Anna Burns – Sütçü

Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.

Goodreads’te tek bir yorum vardı bir zaman, Yonca İnce’nin: “İçim şişti yeminle!” Güldüm, öyle gerçekten, iç şişirici. Bunda açıklayıcı anlatımın sürekli kullanımı etkili, bütün anlatı bir şeylerin açıklanmasıyla dolu. Diyelim ki anlatıcı on olay anlatıyor, bu on olayın arka planı, ötesi, berisi, şusu busu derken aşırı yavaş bir akım çıkıyor ortaya. Arka planda başka olaylar, başka olayların açıklaması, nedenler, sonuçlar, diyalogların arasına giren değerlendirmeler ağır ilerleyen bir çizgi tutturuyor. Zaman çizgisinde geriye dönüşler, gelecekteki olaylara değinmeler ayrı bir dikkat isterken haliyle böyle bir teknik kullanılınca yoruluyor okur, mücadeleye girmiş gibi hissediyor ki İrlanda’nın oldukça kapalı, siyasi atmosferinden ötürü nefes almaya müsaade etmeyen ortamında yaşamak da tıpkı böylesi bir mücadeleyi andırıyor, bu açıdan anlatıcı kızın yaşadığı bunaltıyı anlatım biçimiyle denkleyebiliriz, iyi buluş ya da gerçekten kötü teknik ama ben oyumu birinciden yana kullanacağım.

Anlatı boyunca çok sayıda insan çıkıyor karşımıza, sadece birinin adını öğreniyoruz, o da bir mektupta adı yazdığı için. Geri kalan herkesin bir lakabı veya anlatıcıyla ilişkisinden yola çıkılarak konan bir adı var. Bilmemkim McBilmemkim’in anlatıcının göğsüne silah dayadığı gün aynı zamanda Sütçü’nün vurulduğu günmüş örneğin, bu isimlerle sıklıkla karşılaşacağız, bahsedilen iki olaylaysa anlatının sonuna kadar karşılaşmayacağız, anlatıcı yaşamındaki birkaç meseleye değinerek ilerleyecek. Sütçü’yle münasebeti başlangıç noktası. Adam retçi, devlete, “öbür taraf”a, “denizin ötesindeki ülke”ye muhalif, anlaşıldığı kadarıyla retçilerin has adamlarından. Aslında sütçü değil, soyadı “Milkman” olduğu için öyle anılıyor. Kızın peşine takılıyor bir de, en olmadık yerlerde kızın karşısına çıkarak aracına davet ediyor, konuşmaya çalışıyor ama üstelemiyor, ortadan kayboluyor hemen. Kızın hangi kurslara gittiğini, hangi saatte nerede olduğunu, kısacası her şeyini biliyor, zaten küçük bir muhit. Belki-sevgilisini de biliyor üstelik, çocuğun öldürülebileceği korkusunu yayıyor. Bu baskıcı ortamın ilk verilerini oğlanın evinde görürüz, oğlan arabalarla uğraşmaktadır, parçaları sökülen bir arabanın en kıyak parçalarından birini ele geçirmiştir. Söylenti yayılır hemen, parçanın üzerinde düşman ülkenin bayrağı vardır. Oğlan tehdit edici bir şekilde konuşan komşusunu kovar, yaşamını sürdürür ama arkadaşları yavaş yavaş uzaklaşır ondan, en sonunda paramiliterlerce dövülür. Karşı muhitte oturmaktadır üstelik, bir gün kafasından vurulmuş halde bulunması işten değildir. Herkes her an ortadan kaybolabilir, herkesin cesedi her yerde bulunabilir, sıradan bir olaydır bu. Bu yüzden aileler parçalanmıştır, anlatıcının ablalarından biri karşı taraftan biriyle evlendiği için kırbaçlanmış, muhitten kovulmuştur, bir abisi öldürülmüştür, civardaki hemen her aileden en az bir ölü çıkmıştır kısaca. Önce uyarılar yapılır, sıkıntılı davranışlar sürerse infaz gerçekleşir, üfürükten bir mahkeme insanların ölüm fermanını hemen imzalayabilir. Bir yaralanma olayında hastaneye gidilmez, zira düşman devletin kurumudur hastane. Polise hiç gidilmez, gidenler muhbir olmaları için tehdit edilirler, karşı çıksalar bile fısıltı gazetesi hızla yayılır, polise giden kim olursa olsun muhitin gözünde muhbirdir artık, kısa süre sonra öldürülecektir. Korkunç bir ortam, kadınlar için daha kötü. Anlatıcının annesi kızını kenara çekip Sütçü’nün metresi olup olmadığını sorar, kızını dinlemeden suçlamalara başlar, belli kalıpların dışında düşünemez hale gelmiştir. Cemaat aynı şekilde düşünür, davranır, alternatif seslere yer yoktur. Feminist hareket yayılır gibi olunca retçiler olaya el atıp feminist oluşumun merkezinden gelen kadını ziyaret edip bir daha muhitte dolaşmamasını söylerler, feminist dalga yedi kişiyle sınırlı kalır böylece. Belli kastlar oluşmuştur haliyle, retçiler bir sınıfken muhitte yaşayanlar potansiyel sempatizandır, en altta da marjinaller bulunur. Anlatıcı yürürken kitap okuduğu ve baskı ortamında aklını kaçırmamak amacıyla kimseyle iletişim kurmadığı için marjinal olarak görülmeye başlandığını öğrenir, bunu ilkokuldan tanıdığı retçi arkadaşı söyler, kızı uyarır hatta. Bilgi uçları hemen her olayda mevcut, bu olayınki anlatıcının arkadaşını üç kez daha görmesidir. İlki evlilik, arkadaş başka bir retçiyle evlendiği ve yakın zamanda ölümler olduğu için düğün cenaze havasında geçmiştir. İkincisi arkadaşın eşinin cenazesidir, üçüncüsü de arkadaşın cenazesidir. İnsanlar ortaya çıkıp kaybolurlar, ansız ölümler anlatıcıyı duygusuzlaştırır. Sütçü’nün etkisi de büyük tabii. Anlatıcı koşmayı sevdiği için sporcu eniştesiyle birlikte koşmak ister, tacizci olmayanla. Burns o ortamda yaşayan, marjinal olmayan ama sınırda bulunan insanlara da yer verir, enişte böyle biridir. Dobra adamdır, retçiler dokunmaz. Kadınlara karşı saygılıdır, sevilir. Anlatıcıyı da sevdiği için uyarır, yürürken kitap okuma alışkanlığı anlatıcıyı bir ucube gibi göstermektedir, zira etraftakiler kızın ne olduğunu anlamadıkları için bir süre sonra tehlikeliymiş gibi algılamaya başlarlar, anneden, enişteden, arkadaştan uyarılar gelir. Bir yandan da “klik” sesleri gelmektedir sürekli, kız hemen herkes gibi takip edilmektedir ve etrafındakilerle fotoğrafları çekilmektedir. Yanındakileri tehlikeye attığını düşünüp telaşlanır kız, sonra hissizliği çoğu telaşı gibi bu telaşını da örter, yaşam devam eder.

