Pierdomenico Baccalario – Beatles: Efsane Dörtlü

Domingo’nun bu serisi şahane, 9 yaşından büyükler için bilim ve sanat dünyasının önemli isimlerinin şöyle bir tarihçesi. “Şöyle bir” ama yeterli, grubun kısacık hikâyesinde zirveler ve dipler çok yakın, kuruluş hikâyesi yok da Almanya günlerinden hemen sonrası var, bir de meşhur çatı konseri. Fazlasını Hunter Davies’in The Beatles‘ında bulabilirsiniz, Kara Plak bastı. Pete Best’le ilgili çok daha fazla malumat var orada, yine de az çünkü üzücü bir hikâye. Hamburg yıllarında Best’le birlikte çalıyorlar, düşüyorlar, kalkıyorlar, dönemin gençleri ne yapıyorsa onları yapıyorlar. İngiltere’ye döndükleri zaman Brian Epstein sayesinde plak anlaşması yapacakları sırada Best’i değiştirmeyi düşünüyorlar. McCartney mevzuya çok üzüldüğü için grup dağıldıktan sonra Best’le takılmış biraz, birlikte bir şeyler yapmışlar ama o kadar. Adam bugün 81 yaşında, İsa’dan daha ünlü olmanın kıyısından dönmüş bir müzisyen olarak 60 yıl yaşamış, röportajlarında süreci anlatıyor. Grup elemanları Epstein’den kötü haberi vermesini istemişler, o zamanlar çok gençler ve arkadaşlarına bu kötülüğü de yapmak istemiyorlar. Epstein kibar adam, oturuyorlar, yarım saat havadan sudan bahsedip giriyor lafa Epstein ve bomba patlıyor. Grup Liverpool’da çok meşhur o zamanlar, hayranları Best’in gruptan ayrılmasına tepki gösteriyorlar, Epstein’in arabasını çiziyorlar hatta Cavern nam meşhur mekanda kavga çıkarıp Harrison’ın gözünü morartıyorlar, bir dünya olay. Kayıtları şuradan kıyaslayabiliyoruz, Starr daha bir zilli, kick’li çalıyor, enstrüman dengesini sağlamak için daha iyi bir tercih, yorumlarda da söylendiği gibi tuşesi ve zamanlaması çok daha iyi. Gerçi ekipman farkı var, sözleşme yapıldıktan sonra Abbey Road’un yolları açılıyor gruba, zirvede kaydediyorlar şarkılarını da iki davulcu arasındaki farkı anlamak mümkün. Sonuçta grup elemanları da memnun değiller Best’ten, bu önemli kayıtlardan önce Harrison gelip Best’in kayıtlar için yeterli olmayabileceğini söylüyor Epstein’e, dünyanın en kötü davulcusu değilmiş ama yetmezmiş. Zaten başka sorunlar da var, Best’in aşırı çekingen ve içine kapanık olduğu söyleniyor ama ilk plak sözleşmesi faciasını Best’in en son duyması, bir de Manchester’daki şaşalı konserden dönerken orada unutulması falan, yollar çoktan ayrılmış. Starr faktörü göz ardı edilmemeli, elemanlar Starr’ı dinledikleri zaman şahane bir davulcuyla karşılaştıklarını anlamışlar, Best’in gelemediği bir konserde davul çaldıktan sonra Starr’dan vazgeçememişler. Best bahsi böylece kapanıyor, grubun az bilinen mevzularından biri. Nadir görülen bir doğa olayı değil aslında, Foo Fighters uçuşa geçmeden önce Dave Grohl’un dan diye şutladığı William Goldsmith var. Grup elemanını şutlamanın yollarını anlatan bir video bile var, süper olay.

