“Ahmet Oktay ve Resim” başlıklı denemede Oktay’ın “tarihî maddeci” temelinde yükselen eleştirilerini değerlendirir, tüm yazılarına yayılan tutarlılığın ideolojik bir “at gözlüğü”nden değil, farklı bakış açılarını aynı bağlamda değerlendirme çabasından doğduğunu ifade eder. Oktay kendisini değerlendirirken sürekli bir çalışma içinde olduğundan bahseder, Ergüven’e göre şimdiyi sürekli yenilemek, geçmiş tarafından yutulmamak ve belirsiz gelecekçe saptırılmamaktır, Oktay’ın mutlak sonuçlara varmayan savlarının sebebi bu amentüdür. Bir başka enginliğe bakma ihtiyacı duyar Ergüven, Enis Batur’la Ahmet Oktay’ı kıyasladığında ilkinin “yüksek devirde çalışan bir emme mekanizması”nı hatırlattığını söyler, Batur ulaşacağı yere varana dek sanat ve düşün dünyasının ögelerini birleştirilecek noktalar olarak kullanır, her şeyi toplayıp tasnifler nihayetinde. Oktay’ın sakınımlı bakışı benimsediği dünya görüşünün sınanmasıyla ilgilidir, seçicidir. İki eleştirmenin yanına Orhan Koçak’ı da koyar Ergüven, sonra Oktay’ın resme yaklaşımını incelemeye başlar, cevaplarındansa sorularının daha değerli olduğunu belirtir, örneğin tavrını emekçi kesimden yana koyan ressamın dönüp dolaşıp sermayenin hizmetine girmesinin nedenlerini sorgular Oktay, eserlerin topluma ulaşıp ulaşmadığını sorgular. Bunlar iyidir de Ergüven’i nereye koyarız? Belirlediği odak noktalarının sınırlarını çizen, sonra kesişimleri ortaya çıkaran bir denemecidir Ergüven. Ölümün alt kümelerine Wittgenstein’ı, Wagner’in bir eserini ve Bosna’da çekilmiş fotoğrafları yerleştirebilir, ölümün yaşamla ilişkilerini belirlerken sanata, felsefeye dokunup kesince savlara ulaşır. Tespitlerinin sağlamlığını Ahmet Haşim’i eleştirdiği denemesinde görürüz, önce tekniğinin en belirgin olduğu denemelerine bakayım. “Denize Gizlenmek” iyi, sonsuzluğa bakmanın ölümle ilişkisi kurar Ergüven, cinsel kimliği belirlerken denizin tarihteki dişi ve erkek temsillerine yer verir. Doğanın bitimsiz doğurganlığı natura naturans olarak denizdir, nedeni kendinde varlıktır deniz, esastır. Tufan, kozmogoni, denizin uğramadığı bir doğuş yoktur. Goethe ve Melih Cevdet Anday denizle ilgili dizeleriyle uğrayıp giderler hemen, Ergüven denizi seyredenin konumunu belirlemeye geçer. Seyirci hemen ele geçirilir, denizin karayı ele geçirme ihtimali her zaman var olduğu, dünya da taşlarını denize karıştırmayı beklediği için seyirci bu devinime katılarak kendini düşünmeye bırakır. Müziğin tekrarını ve eyleyen/oynayan insanı önceki yazılarında ele alan Ergüven dalgaların hareketini bakışla sınar. Calvino’nun Palomar‘ından nesnenin oluşumunu, anlamını içeren bir bölüm üzerinde durur: “Sonuç olarak, kendisini biçemlendirmeye katkıda bulunan karmaşık öğelerle, kendisinin yol açtığı bir o kadar karmaşık öğe dikkate alınmaksızın, bir dalga gözlemlenemiyor. Bu öğeler sürekli değişiyorlar, bu nedenle bir dalga, hep, bir başka
dalgadan değişik; ama her dalganın, hemen yanı başındakine ya da ardındakine olmasa bile, bir başka dalgaya benzer olduğu da doğru; kısacası, uzamda ve zamanda düzensiz bir biçimde dağılmış olsalar da, yinelenen biçimler ve bölümler var.” (s. 16) Bakış yoluyla bu olguyu ortaya çıkaran dalgaların varoluşu, görsel dile ait bilgi soyutlanıp tekrarın yol açtığı fark/yenilik ortaya çıkarılmalı. Ergüven kurduğu düşünsel çerçeveye üç eseri oturtacaktır bundan sonra, Devrim Erbil’in Soyutlama ve Titreşim‘ini modelin başka bir dil ile üretimini mümkün kılan soyutlama biçimini inceler, Blanchot’nun Karanlık Thomas‘ındaki denizi Thomas’nın bedenini akışkanlaştıran, soğuran -Jean Starobinski’nin ifadesiyle “bir başka metafizik” olarak görür, Neş’e Erdok’un Dibe Batmak adlı eserini resimdeki bir sahnenin söz dilindeki karşılığına göre resmedilmesi açısından değerlendirir. Ergüven’e göre apaçıklık, öznel yaşantının gizlenmesine hizmet etmektedir, Erdok gizemli olmak için çaba sarf etmez de kendini açarak saklar. Tabii burada eser odaklı bakıştan çıktığımız için Erdok’u biraz tanımamız gerekiyor ki Ergüven’in bahsettiğini anlayabilelim, aynı minvaldeki yorumlarında Erdok’un bilinçli yalnızlığını ve yaratım sürecinde yalnızlığın önemini dile getirdiğine göre eldeki verinin yeterli olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Denemeyi derleyip toparlayan son paragraftan bir bölümle bitireyim: “Deniz, karadan ödünç aldığımız teşrihhanedir. İster yerinde duramadan kendini temsil etsin, ister sakinleşip, sırlı levhaya dönüşsün, burada hep aynı koşulla karşılaşırız: Denizi görmek, kendimizle buluştuğumuz yere gizlice gizlenmektir.” (s. 133)
