Refik Halid Karay – Edebiyatı Öldüren Rejim

Kemal Sülker’in anılarından öğrendiğimiz kadarıyla sürüldüğü dönemde edebiyatı yakından takip ediyor Refik Halid, yeni öyküleri ve romanları okuyor, yorumluyor da. İstanbul’a döndükten sonra ne olduğunu bilemiyorum, huysuz bir ihtiyara dönüyor resmen. Orhan Veli’nin şiirlerini övüyor, yeriyor, Orhan Veli ve Sait Faik’i çok içtikleri için yeriyor, Sait Faik’e kendisinden sonra gelen en büyük yazar muamelesi yapıyor ama bir yandan sevmiyor da, neyi sevmediği belli değil çünkü Sait Faik’in metinleriyle ilgili hiçbir şey söylemiyor, Orhan Veli’nin şair kumaşına sahip olduğunu ve Nasreddin Hoca’yla ilgili metni sayesinde dişe dokunur şeyler yazdığını, bilmem kimin nasırı ve ağaca taş atıp falan, öyle acayip acayip sözlerin anlamsızlığından dem vuruyor, şiirlerin insanı ve dönemi anlatmadığından şikayet ediyor, ömrünün sonlarına doğru yenilerden en beğendiğinin Orhan Veli olduğunu söylüyor sonra, kısacası Refik Halid bu konuda bir tuhaf. “Rakı şişesinde balık” için söylediği: “Bu söz vezinsiz ve ahenksiz ise de yazık ki mânalıdır. Sinir ve akıl hekimlerinin o mısraa ‘erken bunama’ mânası vermelerini ihtimal dışına atamayız.” (s. 327) Daha ağırları var ama sonuç dönüp dolaşıp beğeniye çıkıyorsa iki sebebi olabilir bunun, ilki Yeni İstanbul‘un Dünya Hikâye Müsabakası jürisinde yer almaları, ikincisi de Refik Halid’in, nasıl demeli, yeni şiiri kabul etmeye yanaşmaması. Ona kalsa son romanı Halid Ziya yazmıştır, Tevfik Fikret’ten sonra şair gelmemiştir, yeni yetmelerin ulu çınarları kesmeye çalışmaları da nedir öyle, kendisinin Anadolu duyarlılığını sürdürecek yazar elbet yetişecektir ama ortalıkta görünmemektedir henüz. Daha da bir dolu laf, Refik Halid genç yaşında dâhil olduğu edebiyat çevrelerindeki ustalarının hayaletleriyle yaşar adeta, onlardan üstününü arar ama bulamaz. Gerçi aradığından da emin değilim pek, geçimini kalemiyle sağladığı için durmadan yazdığını ve pek bir şey okuyamadığını söyler bir röportajında, arkadaşlarının tavsiye ettiği yazarlara şöyle bir göz atmaktadır ama o şöyleliğin pek bir kıymeti yoktur açıkçası, mesnetli bir yoruma yol açmaz. Zaten eski hikâye üslubuna bağlıdır Refik Halid, eskiyi sever, eski iyidir, birtakım laf salatalarından hoşlanacak kadar üşütmemiştir kafayı. Oktay Rifat’ın bir şiirinde birilerinin bok yediğinden bahsedilir de şöyle bir yüzünü karartır Refik Halid, ağzını açtığı gibi yarı kısar ve hoş görmese bile aksilenmeye lüzum olmadığını, bu tür laubaliliklere alışacağını söyler. Metin Eloğlu’nu eleştirdiği bir yazısı var, matrak: Birileri bir şeyler yiyor, ortada kapuska var, kişi de diğerlerinin yediğinden yiyecek de kapuskayı kaldırmaları için bağırıyor. Refik Halid’e göre kapuskadan önce o şiiri mecmuadan kaldırmak lazım gelmektedir, ayrıca Çerkes tavuğunun iyisinin tarifini veren Refik Halid bombayı sona saklar: “İşte, bu şiir hakkında söyleyeceklerim şu söylediklerimden ibarettir; bir de lâhavle çekmek.” (s. 332) Münekkitler efendim, öyle sevdimli sevmedimli yorumlarıyla yazarları küplere bindirmekte, okurları yanlış yönlendirmektedir, en iyisi onların yorumlarını hiç okumamaktır da Refik Halid bunu kendisi için de söylediğinin pek farkında değil. “Kirpi” lakabını neden aldığını anlıyoruz, gerçi dikenleri törpülenmiş bir kirpi artık, birilerinin tavuğuna kıştlamaktan korktuğu için yıkım modunu açmıyor ama yeterince can sıkıcı, hedefi olmak istemezdim. Kim var ona yakın, biraz daha kuşansa, sivrilse Necati Tosuner diyesiyim, eleştiri yazılarında kontrollü bir yergi varsa da konuştuğum zaman anladım, insanı çok fena edebilir. Fenalığı temellendirir de, Refik Halid’de pek görmediğimiz şey, mesela Marinetti öldükten kısa süre sonra yazdığı yazı: “Marinetti ölmüş… Kime ne? Kaç kişi tanırdı ki? Benim malûmatım da kulaktan dolmadır.” (s. 335) E abi… “Olamamanın öfkesi” sanki, arkadaşları mühim kademelerde görevler almıştır, kimler kimler nerelere gelmiştir, ne yeteneksizler üstat kabul edilmiştir -bu “üstatlık” o kadar canını sıkar ki uzunca bir yazı döşer- ve ne eserler yazamamıştır Refik Halid, geçim derdi ya fıkra ya roman yazmaya itmiştir, o meşhur öykülerinin kaynağı kurumuştur artık. Her şeyi geçtim, şiirin en önemli iki temsilcisinden biri Ümit Yaşar Oğuzcan? 1962’de? Bir yazısında ölmeden ölenlerden bahseder, edebî anlamda ölenlerin arasına karışmıştır Refik Halid, farkında değildir. Ölmemek için son bir can havliyle en yeniye ve en meşhura tutunmuş gibi görünüyor ya da çok şey mi bekliyorum acaba, gençliğinin feri sürgünle birlikte kaçarken kurmaca zekâsını da birlikte mi götürmüş, nedir? Romanlarını okumadan bir şey demeyeyim, yorumum geri.

