Woodie Guthrie’nin gitarının üzerinde “bu alet faşistleri öldürür” yazardı, bunu gören çoğu faşisti şöyle bir kıpırdatmıştır yerinden. Guthrie sendikal hareketlere katıldı, sosyalist gazetelerde yazılar yazdı, dinleyenlerini ateşlemeye çalıştı. Belli bir çevrede efsaneydi, efsanesi öldükten sonra bütün dünyaya yayıldı. Bob Dylan’ın ustasına sunduğu saygı takdire değerdir, New York’a gelir gelmez Guthrie’nin hastanede olduğunu öğrenir, ziyaretine gider. Yetmez, evine de gider, ev ahalisiyle dost olur, her gün hastaneye uğramaya başlar ve Guthrie’nin şarkılarını çalıp söyler. “Song to Woody” o günlerin etkisiyle yazılmıştır, hatta I’m Not There bir açıdan Guthrie güzellemesidir, hobo olduğu zamanları küçük çocuğumuz canlandırır, vagonların içinde sıkış tepiş giderlerken gitardan melodiler dökülür, şarkılar söylenir. Önemli bir müzisyendir Guthrie, Flaneur çizgi romanını basarak süper bir iş yapmış. 777 adetle sınırlı bu baskı, internette 100 TL’ye satılıyor, sahaflara düşmüş hemen. Neyse, burada Guthrie’nin gençlik zamanları var, New York’ta tanınır olmaya başlamasından az öncesine kadar. Aslında Guthrie kadar dönemin insanları, tozla dolu şehirler ve Amerikan Rüyası da var, hepsi çürümeye yüz tutmuş. Aileyle başlıyor bu çürüme Guthrie için, annesi akıl hastanesine yatırılıp babası da yavaştan tırlatınca evden kaçıyor, yanında öteberisini tıktığı torbasından başka hiçbir şey yok. Şehirlerin haline bakıyor, toprağı delik deşik edip petrol çıkarmaya çalışan patronların yanında çalışan, fırsatları kovalayıp köşe olmak isteyen insanlarla dolu. Çoğu hiçbir şey kazanamayacak, başka şehirlere göç etmek zorunda kalacak ama altına hücum edilen dönemdeki gibi sıfırı tüketmeden başlarına geleni anlamayacaklar, üstelik Batı’ya doğru gitmeleri için baskı yapan polislerden kurtulmak için yollara düşecekler ama California’nın anlatıldığı gibi fırsatlarla dolu olmadığını acı bir biçimde anlayacaklar. Bu açıdan Steinbeck’in metinlerine iyi bir kahraman olurmuş Guthrie, çalışmaya giden işçilerin düştükleri sıkıntılar birebir anlatılıyor Gazap Üzümleri‘nde mesela. Burada da vagondan vagona atlayan Guthrie’nin tanıştığı insanlar iş bulma umuduyla bilinmeyene doğru yol alıyorlar, trenlere kaçak binmemeleri için polislerin ağız burun kırmalarından korkmuyorlar, hangi vagonların güvenli olduğu önceden belirli. Gidecekleri yere ulaşınca hayal kırıklığına uğruyorlar, barakalara tıkılmış insanlar karşılıyor onları, güruhun içinde eriyorlar. Bir süre sonra barakaları da yakılıyor, geri dönmeleri isteniyor ama en başta onları yollayan polislerdi zaten, gidecek bir yerleri yok. Metnin bir yerinde geçiyor, devlet bir zamanlar siyahlara ve kızılderililere reva gördüğü zulme bu kez kendi insanlarını maruz bırakıyor. Guthrie sosyalist bir gazete patronuyla tanışınca adamın teklifini kabul ederek hoboların arasına karışacak, neler yaşadıklarını yazıp gönderecek, tabii bu kez kalacak yeri var. Sokakta tek başına takılan bir adamdan mızıka çalmayı öğrendikten sonra gitara geçecek, o zamanın sahne şovlarını yapacak, birkaç kötü espri, birkaç anonim şarkı, sonra insanların çektiği acılardan etkilenip esas şarkılarını yazmaya başlayacak, böylece toprağın herkesin toprağı olduğunu haykıracak. Para babalarının değil, petrol zenginlerinin değil, açlıktan can çekişenlerin de toprağı.
