Pascal Quignard – Roma’daki Teras

Quignard’ın anlattığı dünyayla karakterleri arasındaki ilişkiyi düşünüyorum, Quignard’dan bir şey okuyunca hep düşünüyorum, yalıyarından ormanına tam doğa serili önlerinde ve gökyüzüne bakıyorlar insanlar, ağaçlara bakıyorlar, ticaretle zenginleşen kantonlarda dolanıyorlar veya dünyanın bütün sabahlarını kapandıkları evlerde geçiriyorlar, gerçi camlarından içeri düşüyor doğa resmen, bir de çoğu sanatçı bu insanların, uğraşlarından kafalarını kaldırdıkları az, bu durumda az sözcükle iletmeye çalıştıkları anlam gerçekten o dönemin sanatçısının zaman zaman ortaya çıkan tavrı mıydı, doğanın terbiyesinden uzağa düşmeyen sanatın etkisiyle yoğrulan, dilini eksilten çünkü iletiyi başka biçimde türetmeyi öğrenen insanın, yoksa üsluptan mı doğuyor yarımlık, gizem, belirsiz kalan, bu aslında Modiano’nun metinlerinde bitirmeye yanaşmadığı arayışın dengi mi, nedir bu, Quignard okurken çözümlemekte zorlanıyorum zira kendi de çok durmuyor düşündüren sahnelerin üzerinde, daha doğrusu çok parçalı anlatının bölümlerinin arasına asırlar koyabiliyor, bir karakterin ölümünden şöyle bir bahsedip ayrıntıya inmeden yaşatıyor, konuşturuyor, devindiriyor öleni, henüz ölmemiş olanı, gravür tekniklerinden bahsederken resimle gravür arasındaki farkları renkler üzerinden biçimleyiveriyor, hikâyenin geri kalanında karakterlerin söylediklerinin genişleyip genişlemediğini, hikâyeye bağlanıp bağlanmadığını takip etmek zorunda hissediyorum kendimi, sanki her parça laytmotifin bir parçasını da taşıyor, gravürcünün yüzlerce yıl önce ürettiği eseri alımlayan sanat tarihçisi siyahla beyazın, kakmayla çekmenin, girintiyle çıkıntının diğer renklerden daha bir belirginleştirdiği figürleri incelerken sanatçının uğraşıyla ilgili düşüncelerini canlanmış buluyor elinde, neden olmasın, Quignard bunu neden yapmasın, bir metin okura bunu neden yapmasın.

Meaume kendini açıklıyor ilk bölümde, gravürcü, 1617’de Paris’te doğmuş, Follin’in yanında çıraklık, Toulouse’da Rhuys’in, Bruges’de Heemkers’in çıraklığı, sonra tek başına yaşamaya başlıyor çünkü Bruges’de suratı kezzapla tamamen yakılıyor, İtalya’ya gidip gizliyor yüzünü iki yıl boyunca, iğrenç yüzünü, kezzabı yüzeyinde gezdirerek tamamladığı gravürlere benzeyen yüzünü -gölgeler düşer yüzüne, gravürlerinde ışığı nasıl düşürüyorsa yaşamı da yüzüne öyle düşer- ve o kadından, yüzünün yanması pahasına sevdiği kadından başkasına âşık olmuyor. “‘Umutsuz insanlar ücra köşelerde yaşar. Bütün kitap okurları ücra köşelerde yaşar. Umutsuz insanlar, duvarlara çizilmiş tasvirler gibi, soluk almadan, konuşmadan, kimseyi dinlemeden havaya asılı yaşar.’” (s. 5) Tüm yaşamı boyunca aynı kadını kabartır, çizer, Toulouse’da iskambil kartı imalatçıları için roman kahramanlarının olduğu kartlar üretir, erotik kartlar üretir ve azizlerin olduğu kartlar üretir, Roma’da yaşadığı süre boyunca dinsel sahnelerle dolu gravürler üretir, yaşamını üretir. İkinci bölüm, yıl 1639, Bruges’de yargıç Jacob Veet Jakobsz bir yıllığına yargıç seçildiği sırada Meaume yirmi bir yaşındadır, Rhuys’in yanındaki çıraklığını tamamlamıştır ve Nanni’ye âşık olmuştur en önemlisi, yargıcın kızına. Panayırda karşılaşırlar, gözleri durmadan kesişir, sonra mektuplar gidip gelmeye başlar çünkü kız nişanlıdır, babasının kâtibiyle evlenecektir ama tutulmuştur Meaume’a. Sevişirler, liste halinde sunulur seviştikleri yerler, giderek daha sık sevişmeye başlarlar ki birinin kamışının dikliğiyle diğerinin ıslaklığı aralarındaki muhabbetin konularından biridir. Meaume sonraları kamışlarla ilgili gravürler yapacaktır, kadınıysa erişemeyeceği bir mesafeye koyacaktır hep, gölgeler bunun içindir. Aşevinde seviştikleri sırada tepelerindeki cam patlar, kâtip kendini de yaralamıştır ama paniklemeden çıkarır şişeyi, boğuşmadan sonra fırlatır. İki çığlık, Meaume’un yüzü ve boynu yanar, kızın eli, Heemkers yetenekli öğrencisinin tedavisini üstlenir ama kırık kalbe çare yoktur: Nanni bir daha görmek istemediğini söyler Meaume’u, kısa süre sonra evlenecektir, adamın berbat suratından bahsederek aşkı öldürmez de ömre yayar. Günler geçer, Nanni ansızın gelir ve kaçmasını söyler Meaume’a, nişanlısına Meaume’u hâlâ sevdiğini söylemiştir. İlk bölümdeki açıklama hikâyeye dönüştü, muhataplarına anlatmaya devam ediyor gravürcü: “‘Artık zavallı türkümü başka diyarlara taşıyacaktım. Nasıl yok olan bir müzik türü varsa, yok olan bir resim türü de var.’” (s. 17) Rönesans’ın ertesinde resim yükselişte, renkler çoğalıyor, Meaume aşkıyla bütünleştirdiği sanatını icra etmeye devam etse de ne kendisinin ne sanatının ömrü uzun olacak. Son karşılaşmayı da anlatmalı, 1640’ta hırsızlık yapıyor Meaume, yüzü silinince rahat, Anvers soygun için ideal yer. Nanni gelmesini istiyor bu kez, on aydır evli ve küçük bir bebeği var ama önemli değil. Önemli, Meaume reddediyor, bir daha birlikte olmayacaklar.