Hunharca övdüklerine bakayım, ilki Ahmet Midhat Efendi. Metinleri dan dun olsa da toplumu eğlendirmiş ve eğitmiştir. Muallim Naci basitliği, yalınlığı öğretmiştir, devrinin tartışmalarında boşa yorulmuşsa da iyi metinler bırakmıştır ardında. Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan sonra öyle komiği, halkı tüm gerçekliğiyle anlatanı gelmemiştir, ölümü büyük kayıptır. Son zamanlarında pek bir şey yazamaması acıdır, aslında günceli takip edip Araba Sevdası‘nın yenisini, mesela Otomobil Sevdası‘nı yazabilirdi ama inzivaya çekilince insandan uzak kaldı, bilemedi yeniyi. Refik Halid’e göre koşullar ne olursa olsun insana karışmak lazımdır, bu yüzden durmadan yürür Refik Halid, otobüsle gideceği yere de yürür, yokuş da çıkar, rastladığı ilginçlikleri kurmacaya sokar. Usandığı da olur gerçi, mesela içilecek, birileriyle oturmuş masaya, oturdukları iyi hoş da sarhoş olduktan sonra cebinden defter çıkaran çıkarana. Hoşlandıkları dizeleri okurlar, biri bitince diğeri başlar, o defter bütün geceyi berbat eder. Taktı mı takar Refik Halid, otobüs şoförlerinin keyiflerine sayar, uçuk kaçık hayal alemlerini süslü püslü anlatan yazarları taşlar, öyle ki pek saygı duyduğu Cenab Şahabeddin’i eleştirmekten çekinmez. Divan şiirlerine duyduğu sevgiyi uzun uzun anlatır ve konuyu belediyeciliğe getirmeden edemez, Karacaahmet’te yatan -Refik Halid olayım az, o da bölüyor böyle, bu “yatma” işini garipsiyorum çünkü bir istenç de belirtiyor ama ben öldükten sonra mezarlıkta yatarsam kendi isteğimle yatmam muhtemelen- Nedim’in mezarında acaba gerçekten Nedim mi yatmaktadır, o yatmıyorsa bile nerededir o mezarın ziyneti, neden müzeyyen değildir yahu o mezar? Hemen tezyin edilmelidir, Nedim’i ziyarete gelenler şairin kıymet gördüğünü bilmelidir. Naci Sadullah’ın dediğine göre Kemal Tahir adlı bir genç varmış, öyküleri iyiymiş, o da alkışlanmalıdır. Yaşarken. Orhan Kemal ve Yaşar Kemal yeni neslin güçlü yazarları, alkış. Sait Faik’e gelelim yine, olmayacak gibi bir yazar, aslında olmuş ama bir şey olmayacakmış, neyin olmayacağını bilmiyoruz. Refik Halid’in içkiyle bir sorunu var, ne olduğunu anlamadım ama sarhoşken hiçbir şey yazmadığını defalarca söylemesinden, içkiyle arasına mesafe koyamayan yazarların mutlaka bir faciaya uğradıklarını belirtmesinden çıkarıyoruz ki içki kötü bir şeydir, o kadar da içilmemelidir. Yahya Kemal’e de bir taş var arada, pek sevilen ve iyi ki var olan bir şair Pakistan’a büyükelçi olarak gitmiş, bir müddet orada kaldıktan sonra geri dönmüş ve görev yerine tekrar gitmemiştir. Nedir olayı, öyle keyfine göre işi gücü bırakıp memlekete dönmek, oyalanmak var mıdır devlet işlerinde? Tehlikeli hareketler bunlar aslında, tam da iktidar değişimi öncesi. Yahya Kemal o sıralar DP yanlısı göründüğü için mi, belki.

1940’larda neler olup bitti, Refik Halid’den öğrenmek büyük keyif.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!