“Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.”
Çalışmanın Mitolojisi‘ndeki mevzular, sıkıntı büyük, Fleming’in yaşadığı geç kapitalizm kaynaklı arızalar cabası. Hikâye iç daraltıcı, uyandırıcı, her konunun sonunda çıkış yolları verilmiş de çıkabilirsek. Atlas’ın gücü, Zeus’un dirayeti falan lazım da mümkün. Simit Sarayı’nda Ponzi’ye enayi kovalayanların İngiliz versiyonları biraz eğlendirmedi değil, Fleming yakın bir dostunun davetiyle Amerikalı bir kişisel gelişim şirketinin etkinliğine katılıyor, kapıda izbandut gibi adamlar, sağda solda şıkır şıkır kadınlar, erkekler, tam tokatlanmalık mekan. Guru çıkıyor sahneye, bir iki zırvalıyor, sonra koltukların altındaki davetiyelere geliyor sıra. Fleming zarfı açıyor, o sıra guru kredi kartı numaralarının doğru girilmesini rica ediyor. 300 papel o muazzam tarikata girmek için az bile. Bahsetmiyor da dostuna sağlam bir küfür etmiştir Fleming, o sıra tuvaleti geldiği için ayağa kalkıyor, izbandutlar yanında bitiyor. Onları bir şekilde atlatıp hızlı hızlı yürürken kadının biri durdurmaya çalışıyor bu kez, onu da atlatıyor ve koşarak uzaklaşıyor oradan, kurtuluyor. Yazının başlığı “Kapitalizm Bir Tarikat Mıdır?”, neoliberal kapitalizmin kuruluşuyla ilgili. 1960’ların Şikago Okulu’ndan mühim tipler, Milton Friedman ve Theodore Schultz muhabbet ediyorlar, mevzu iyice palazlanan SSCB’ye karşı ekonomik duruş. Devlet mi özel sektör mü yüklenmeli uçuşu, tartışmadan özel sektör galip çıkıyor ve homo economicus taşıyamayacağı bir yükü sırtlanıyor. Hepimiz birer girişimciyiz, şirketiz, makineyiz artık, toplumun bir parçası değiliz zira toplumlaşacak bir durum, değer kalmadı, borca gömüldük ve strese boğulduk ki teoriyken pratik hale geçmemiz de kesin değildi o sıra, 1970’lerin sonundaki neoliberal devrim uygun siyasi ortamı yaratınca sendikal haklar, aslında genel olarak haklar yavaş yavaş buharlaşmaya başladı. Fleming 2019’da, metni yazdığı zamanda duruma bakınca çöküşün çoktan gerçekleştiğini ama tarikatlardakine benzer bir bağlılığın geliştiğini, yetkili abilerin söylediklerinden çıkamadığımızı belirtiyor. 2008’deki büyük kriz 10.000 intihar vakası eklemiş istatistiklere, kayıpların haddi hesabı yok ama sistemin hâlâ eskisi kadar savunulmasının mantıklı bir yanı yok açıkçası, kemer sıkma politikası da bu çarpıklığın bir parçası. Mark Blyth’in dediği: “‘Moğol Altın Orda Devleti olimpik at biniciliğinin gelişmesinde ne kadar etkili olmuşsa, kemer sıkmanın ekonomik bir politika olarak uygulanması da bize barış, refah getirmede ve en önemlisi de borçların daimi olarak azalmasını sağlamada o kadar etkili olmuştur.’” (s. 42) Tarikatlar birbiriyle çelişen kanıtlarla karşılaştığı zaman kendi temel varsayımlarını saçma yollarla da olsa doğruluyor, örnek Dorothy Martin’in tarikatı. Martin dünyanın 21 Aralık 1954’te havaya uçacağını söylüyor, takipçileri işlerinden istifa edip malı mülkü satıyorlar, boşanıyorlar, sonra malum tarih geliyor ve geçiyor. Dünya yerinde, o zaman tarikatın müthiş iyi kalpliliği kıyameti önledi. Mesela kriptoya girdim ve bana göre sağlam bir para kaybettim, çıkmayıp bekleseydim her şeyin süper olabileceğine rahatlıkla inanırdım ama döndüğüm yerin sonrası kâr diye hemen çıktım. Örneğimin dandikliği bir yana, Fleming’in çözüm yolları şunlar: cemaatin kirletemediği yakın müttefiklerle beraber iş görelim ama başta neoliberal kapitalizmi bir etik-politik imkansızlık olarak reddedelim, olumsuzluğu olumsuzlayalım, sinikleşmeden gerçekleri görelim, paraya mümkün olduğu kadar alternatif üretelim, kaybımızı kabullenip azıcık hissizleşelim ama nihil nihil dolanmayalım, Fleming’in üzerine basa basa söylediği gibi “devrimci kötümserlik” yoldaşımız olsun.
