Mahfuz bir metninde Kahire’deki bir kahvehanenin insanlarını anlatabilir, sokağı ele aldığında kahvehane o sokağın küçük bir parçasından ibarettir artık, müdavimler sokağın sakinlerine dönüşürler, sonra iş mahalleye kadar varır, sokaklar arasındaki ekonomik ayrım temel konu haline gelir, kısacası anlatı alanının genişliğiyle anlatılacak konular da artar. Gerçi kahvehane insanlarının aileleri işin içine girdiği zaman mekanın genişliği önemsizdir artık, Mahfuz her halükârda tokuşturacağı birkaç meseleyi illa bulur. Farklı anlatım biçimlerini bulmaz, aramaya yeltenmez bile, bu yüzden Mahfuz’un bir romanını okumak bütün romanlarını okumaktır. Bu açıdan. Aslında ele aldığı sorunlar açısından da. Kadınların menkul değer vazifesinin dışına çıkamamaları hatta bu durumu benimsemeleri, erkeklerin sırf erkek oldukları için ne isterlerse yapabileceklerini düşünmeleri, siyasi çalkantılarla sarsılan toplumun ayrışması, değişen iktidarlarla birlikte karakterlerin oradan oraya savrulmaları, dini eğip bükerek kabahatlere kılıf hazırlamaları en çok karşılaştığımız çatışmaları özetler, karakterlerin isimleri değişse de yaşadıkları hiç değişmez. Nedir, şeyhlerden bazıları güzel ahlakın yolunu gösterirken bazıları ahlaksızlığa yöneltir karakterleri, kodamanlar keyif peşinde koştururlar veya iyilik yaparak örnek olmaya çalışırlar, zıtlıkların tokuşmasından genellikle acı sonlar doğar. Yeni nesil genellikle yanlış yola sapar, iyileri yıpratırlar, kötülerden olmamak için uğraşsalar da tecrübesizlikten başlarını belaya sokarlar, bir dünya tantana sonra. Midak Sokağı profile tam oturuyor, sokağın sakinleri kısa sürede hacamat oluyorlar veya yıkımdan kendilerini kurtararak sonuçsuz çabalarını sürdürüyorlar. Zaman geçiyor, sokağın çehresi değişiyor ve hüzünlü hikâyeler nesilden nesle aktarılıyor. Kesinlikler yitiyor bu yolla, yaşananlar söylencelere dönüşüyor, daha en başta anlatıcının değindiği. “Pek çok şey, Midak Sokağı’nın eskiden parlak günler yaşamış ve Kahire’nin tarihinde bir zamanlar parlamış bir yıldız olduğunu göstermekte birleşir. Hangi Kahire demek istiyorum acaba? Fatımilerinki mi, Memluklarınki mi, yoksa Sultanlarınki mi? Bu soruların karşılığını bilse bilse arkeologlar bilir, ama ne olursa olsun, sokağın tarihsel bir anı olduğu ve değerliliği kesindir.” (s. 5) İkinci Dünya Savaşı tam gaz sürmekte, İngilizler sağlam maaşlar vererek Mısırlıları yanlarında çalıştırmaktadır, Hitler’in sonsuza kadar sürdüreceğini düşündükleri savaş sayesinde Mısırlıların cebi para gördüğü için bazı karakterlerin keyifleri yerindeyse de savaşın götürdüklerine dair hiçbir şeye rastlamayız romanda, dengeyi bozan bir eksik. En önemli konu savaş olduğu için Mısır’ın siyasi durumu birkaç değinmeyle geçiştirilir, hikâyenin esası kahramanların başından geçenlerdir, bu yüzden sokağı boydan boya dolanırız. Kirşa’nın kahvesinde toplananları en son görürüz, öncesinde dükkânlar ve evler: Kâmil Amca’nın tatlılarını yiyenler bir daha yemekte, çok ilginç ama bir daha yemektedir, civardaki en iyi tatlıcıdır o. Çok iri yarı, bedeni yağ içinde bir adam, ölümünü bekliyorlar. Berber Abbas cevval bir genç, iyilik olsun diye Kâmil Amca’ya kefen aldığını söyleyecek ve söylediğinin yalan olduğu anlaşılınca bozuntuya vermeyecektir, başlarda yalancılığıyla tanısak da hikâyenin evrilmesiyle âşık rolünde göreceğiz kendisini, ayarı olmadığı için İngiliz askerlerine uçan kafayla daldığı zaman başına gelecekleri kestiremeyecek. Berberin bitişiğindeki şirkette Selim Elvan var, patronumuz son derece zengin olmasına rağmen “bey” değil, okumuş etmiş üç oğluna göre siyasete girerek değil de hayır işi yaparak o unvanı alması daha iyi. Bir de parasına güvenip kadınlar üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyor, ilahî sözleşmeyi bozduğu için Allah’ın sopası kalbinin tam üzerine iniyor. Rıdvan Hüseyni tam bir şeyh derviş, doğruluk ve ahlak timsali, herkesin görünürde saygı duyduğu bir adam, sözünü kimsenin dinlemediğini gördükçe sinir krizi geçirmiyor da eşini dövüyor gibi görünüyor. Çocuklarını kaybettikten sonra dünya işlerine sırt