Hamburg’dan dönüyorlar, çok yorgunlar, biraz dinlenmeleri lazım ama dan dun çalmaya devam etmeleri de lazım The Beatles’ın, deri ceketleri çekip Cavern’a çıkıyorlar. Buraya çıkmak kolay değil, Davies uzun uzun anlatmış süreci. İşte, sahnede sarsaklar biraz, şarkıyı yarıda kesip muhabbete dalmalar, seyirciye sırt dönmeler, dağınık bir grup. Plak dükkânına gelip The Beatles’ın kayıtlarını soran birkaç müşteri Epstein’i meraklandırıyor, adam gidip izliyor bizimkileri. Profesyonel değiller ama yıldız kumaşı var, seyirciyi sallamıyorlar ama seyirci de pek umursamıyor, balık istifi ortamda tuhaf durumlar. Konserden sonra kulise giriyor Epstein, George hangi rüzgârın onu oraya attığını soruyor. Epstein’i tanıyorlar, muhtemelen dükkânından plak aldıkları için. Epstein plaklarının olup olmadığını soruyor, var ama Doğu Almanya’dan ithal etmek gerek, orada çıkmış: Tony Sheridan & The Beatles. 200 adet sipariş edecek Epstein ama önce grupla muhabbet ediyor, Lennon grubun aslında beş kişi olduğunu ama Stuart’ın Hamburg’da kaldığını, kendisinin de Liverpool’da değil, Hamburg’da büyüdüğünü söylüyor. 1960-1962 arası çok acayip yıllar gerçekten, elemanlar orada kavgaya dövüşe karışıyorlar, kafalar gidik, iki yıl boyunca trip sanki. Epstein’in gözünde şen elemanlar bu çocuklar, bir şey olur bunlardan. Etrafındakiler uzak durmasını söylüyorlar, uyarıyorlar ama o menajerliği de bağlıyor, grubun cızırtılı bir kaydını alıp yallah Londra’ya. Görüşmeler, hayal kırıklıkları, tesadüfler, öneriler derken Londra’ya sefere çıkıyorlar, ilk kayıtlar. Plak şirketi Decca kayıtları beğenmiyor, grubun geleceğinin olmadığını söylüyor, gitarlar çok kaba ve o tür ses çok demodeymiş. Yenilgiyle dönmek istemiyor Epstein, EMI’ın yöneticilerinden George Martin’i arıyor, Martin arkadaşını kırmayarak kayıtları dinliyor ve ta taam, sözleşme hazır, istikamet Abbey Road. 45’lik plaklar sular seller gibi satılıyor ama bizimkiler ne olduğunu anlamıyorlar, bir anda herkes kapılarına yığılıyor. Şimdi MFÖ belgeselini izliyorum GAİN’de, Mazhar Alanson da her şeyin bir gecede değiştiğini, evinin önüne gazetecilerin yığıldığını anlatıyor, bunun kaç katı büyük bir mevzu The Beatles için. Daha 45’lik ya, albüm falan yok. “Hayranlar biraz saplantılı hale gelmişler ve durum tehlikeli olmaya başlamıştı. John, Paul, George ve Ringo mekânlara gizlice girmek zorunda kalıyorlardı ve konser sona erince arka kapıdan çıkıp doğruca minibüslerine biniyorlardı.” (s. 29) İsveç turnesinde Harrison’ı sahneden aşağı çekiyorlar, Kraliçe’ye konser verecekleri zaman salonun önünü çığlık atan kızlar dolduruyor, okulda saçlarını Beatles tarzı kestirmiş olan gençler evlerine geri gönderiliyor. Sokağa çıkmadan önce tanınmayacakları kıyafetler giymek zorundalar artık, iş öyle bir noktaya geliyor ki hayranlar evlerine girip enstrümanlarını çalmaya başlıyorlar. Hırsızlık. İlginç olurdu gerçi, Harrison odasına giriyor ve iki üç hayranını “Love Me Do” çalarken buluyor falan. Epstein bakıyor ki çok sıkıldılar artık, nefes almak istiyorlar, doğruca Amerika’ya. E, havaalanında yine kalabalık kıyamet, Harrison olanlara anlam veremiyor ve Amerikalıların kendi yıldızlarıyla uğraşmaları gerektiğini söylüyor. Bu kitapta yok ama Lennon’ın İsa’dan daha meşhur olduklarına dair demeci bomba etkisi yaratıyor hemen, daha da meşhur oluyorlar. Öyle bir dalgayı tetiklemişler ki ne yapsalar patlayacak, büyük savaştan sonra gençliğin özgürlük talebi. Susmuyorlar, konserlerde çığlıklar, feryatlar, Lennon konserlerde sık sık bağırıyor ve dinleyicilerden biraz susmalarını istiyor. “‘Sahneye balmumu heykellerimizi koysak bir şey fark etmezdi!’ diye patladı, durumdan rahatsız olarak.” (s. 35)

Arayışlar, farklı bir şeyler yapma arzusu. Stüdyoda klavsen var, aletler var türlü çeşitli, onları kayıtlara katmaca. Yolların giderek uzaklaşması, kişisel serüvenler. Epstein’in ölümü de mahvediyor grubu, artık bir arada kalmalarını sağlayacak hiçbir şey yok ama iki albümlük daha enerjileri var, tamamen kopmadan önce biraz daha müzik yapabilirler. Önce guru faciası var tabii, Harrison’ın mistik kustik işlere dalmasıyla birlikte huzur bulmak için Ganj’ın kıyısına gidiyorlar, Maharişi Maheş Yogi’nin yanına. Sıkı bir vejetaryen diyet, yemekler açık havada, bungalov evler ve bitmek bilmeyen sohbetler derken Starr on gün sonra basıp gidiyor, o kadar dayanabilmiş. Ardından McCartney gidiyor, Lennon ve Harrison kalıyorlar ama bakıyorlar ki Yogi bunları söğüşlüyor bir güzel, kampın yanındaki havaalanının inşaat giderlerini karşılatmış falan, aydınlanmadan dönüyorlar. Lennon kısa süre önce Yoko Ono’yla tanışmış, Hindistan dönüşü stüdyoya birlikte giriyorlar ve iyice parçalıyorlar grubu. Kimin neyi nasıl çalması gerektiğini söyleyen bu kadını kimse sevmiyor hatta şöyle bir şey de var, matrak. The White Album böyle bir atmosferde kaydediliyor, süreç ıstırap dolu ama sonuç şahane. Kısa süre sonra dağılacaklarını bildikleri için belki. Harrison gruptan ayrılacağını söyleyen ilk üye ama McCartney’ye göre Lennon çoktan bitirmiş kafasında, Ono mono hep ondan. O son çatı konseri bis sanki.

Gençlerimiz, yetişkinlerimiz, The Beatles sevenler okumalı bu kitabı, tatlış bir şey.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!