Babasıyla buluştukları zaman adamın bir türlü tutunamamasından etkilenecek Guthrie, amcası da aralarına katılınca altın aramaya başlayacaklar ama bulamayacaklar, yenilgiler annesinin akıl hastanesine yatırılmasını çağrıştıracak, ailesinin üzerinde gezindiği söylenen laneti düşünerek huzursuz olacak ama yırtacak sonunda, onca acıdan sonra gerçekten bir şeyler yapmaya başlayacak. O zamana kadar Tampa’da yaşayacak bir süre, evlenecek, çocuğu olacak ama toz fırtınası kasabayı hayalet şehre çevirecek bir gün. İnsanlar birer birer hastalanacak, göç etmek zorunda kalacaklar. Guthrie de ailesini bir süre bırakarak babasını görmeye gidecek, sonra bir şeye bağlanmak istemediği için bir not bırakarak Batı’ya gidecek, izlenimlerini şarkılara ve yazılara dönüştürecek. Para kazanmaya başladığı zaman geride bıraktığı eşine ve çocuğuna para yardımında bulunacak, bir süre sonra tekrar bir araya gelecekler ama ilişkileri uzun sürmeyecek, boşanacaklar. Üstelik Huntington hastalığına yakalanma riski var, annesini delirten hastalık %50 ihtimalle kendisinde de ortaya çıkacak. Hastane zamanlarını biliyoruz, yakalanıyor ne yazık ki. Yapmak istediği çoğu şeyi yapıyor gerçi, kızılderililerin arasına karışıp onlarla birlikte yaşıyor bir süre mesela, doğanın ne kadar mucizevi olduğunu gözlemlerken bir kızılderilinin uzunca bir süre aynı pozisyonda durduğunu görüyor, sonra birlikte takılıyorlar ve Guthrie yerlilerin kültürünü, doğayla uyumlarını görüyor ve sömürünün yarattığı yıkımı anlıyor. O insanlar toprağa sahip olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar, beyazların hırslarını anlamıyorlar, yaşamları aynı seyirde sürüp gidiyor. Tampa’da fırtına sırasında ortaya çıkan kızılderili mezarları ve binlerce yıllık fosiller de Guthire’ye bir mesaj veriyor, insanlar o topraklarda binlerce yıl boyunca huzur içinde yaşamışlar, soyu tükenmiş veya tükenmemiş hayvanlar için o topraklar yaşanası bir ev olmuş, kan emiciler o topraklara çökene kadar. Buğday fiyatları düşmesin diye tonlarca buğday çürümeye terk edilmiş, açlıktan ölen onca insan varken. Kuraklıktan ötürü toprağından ürün alamayanların toprakları satın alınmış ve göç etmeleri için zorlanmışlar, ev diye bir şey kalmamış onlar için. Guthrie her şeyi görüyor, ünlü şarkılarından bazılarını bu gözlemlerinin itkisiyle yazıyor. İki defteri var, biri ayrıldığı evde kalıyor ama diğerini hemen yeni şarkılarla doldurmaya başlıyor. Yedi sekiz şarkının hikâyesi -eğer doğruysa- şahit olduğu insanlık dramlarından sonra beliriyor. New York’a gitmesiyle birlikte hayatı değişiyor zaten, önünde sıkıntılı suratlar yok artık, ateşli insanlar var, öfkelerini şarkıları yüksek sesle söyleyerek belli ediyorlar, bir de patronlarına söverek tabii.
Çizimler çok başarılı, Guthrie’nin gençliği ilgi çekici. Bulunursa okunsun.
Cevap yaz