Ozan Çınar – Yeterince Dinledik

Geçen hafta Necati Tosuner’e gittim, Egemen Berköz’ün son çıkan kitabını verdi, sonra bir yazar hakkında yorum yapmasını istedim. Almanya günlerinden beri arkadaşlar muhtemelen, merak ettim ne diyeceğini. Lafını esirgemediği için. “Yahu iyi yazarsın, öykülerinin çoğu güzel ama her öykünü kitaba koyacaksın diye bir şey yok be kardeşim,” dedi. Bu kadarcığını yazdım da utandım, iki kişi arasındaki muhabbet. Neyse, Çınar’ın kitabı hakkında aynı şeyi düşündüm. “Yaratıcı Ölümler Tarihine Giriş” müthiş, ilk öykü, çarpıcı. “Biz dünya insanları” diye başlıyor, yemek yememizden galaksileri gözlemlememize pek çok işimizi sayıp döküyor. Li Po ölünce Orhan Veli doğmuş, hayvanlarla bitkilerden daha iyi anlaşıyormuşuz ama acıkırsak hepsini yiyormuşuz, böyle bir dünya sayım döküm. “Hâlâ bilmediğimiz bir çok şey var. Homeros’un ve Cemal Süreya’nın doğum gününü kutlayamıyoruz. Dostoyevski’nin ne demek istediğini tam olarak anlayamıyoruz.” (s. 11) Bu ilginç, Süreya’nın anlağı muazzam gelişkin olduğu için mi neredeyse çocuk yaşta okuduğu Dostoyevski’den sonra huzur bulamadığını söylüyor, acaba gerçekten Dostoyevski’yi anlayabilenler mi huzursuz? Entropiyi bilmek gerekiyor belki, galaksiler gibi insanlar da birbirinden uzaklaşıyor, kaçarsız. Bazı şeyleri bulmuşuz, bazılarını bulamamışız işte, insanın başarı olarak gördüğü bazı şeyler büyük başarısızlık, ilerleme tam bir gerileme kısmen, anlatıcıya göre zaman önümüze çok kötü şeyler çıkardığı için daha az kötü olan geçmişi seviyoruz, nostaljiğiz, evimizin yolunu bulmak istiyoruz. Ölüyoruz bir de, yaşayanların sıklıkla öldüğü bir dünyada tanrı olmak kolaylaşıyormuş, tanrı sorumluluk hissetseydi cümlenin hedefi tam on ikiden vurduğunu söyleyebilirdik veya söyleyemezdik, öykünün anlamına karışmıyoruz. Çınar’ın tanrısı bunca acıdan sorumludur, yarattıktan sonra takip etmez, kargaşayı izleyip keyif alır adeta. Bu öykü iyi, kitaba adını veren sonraki öykü de iyi. Ben Çınar’ın üç kitabını da okudum, en iyi kitabının bu olduğunu söyleyeceğim çünkü ilk iki kitaptaki öykülerde biçim ve üslup pek değişmiyor, birkaç teknik tekrarlanıyor, aynı yıkık karakterlerin başından geçen facialardan gına geliyor açıkçası. “Yeterince Dinledik”le birlikte Çınar’ın nihayet farklı biçimler denediğini görüyoruz. Kısa cümlelerle hipnoz etkisi yaratıyor mesela: “Ikea koltuklarda plaza sikişi. Tozlu paspaslar. Apartman otomatiği. Yoksulların ders programında hayat bilgisi. Ve yaşlıların kararsız nabızları. Mahallenin kelebek sallayan serserileri. Afişlerde banka sever komedyenler. Üç çocuk annesi mutfak robotları. Tam otomatik evlilik terapistleri. Olmayacak dualar. Aminler.” (s. 13) Sokağın ritmiyse de sesi değil Çınar’ın anlattığı, o sesi yakalamamış, örneğin Metin Kaçan’ın anlattığı sokaklardan çok uzağa düşmüyor ama Kaçan’ın yansıttığı o gerçeklik yok, argo yok, jargon yok, küfür var. Olsun, Çınar yeterince iyi bir öykücü, bu yanı da güdük kalsın. Başta yokluğa dair pek çok anıştırma sıralanıyor, açlığın fiziğinden çöp kalitesine, karton yataklardan inşaat serinliğine yoksulluk. Plaza kadınları, konduların yanındaki siteler muhtemelen, bir de yanan lastiğin saçtığı duman, Hızır ve İlyas oralarda bir yerlerde. Bir iki kişiyi sayıyor anlatıcı, isim vererek tek paragraflık hikâyelere dönüştürüyor kişileri, bu listeleme tekniğini önceki kitaplarda da görebiliriz. Bu öykünün sonunda plazalı Semiha Kanar’ın telefonda ıbır zıbır konuşmasına dayanamayan sokak köpeklerinin saldırısı, yırtılan kulak, parçalanan yüz, birinin diğerine, “Yeterince dinledik…” demesi. Ekstrem, Çınar uç noktaları zorluyor ve yırtmıyor öyküyü, başarıyla tamamlıyor.