“Allah’ın Cezası Robotlar”. Fleming uçakta, pilotluğun ortadan kalkacağı zamanı düşünüyor. Pilotluk pahalı, makinelere bırakılsa sermaye daha hızlı büyüyecek, o zaman otonomlaşabilecek işler otonomlaşsın, insan da ne halt ederse etsin. Bunun yanında çöpçüler çöpçülüğe devam etsin çünkü onların yapacağı işin otonomlaşması fuzuli yatırım olacak, insan çalıştırmak çok daha ucuza geldiği için bazı meslekler bir süre daha ortadan kaybolmaz da teknoloji ucuzladıkça her meslek tehlikeye girecek. Kötücül yapay zekânın birkaç örneği var, Alexa’nın verilen emirleri yerine getirmeyip kötü adam kahkahası attığı en az iki örnekten bahsedebiliriz, Volkswagen fabrikasında çalışan bir işçiyi öldüren robottan, geçtiğimiz günlerde kontrolden çıkıp faciaya yol açan Tesla’dan söz edebiliriz de Fleming’e göre esas sorun kötücül yapay zekâ değil, insanın robotlaşması. Açıkçası ataç üretimini maksimize etmek için dünyadaki bütün demiri hüp diye çekip insanı demirsiz bırakan veya çoğalmak için ne bulursa yiyip kendini kopyalayan nanoteknolojik gri çamur bilimkurgudan fırlamış zırvalar gibi gözüküyor, bizi esas ilgilendiren Uber gibi şirketlerin sendikalaşan işçilerine zorbalık yapması, davaları kaybedince sürücüsüz araba teknolojisine yatırım yapıp kısa-orta vadede işçinin canına okuması. Yaşanmış bir olay: 1998’de Denizciler Sendikası’yla limanı yöneten şirket arasındaki tartışmalar patlak vermeden başarılı grevler düzenlenmiş, haklarını kısa süreliğine geri alan işçiler bir süre sonra kovulmuşlar çünkü limandaki işler tamamıyla otomatikleşmiş. Koca mekanda robotlar taşıyor konteynerleri, sıfır insan. Sınıf ayrımını daha da keskinleştiriyor bunlar, kaymak tabakadakiler canavar gibi prim ve maaşla uçurumu büyütüyorlar, yarı otomatik işler pek çok iş kolunun ortaya çıkmasına yol açsa da bu işler uzun süre var olmayacak gibi görünüyor. Üçüncü aşamada işsizlik var, hak aranmadığı sürece insanlar işlerinden olmaya devam edecek. Fleming’in bu konuda pek yaratıcı tavsiyeleri yok, her algoritmanın ifşa edilmemiş bir kusurunun olduğunu söylüyor, bulup faydalanacağız. İnşallah. Baktım da, ikinci maddede Fleming kendisiyle çelişiyor, makinelerin işimizi elimizden almak istemeyeceklerini söylüyor da yazının başında bu makineleri insanların kodlayacağını söylüyordu, ne istenirse onu yapacaklarsa işimiz var (yok) demektir. Teknolojinin üzerinde oynayarak çalışmanın var olmadığı bir dünya, eh, kapitalizmden kurtulup kurtulmamakla belli olacak şey.
“İHA Çağında İyimserlik” aslında soyut bilginin kötüye kullanımıyla somut gerçekliğin birleşerek kafamıza bombalar bırakmasıyla ilgili. Çağla benim çalıştığım okula gelip siber zorbalığa karşı hukuki bilgiler vermişti çocuklara, aslında nasıl korunacaklarına ve haklarını nasıl arayabileceklerine dair güzel bir etkinlikti ama ne oldu, çocuklar işledikleri suçlardan nasıl yırtabileceklerine yoğunlaştılar bir yerden sonra. “Soyut bilgi, artık kolektif hamlığımızı alt etmenin peşinde koşmak yerine elverişli bir çareye başvurma ve eleştirel açığa vurma kisvesi altında onu besliyor gibi görünüyor.” (s. 29) Sebald’ın bir metnine, Satürn’ün Halkaları‘na odaklanıyor Fleming, İkinci Dünya Savaşı’nda Hırvatların Sırp bir gencin kafasını testereyle kesiyorlarmış gibi yaptıkları fotoğraftan aşırı etkilenen Sebald’ın incelediği olayda rol alan bir Nazi subaydan bahsediyor. Bu adam Kurt Waldheim, Sırpların katledilmesindeki kilit adamlardan biri. Savaştan sonra başarılı bir kariyere imza atarak BM’nin genel sekreterliğini yapıyor, son görevlerinden biri Voyager II. 1977’de uzaya fişeklenen alete uzaylılara gidecek mesajı kaydediyor Waldheim, salt barış ve dostluk aradıklarını söylüyor. “Gülünç rezillikteki durum”un temsil ettiği “çürük medeniyet” tam gaz devam, serbest çalışan haline getirilen işçiler sadece ve sadece emeklerini harcadıkları zaman için ödeme alabilirlerken ürettikleri değerden çok daha azına razı gelmek zorundalar, sigortaları zaten yaş, üstelik durmadan artan vergiler yüzünden zenginleri daha da zengin yapmakla meşguller. Yeni Zelanda’dan sığınak alan kaymak tabaka ne yapmak, nereye varmak istemektedir, açlıktan ve susuzluktan millet birbirini kırarken bunlar dünyanın bir köşesinde fırtınanın dinmesini bekleyecekler. Milyarlar var, tepelerine binerler valla. Çıkış yolları umut da veriyor, umutsuzluğa da düşürüyor, önemli olan o devrimciliği ve kötümserliği yitirmemek. Hiçbir şey daha iyiye gitmeyecek. Her şey insanlar birleştikten sonra değişecek. Ne zamansa.
Cevap yaz