Yıllar sonrası, kalfasına dünyada sekiz harikaya rastladığını anlatıyor Meaume, altıncıya gelene dek gravürlere, Bruges’deki kıza, bir anıya, bazı anıların gerçekten acı verdiğine gölgelerle değiniyor, altıncı hayali Nanni. Gırtlağı düğümleniyor, susuyor. Manzara gravürleri yapmayı öğrendiği Bay Gellée’nin renk duygusuna sahip olmayan zihnini de almış bir ölçüde, hayal görüntünün bir ışık ve gölgeyle fışkırdığını söylüyor ellerine, gördüğünü böyle alımlıyor. Cennette de aynı harikaları bulacak. “‘Cenneti madde tasarladı. Sonra cennet, yaşamı tasarladı. Sonra yaşam, doğayı tasarladı. Sonra, doğa gelişti ve icat etmekten çok uzaydan getirip tasarladığı değişik biçimlerle kendini gösterdi. Bedenlerimiz doğanın ışıkla denediği bu görüntülerden biridir.’” (s. 25) Harikalar kısa bölümlerde açıklanacak zamanla, hangi zamanla, parçalanan. Dört konuşma aynı biçimde açıklanacak, Meaume söylemleriyle, eserleriyle açıklıyor kendini, yaşlandıkça sözlerinin kapandığını, gizle örtüldüğünü söyleyebiliriz. Ressam arkadaşı -içimi ferahlattı, imgelerle ve sembollerle dolu sözleri deşifre edilse edilir- Meaume’un anlaşılmaz konuşmalarından dert yandığında anlamın ışığa, yaşama yayıldığını söylüyor Meaume, ressamın anlayamayacağını belirtiyor ki renkleri ve ışıldamaları gördüğünü, şeylerin ardındaki hakikati tespit edemediğini söylüyor ressam, diğer yanda siyahla beyaza, yani dünya nimetlerine duyulan arzuya mahkum bir gravürcü var. Kendini ürettiği olmuş gravürlerinde, Fransız askerlerden dostu Abraham’la, sanırım, birlikte kaçıyorlar, İspanya’da Marie Aidelle’e rastlayınca kumpanyaya biri daha katılıyor. Oesterer ve Abraham katırlar gibi sevişiyorlar, tayfa hamilerinin evine gidip viyolonsel dinleyecek ama Londra seyahatinden dönen Meaume ve Marie arasında bir ilişki, adamın tamamlayamadığı. Zaman çizgisi buradan sonra iyice düğümleniyor, yaşam fragmanlarına dönüşüyor hikâye. Belli başlı olaylar: Meaume’un eserleri 1800’lerde, 1900’lerde akademinin ilgisini çekiyor, değişen sanat anlayışına rağmen gravürlerin canlı kalması şaşırtıcı. Meaume yaşlandı elbet, tek başına zaman geçirmeyi zaten seviyordu ama daha çok seviyor artık, boğazını kesmeye çalışan çocuk üzerine atlayıncaya kadar. Bıçağı saplayıp kesiyor da biraz, anlaşılıyor ki babasını arıyor, bulunca öldürecek. Elinde bir gravür, bir resim, bir şey var ama kezzap bozmuş gerçeği, çocuk babasını tanıyamıyor. Bebek kendi bebeğiymiş, Meaume anlıyor çünkü çocuğun yüzü yanmadan önceki yüzü adeta, yer değiştirmiş gibi. Askerlerle pazarlık, imzalar, çocuk annesinin yanına dönecek. Yara iltihap kapınca ölüme doğru hızlı hızlı yürümeye başlıyor Meaume, malikanesinde sayıklar bir halde bırakıyor kendini, anlatacağı bütün hikâyeleri anlatmış. Yapıtı başka bir yerde, elinden çıkmayacak artık, çok önceden tamamlanan yaşamına noktayı aramış durmuş gravürlerinde. “‘Artık hayatla değil, zamanla karşı karşıya kalınan bir yaş vardır. Hayatı yaşamayı görmez olur insan. Hayatı çiğ çiğ yiyen zaman görülür yalnızca. O anda da yüreği burkulur insanın. Dünyanın bir ucundan öbürüne kanayıp duran gösteriyi biraz daha izleyebilmek ve içine düşmemek için tahta parçalarına tutunur insan.’” (s. 86)

Karmaşık metin. Yaşamı nasıl gördüyse sanatı da aynı derinlikte gören, aşkı bildiği için derinliğinin haddi olmayan, acıyı peşinden sürükleyen sanatçı. Mutlaka okunmalı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!