“Sabri’nin Son Sözleri Üzerine” nam öykü Twitter’da verilmiş dört cevabı içeren SS’le başlıyor, Sabri Kuşçu’nun edebiyatla ilgili dört gevelemesi. Cihan’a küfrediyor, birçok tekniği kullandığını ve belli bir ritüelinin olmadığını söylüyor, sonra Oğuz Atay’dan bir alıntı ve ilk romanındaki bir karakter: Jale Deniz Salgıner. “J.D. Salinger” gibi ortadan kaybolmuyor Sabri, anlatıcı arkadaşı Sabri’ye sesleniyor ama duyulmayacak söyledikleri, Sabri’nin uzay-zamanda kapladığı yer boşluktan ibaret artık. Cihan tam bir pislikmiş, insanları düdüklemeyi öğrendiği gibi yazarlığı da öğrenmiş. Aslında ikinci bir romanı yok Sabri’nin, elini büyük göstermek için ikinciyi anıştırıyor sadece. Sevilmemiş, not ortalamalarının ve başkalarına verilen birinciliklerin, ödüllerin altında kalmış. Arada sırada Twitter üslubuyla konuşuyor Sabri, anlatıcı Sabri’ye cevap vererek ilerletiyor hikâyesini, şahane teknik. Cenazesini izleyip izlemediğini bilmiyoruz, evdeler veya mezarlıktalar, biri Nâzım’ın bir şiirini okuyor Sabri çok seviyor diye, bayılanlar oluyor. Kitabı da satmıyormuş, öldükten sonra anlaşılırmış belki. O kadarını göremiyoruz, anlatıcının özlediği arkadaşına veda ettiğidir bu öykü, arkasından gidememesidir, özlemidir. İyidir. “Tanrı ile Üç Dakika” öyküsü başlangıçta değindiğim meseleye bağlanır, Şeytan’ı da konuşturmuştur Çınar ama yeni bir şey söyletememiştir, diğer öykülerindeki kadar derinleştirememiştir bu ikisini, iyi niyetli bir çaba deriz bu öyküye. Gerçi tanrı bu öyküde konuşmaz, anlatıcı laflarını sıralar ama sessizliğiyle oradadır tanrı, varlığı yeter. Bir önceki “Yağmurun Kuralları” iyicedir, hiyerarşi veya herhangi bir merhale gözetmeyen yağmurun felaket veya nimet olabileceğinden bahseder, bir iki iyi oyun da vardır, tamam. “Parti” için açıkça söyleyebilirim, kötü. Shakespeare koltukta otururken kalkıyor, anlatıcıya bir orospu çocuğunu öldürmek için yardım edip etmeyeceğini soruyor. Charles Mingus var, Freddie Mercury var, Brautigan falan, sonra hepsi rüya ama gerçeğe de yaslanıyor meğer. Çok basit, yüzeysel. Aynı şeyi pek çok yazar yapmış, mesela King’in böyle bir öyküsü vardı, muhteşemdi o. Öykülerinden bazılarından mini diziler de yapılmıştı, birinde vardı derken buldum bölümü, mevzuyu başka meselelerle çakıştırmak en iyisi kısaca. “Çimenler Üzerinde” hoş bir metakurgu, kadınla adam buluşuyor ve adam okumak için çantasından son yazdığı öyküyü çıkarıyor, ölmüş ünlülerin bir araya geldiği parti. Woody Allen’ın da öyle bir filmi varmış, kadın söylüyor. En sonunda hamile olduğunu da söylüyor, adam kimden olduğunu sorunca cevabı: “Ondan…” Öykülerinin yarımlığını sarsıcı sonlarla tamamlamayı pek tercih etmiyor Çınar, en azından bu kitaptakilerdeki öyküler için tamlığı aradığını söyleyebiliriz. Böyle bir iki örnek var, klişe biçim yüzünden potansiyel harcanmış.

“Radyo İstanbul” şahane öykü mesela, bir benzerini Firdevs Ev’in öykülerinden birinde gördüm en son. Bir nesne, varlık, her neyse artık, birçok karakteri bağlıyor ve ortaya iyi örülmüş bir hikâye çıkıyor. Ev’de dönme dolaptı, burada radyo. Cıztlar bıztlar, kanal değişirken arada duyulan türküler, iki arkadaşın kanal bulma çabaları, sonra yanaştıkları benzin istasyonunda cinayete kurban gitmeleri. Sonra yine bir cızırdama, benzin istasyonunda bir şeyler olmuş ama anlamıyoruz: “‘sssssSSSSSSSSssbenzzzzzstasyonuna…………birkişiyi…zzzzzZZZZZZzzzzztıklarıbildiril…‘” (s. 41) İki polisten biri diğerinden radyonun sesini kısmasını istiyor, anons var. Köprüye geliyorlar, Ziya kendini atacak. Belki atmayacak, adamın derdini anlamaya çalışıyor polislerden biri, odun gibi konuşuyor. Ziya’nın getirilmesini istediği kadın gelmeyi reddediyor, evlenmiş artık, çoluğu çocuğu varmış. Kornalar yüzünden polisleri duyamayan Ziya vazgeçiyor, tek elle tutunduğu korkuluğu bırakıp atıyor kendini aşağı. Çok alakasız ama lisedeyken izlediğim bir şeyi hatırlattı bu, sonradan internet aleminden silindiğini öğrendim o videonun. 2000’lerin başında adamın biri köprüde, atlayacak, kamera çok yakından çekiyor. Adam sigara istiyor muhtemelen, polis vermiyor, adamın atlamadan önce dediği: “O sigara da senin olsun, hadi eyvallah.” Adamın düşmeye başlamasıyla kamerada sarsıntı, son. Fehmi’nin hikâyesi üçüncü, eşinin kazandığı parayı ganyana yatırıyor adam, kaybediyor, evde bekleyen eşiyle iki kızını görecek ama ne diyecek? Hiçbir şey demiyor muhtemelen, gerisi yirmi bir haber bülteni. Bu kez cızırtı bızırtı yok, üç saat içinde gerçekleşen ölümlerden bahsediliyor, sonra derbiden. Bir gün herkes on saniyeliğine ünlü olacak, yaşamlar haberlerden geçip gidecek. On numara öykü.

Çoğu öykü ortalamanın üzerinde, deneyebilirsiniz.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!