Ahmet Haşim’in eleştirilerini ele alıyor Ergüven, öncesinde mimariden sinemaya hemen her sanat dalında kalem oynatmış şairi kısaca değerlendiriyor ve dostu olmakla övündüğü onca ressamdan sözünü sakınmadığını belirtiyor. Haşim’e göre döneminin ressamları aynı dilden konuşuyor, özgünlükten uzak. Ergüven bu aynılığın sebeplerini ayrı bir denemede değerlendiriyor, geleceğiz. Nedir, hayat zevk, acı farkı, duyuş ve görüş farkıysa ressamların da azıcık ayrışmaları gerekir. Anlatılmayanı anlatmaya çalışmaları da gerekir, bu duyarlılığı eğitim yoluyla edinemedikleri barizdir. Eskinin reddi üzerine savaşımlarını eskinin toplum üzerindeki etkilerini inceleyerek gösterebilirler: “Doğulu olmanın uygulamadaki karşılığı, cami veya türbe resmi yapmak değil, dünyayı bunlar aracılığı ile görüp duyumsamaktır.” (s. 24) İzleyici kitlesi de pek yetkin değildir ne yazık ki, her sunulanı yerler, sorgulamazlar. Renk nedir bilmedikleri gibi Haşim’e göre ressamların da renkten haberdar oldukları şüphelidir, şahsî olanın en somut biçimde dile geldiği yer renkse şahsiyet yoktur. Eleştirilerine tepki gösteren dostu Avni Lifij’e hususi cevaplar hazırlar Haşim, öncelikle dehanın öyle her eğitim görende beliren bir şey olmadığını söyler zira Lifij kendisini mümtaz bir dâhi olarak görmekte, eleştirileri yekten silip atmaktadır. Özetleyeyim, Lifij kendisini ancak eser üretenlerin eleştirmeye hakkı olabileceğini söyleyince Haşim değerlendirme kıstasını beyan eder, eleştiriye sıcak bakmayan Lifij’i yapıcı bir biçimde eleştirir. Ergüven “hayvanca bir itki” bahsini eşeliyor biraz, Haşim’e çıkışıyor da orada hayvanlığın anlamı adeta bir itkiyle yaratmak, üretmek, bilişsel bir benzetme yok aslında. Bunlar 1921’de yaşananlar, Ergüven’in “Cumhuriyet ve Resim” denemesinde bahsettiği misyonun izlerini o yıllarda da bulabiliriz zannediyorum. Ergüven özellikle yeni rejimle birlikte değişen vatandaşlık algısını belirgin kılabilmek için sanatçıların sabit bir konseptte eser üretmelerinin istendiğini belirtir, Atatürk’ün Çallı’yı eleştirmesini örnek olarak gösterir. Çallı’nın resminde askerin üniforması tertemizdir, oysa milletin koruduğu toprağa bulanması lazımdır. Osmanlı’dan kalan bir Müslümanlıktır, Atatürk millet bilincini ortaya çıkarabilmek için sanatçıları yönlendirmiştir de o dönemin tek renkliliği bundandır. Ergüven’e göre o kadar katı bir istikamet verilmemiştir, özgün ressamların ortaya çıkması bunu gösterir ama bu ressamların ne zaman ortaya çıktığından bahsetmez Ergüven.
İlk iki denemeden bahsediyorum, nokta. Denemeye dair görüşlerini aktarıyor Ergüven, uçucu izlenimleri somutlukla toparlamaktan bahsediyor. Sonu gelmeyen, gelmeyecek bir metin, yazarının çizdiği sınırın ötesini çağırabilir, çağrıştırabilir, hiçbir zaman doymaz. Havaidir, keşiflere ve olmayacak bağlara açıktır, serbest çağrışım en geniş art alanıdır. Ben‘in sesinin yükseldiğidir, otobiyografinin öz sesini kısan kurgusallığın var olmadığıdır, iyicesi soru işaretleriyle doludur. “Boş Kağıt ve Kalem” geliyor denemenin neliğinden sonra, kâğıda bakıyoruz ve boşluğun neyle dolacağını düşünüyoruz. Ergüven doldurmaya başlıyor ama temkinli, bahsetmediklerini düşünüp üzülmeye var. Goethe’yle buluşan Beethoven’ın özlemini, Goethe’nin beklenen metni bir türlü yazmamasını, bir metni yazmaya hazır olup olmamayı düşünüyor Ergüven, boş sayfa. Hitler’in zamanında hapse atılan Kurt Huber içeride kâğıt arıyor da bulamıyor, aklındakileri göremiyor bir türlü. Olmayan sayfa. Başka bir deneme aklıma geldi şimdi, Bernhard’ın ödül parasıyla alıp restore ettiği evinin odaları bomboş, sayfalarda gezinir gibi geziniyor Bernhard, metnini evinin odalarında yürüyerek yazıyor, sonra kâğıda geçiriyor. Ev sayfa.
Girift, zorlayıcı denemeler. Ergüven’in denk geldiğim kitaplarının tümünü okurum artık.
Cevap yaz