediler üzerinden tekrar ele alıyor ileride bir yerde. Kedi doğurur, yavrularına bakar, sonra yavrular birer ikişer ortadan kaybolur, anne yalnız kaldığında evin içinde dolanıp yavruları arar, sonra bir unutma ânı gelir ve hiç yavrulamamış gibi yaşamaya başlar, tekrar yavrular ve başa döneriz. Unutmanın nasıl bir şey olduğunu kedilerden öğrenebiliriz. Sağaltıcılığını. Hiçliği belki.
Londra’ya gelelim, anlatıcı kedilerle yakınlıklarını 1960’larda kurmaya başlıyor. Şehir manzaraları da ilginç, mesela alt sınıfın yaşadığı mahallelerdeki su boruları donmuş, sonra patlamış, yerel yönetim hiçbir şey yapmamış çünkü onarım bütçesinin çoğu orta sınıfın yaşadığı mahallelere ayrılmış. En sert kışlardan birini yaşayan Londra’nın kedileri evlerde misafir edilmeye başlanmış, belki anlatıcının kedi inadını kıran bu olaydır. Başka, veteriner gözlemleri. Yoksul insanların hayvanlarına ayrılan üç saatte pek çok olaya şahit olmuş anlatıcı, kendi yemeyip köpeğine yediren, hayvancığını süse püse boğan hastalıklı kadın mesela, o kadar zayıfmış ki her şeyini besili köpeğine feda ettiğini anlayanlar sıralarını ona verirlermiş. Kilolu çocukla kilolu köpeği var, veterinerler köpeğe o kadar yemek vermemesi gerektiğini söylemişler çocuğa da çocuk anlamamış, defalarca anlatmak zorunda kalmışlar. Alt sınıfa has bir yavaşlık değil, besin değeri yüksek gıdalardan yoksun kalmanın etkisi. Sınıfsal eleştirilere rastlarız arada, Lessing es geçmez.
Kırçıl’la inatlaşma ilk deneyim, pisinin adı Kırçıl değil de siyah beyaz bir yavru. Kırçıllığa yine varmadı ama adı Kırçıl. Yemek artığı ve konserve mama yemez, ciğer ister. Süt içmez, ciğer ister. Anlatıcı öfkelenir, ciğer ister. Zayıflamaya başladığında anlatıcı inadı bırakır, kedilere karşı kaybedebileceğini öğrenir, kabullenmeyle birlikte sevgisi artar ve bir batında altı yavru doğurmanın zorluğu yüzünden doğaya isyan eder. Altı yavru, genetik kod buna müsaade eder ama kediler altı yavruya da aynı muameleyi göstermez, Kırçıl doğurduğu zaman kendisine çok acı veren ilk yavruyu ensesinden ısırdığı gibi öldürür, diğer yavrularını bağrına basar. İkinci doğuruşunda da aynı tarifeyi uygulayacaktır. Ev kedisi böyledir, sokak kedileri de ona uyar, en azından evin etrafında dizilip şanslarını denerler. Bazıları ortadan kaybolur, bazıları kapıcı tarafından uyutulmaya götürülür, hemen ardından yenileri çıkar ortaya. Hızlı döngü. Gri’yle yavaşlayacak biraz, metnin kraliçesi kesinlikle Gri. Bir kere bahçe duvarına sıralanan kedilerden en yaşlısını seçene kadar küçük çaplı bir gerginliğe neden olacak, Mefisto’nun yarışmayı kazanmasıyla anlatıcının komşuları H. ve S.’yi şaşırtacak. Gri’nin sahibi H. çok üzülüyor çünkü Mefisto’yu aşıyor Gri, S.’ye göre elinde olsa Gri’yle sevişecek olan H. o endamın, duruşun kedi olmakla harcandığını düşünüyor. Matrak. Kıskançlığı şaşkınlığını engellemiyor S.’nin, öfkeyle yaklaşmak yerine hayvanın yapması gerekenleri söylüyor, doğum yaptıktan sonra yavrularını umursamayan Gri’ye gidip yemek bulması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Bir daha doğurmaması gerektiğini düşünüyorlar ama hamile kalıyor yine, kısırlaştırma işi biraz daha bekleyebilir. O da acıklı bir süreçtir, prensesliğinin izin verdiğince anlatıcıyla dost olan Gri operasyondan sonra acı içinde dolanır, zayıflar, tüyleri dökülür ve anlatıcıya üzgün üzgün bakar. Dostlar birbirlerine yapmaz öyle şeyler, anlatıcı neden yapmıştır, tam bir muamma. Kedi sahipleri anlatıcıyı sıkıştırmıştır oysa, Gri’nin iyiliği içindir her şey, anlatıcı için de hiç kolay değildir ama kararını vermiştir nihayet. Kedi düşkünü taksi şoförünün de yardımıyla işi bitirip döner, o günden sonra her araba yolculuğunda bağır çağır yıkar ortalığı Gri, yavrularını unuttuğu gibi unutmaz yaşadıklarını. Başka bir kod da ölmeye yatma evresini hayata geçirir, ikinci kedimiz Kara hiçbir şey yemez, karanlık bir köşede ölmeyi beklerken anlatıcının çabasıyla hayata döner ama bir dünya üzüntü pahasına. Asla eskisi gibi olmayacaktır, yine de hayatta olması yeter anlatıcıya. Her kedisi ayrı bir hikâyedir, hepsini anlatır, aradaki mesafeyi bir ölçüde korur ama olabildiğince yaklaşır pisilerine. Benim panter de geçti şu an karşıdan, bizim apartman merdiveninin altında doğduğu zaman kardeşlerinden biriyle takılıyordu. Çok karakteristik bir yüzü var, aşırı seviyorum. Sokak sakinleri olarak hastasıyız, öküz gibi olana dek besledik, kilolu diyemem de kocaman. Canım benim. Aşırı seversek bir müddet sonra ısırıyor elimizi. Şerefsiz. Canım ya.
Cevap yaz