Zaman haritası çıkarılmalı, Burns olayları birbirinin arasına sıkıştırarak anlatıyor, hızlı geçişlerle baş döndürüyor. Sütçü’ye geçeyim ben de. Önemli biri olduğu için muhittekiler anlatıcıdan çekinmeye başlıyorlar, aslında Sütçü’yle arasında hiçbir şey yok, adam ne zaman ortaya çıksa bir an önce uzaklaşmaya bakıyor ama artık çok geç, birlikte görüldükleri an yapacak bir şey kalmamış. Kardeşleri için patates almaya gidiyor kız, dükkândaki herkes geri çekiliyor, kıza kaçamak bakışlar atıyorlar, üstelik para almıyor kasiyer. Güçlü bir toplumsal figürle birlikte olmanın etkisi. Adam öldüğü zaman bu kez tam tersi yaşanacak, insanlar intikam almak isteyecek, korkuyor anlatıcı. Belki-sevgilisiyle arası da iyi değil, birbirlerine hemen hemen hiçbir şey anlatmıyorlar, sevişip sohbet ediyorlar sadece, derinleşmeyen ilişki bir noktada kopuyor, anlatıcı zehirlendiği zaman. Adı Zehirci’ye çıkan bir kız, kendi kardeşi dahil etrafında tedirgin edici kim varsa zehirliyor, bizim kız da zehirlenip dört gün boyunca yattıktan sonra yavaştan iyileşiyor ve Zehirci’nin öldürüldüğünü öğreniyor, muhtemelen Sütçü’nün işi. Belki-sevgilisiyle telefonda tartışıyorlar, ardından belki-sevgilisinin evine gidiyor kız, çocuğun en yakın erkek arkadaşıyla aralarında bir şey olduğunu anlayıp gerisin geri çıkıyor dışarı ve çocuğu da anlatının dışında bırakıyor, biseksüel olduğunu bilmediği çocuğa kızıyor biraz da. Böyle uçlar var, bunlar daha iyi işlenebilirdi, havada kalıyorlar çoğunlukla.

Annelerle bitireyim. Çoğu aynı, sevmedikleri bir adamla evlenmişler, aşık oldukları adamlar var ama bir şekilde kavuşamamışlar, mutsuzluk gençken başlamış. 800 yıl önce başlamış aslında, o coğrafyayı cendereye alan siyasi gelişmelerden sonra. 1980’lerde özgürlük, umut, neşe namına pek bir şey yok İrlanda’da, böyle bir ortamda kadınlar silahların gölgesinde yaşamaya çalışıyorlar. Anlatıcının annesi sevmediği bir adamla evlenmiş, adamın hikâyesi acı. Ölüm döşeğindeyken çocukları ve eşi yanında, son anlarında çocukken kendisine defalarca tecavüz eden adamı ve yaşadıklarını anlatıyor. Ailesine bıraktığı miras bu, sonrasında pek de anılmıyor zaten. Annenin esas sütçüye duyduğu aşk tekrar ortaya çıkınca, bir tek o zaman. Esas sütçü marjinalliğin sınırında bir adam, muhitin en yakışıklı adamı, annelerin gençlik aşkı, öldürülmek üzereyken bütün kadınların toplanıp cinayete engel olmaları bu yüzden. Bahçesine gömülen silahları çıkarıp yola atması, öyle pisliklerin başka yere gömmeleri gerektiğini haykırması ipini çekiyor aslında, kadınlara rağmen vurulmaktan kurtulamıyor ama ölmüyor da, şanslı adam.

Bazı detaylar, tekrarlar lüzumsuz, anlatım boğucu, anlatıcının bilinci nasıl akıyorsa işte. Şöyle bir film var, ortam hakkında fikir verebilir, iyi de filmdir. Aklıma geldi, kız kendi zamanından öylesine bıkmış ki 20. yüzyıldan hiçbir yazarı okumuyor, önceki yüzyıllardan kitaplar var elinde. Evet, bu kadar. Çok da tavsiye edemiyorum, genel beğeniye ucundan da olsa hitap etmiyor pek. Merak edenin elinden öper.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!