çevirmiş, sade iyilik peşinde koşmaya başlamış. Melek gibi bir insan, sokağı gül bahçesine döndürmesine yine sokaktakiler müsaade etmeyecek. Şeyh Derviş nam kişinin anlatıdaki tek işlevi durduk yere İngilizce paralaması olabilir, tuhaf bir renk olarak yerleştirilmiş metne. “End” diyerek romanı da sonlandırıyor, ilginç bir madde. Kadro geniş: Saniye Afife dükkânları ve evleri gezerek kira topluyor, Hamide Hanım sayesinde tekrar aile kurmaya meylediyor ve kesenin ağzını açıyor. Yan hikâyelerden biri bu, araya sokayım, talibi çıkınca hemen dişlerini yaptırmaya yelteniyor ve alaylı dişçi Doktor Buşi’den altın bir diş takımı satın alıyor. Sermayesi olmayan, kıt kanaat geçinen Buşi’nin dilenci fabrikası Zaita’yla birlikte mezar soygunculuğu sırasında yakalanmasıyla ayılıp bayılıyor Afife, ağzındaki dişler hangi ölüden çalındı acaba? Zaita tuhaf karakterlerden ikincisi, belki de en ilgi çekeni. Babadan dilenci, yardımını isteyenlerin kolunu bacağını sakatlayarak dilenci olmalarını sağlıyor. Su görmediği için pislikle kaplanmış derisinden iğrenç bir koku yayıyor etrafa, Midak’ın resmî kokusu. Matrak: kendisine gelen kibar bir adama incelik, efendilik yoluyla, güçlü kuvvetli bir izbanduta şapşal rolü yaparak dilenmesini söylüyor, herkese bir reçetesi var. Açtığı mezardaki ölüden diş çalarken yakalandıktan sonra anlatıdan çıkıyor, karakterler başlarına bir iş geldiği zaman hemen sahnenin arkasına geçiyorlar. Esas hikâyeyi Abbas’la Hamide Hanım’ın kızı Hamide sağlıyor, bu ikisinin kötü biten aşkı sokağın sonunu getirmese de eski günlerin mumla aranacağını imliyor.
Abbas’ın Hamide’ye tutulması sokağın onayını alıyor ki almalı, biri tuttuğunu koparan bir delikanlı, diğeri de dünyanın en güzel kızı belki. Paraya düşkün olduğu için Abbas’ı küçümsüyor başta, adamın İngilizlerin hesabına çalışmasına sebep oluyor. Para biriktirip dönecek Abbas, arkadaşı Hüseyin’in söylediklerine bakılırsa çok para kazanabilir, ticaret sayesinde yükünü tutup dönebilir, Hamide’nin rızası güçlenir böylece. Abbas mahalleliyle vedalaşıp yola çıktığında Hamide’ye odaklanırız bu kez, kahvenin sahibi Kirşa’nın eşcinselliği patırtı gürültü çıkaracak, sokağı bir müddet meşgul edecektir ama odağı Hamide’den kaydırmayacaktır. Annesinin fişteklemesiyle Abbas’tan yüz çeviren kız hemen Selim Elvan’a yanlar, Kuran’ı çiğner. Sopa iner, Selim Elvan çocuklarının muhalefetine rağmen evlenecekken kalp krizi geçirir, cinsel isteği diner dinmez evlilikten cayar. Yıkılır Hamide, yoksulluktan bıkmıştır, ertesi gün ne yiyeceğini düşünmek istemez artık, bu yüzden sokakta dolanmaya başlayan yabancı adama tutulur. Başlarda naz yaparak değerini artırır, adam durumun farkında olduğu için oyunu sürdürür, sabırlı olursa Hamide’yi ele geçireceğinden emindir. Kısıtlı özgürlük: sosyal yaşam ritüellerle, kalıplarla yürür. Kadın kaçar, erkek kovalar, söylenecekler ima yoluyla söylenir, birbirlerine atıp tutanlar Allah’ı kendi yanlarındaymış gibi göstermeye çalışırlar, her olay ve durum için bir şablon mevcuttur. Hamide işte, ipi gerip bırakır, adamı tava getirdiğini düşünse de kendisi tava gelir ve adamın evine gider, böylece sermaye haline gelir. Abbas işinden izin alıp sokağa döndüğü zaman Hamide’nin ortadan kaybolduğunu öğrenir, karşılaşacakları zamanı beklemeye başlarız artık. Mahfuz’un romanlarında sürprize yer yoktur, olacak olan olur ki başka bir şeyin olmayacağı kesindir, şaşırtıcı hiçbir şey yoktur anlatıda. İşte, karşılaşırlar, Hamide kendisini kandırdığını söylediği adamı tarif eder ve Abbas’tan adamı öldürmesini ister. Saftirik demeye de dilim varmıyor, kadına çok öfkeli ve âşık, bu yüzden adamı aramaya başlar ve Hamide’yi İngiliz askerleriyle eğlenirken bulur. Bir uçan kafa, bir depik derken yüzyılın dayağını yer, arkadaşı Hüseyin dehşet içinde kalıp hiçbir şey yapamayacak hale gelir. Cenaze, kapanış.
Mahfuz hakkında söyleyecek şey de bulamıyorum artık, üslubu o kadar Mahfuz ki bilindikten ayrılan bir yanını bulsam bile yine Mahfuz olacakmış gibi. Eh, belki bu kitabından başlanabilir, Mahfuz’u ilk kez okuyacaklar için iyi tercih.
Cevap yaz