Lewis Hyde – Unutmanın El Kitabı

Walter J. Ong sözlü toplumların güncelle ilgisi kalmamış anıları sıyırıp atarak dengede kaldıklarını söyler, Hyde meseleye tersten bakarak unutmanın hafızayla ilişkisine dair notlar tutmaya başlar, defterler doldurur, notlarını kitaplaştırır. Mitolojiden tarihe pek çok alanda unutma pratikleri, hatırlama pratikleri, epizodik anlatıda birbiriyle bağlantılı bölümler de var ki çoğu zamanımızın sorunlarını nasıl çözebileceğimizi sezdirir, bazıları da sezdirmez zira geçmişin dünyasında kalmıştır bahsedilenler, üstelik doğruluğu tartışılabilir, örneğin Renan’ın Fransa’yı bir arada tutan gücün unutmak olduğunu söylemesi iç savaşların, din savaşlarının gerçekten unutulduğu anlamına gelmez, belki de sürekli hatırlamayla kabul edilmiş bir tamlıktır söz konusu olan. Hyde’ın kurcaladığı düşünce aşağı yukarı bu: hatırlamak için unutmak veya unutmak için hatırlamak, insanların birbirlerini affetmelerinde veya affetmemelerinde, büyük savaşlara rağmen toplumların birlikte yaşama pratiklerinde görünür veya görünmez sebepler. Ve ilginçtir, Itır Erhart’ın benlikle ilgili araştırmasının kıvılcımının Erhart’ın ninesinin Alzheimer’ından çıkması gibi Hyde’ın annesinin demansından çıkmıştır bu kitap düşüncesi, şahit oldukları unutma biçimlerinden de, unutmanın verdiği acıdan da genellemelere uzanır yazarlar, tekil örnekleri unutmadan. Mississippi cinayetleriyle bitireceğim, öncesinde konuya giriş: John Coltrane söylemiş ama mutlaka başkası söylemiştir çok daha önce, İlhan Berk’in şiirlerini şairler için yazdığına dair sözünün daha önce bir Fransız şair tarafından söylenmiş olması gibi, öğrenebileceğimiz her şeyi öğreniriz ve unuturuz, müzik ondan sonra başlar. Calvino da benzer bir şey söylüyor röportajlarından birinde, onca şey okuruz, görürüz, deneyimleriz, hepsi bir yere gider ve yaratım sürecinde ortaya çıkar, muhtemelen bilinçaltından. Biçim değiştirir, başka verilerle tokuştuktan sonra tanınmaz hale gelir ama bir şekilde ortaya çıkar unuttuklarımız, fark etmeyiz bazen. Hyde daha başlarda Zen ustası Dōgen’in ve Dōgen’le pek ilgilenen Cage’in sözlerini geçirir metninden, Cage aşina olduğumuz bir müziği dinlemenin zorluğundan bahsederken Dōgen benliği çalışmaktan ve unutmaktan dem vurur, bunun için on bin şeyle bir olmak gerekir, belli bir noktada kalmamaya, kaybolmaya döner benlik. İyidir, böylece aynı melodi artık aynı olmaz zira aynı olmayız bir önceki melodiyi dinleyenle, o başka biridir, unutulmuştur. Germanik getan “tutmak” veya “kavramak”, for- kaçınmayı veya aldırmamayı belirtiyor, birleşince tutmamak, letho “gözden kaçıyorum” veya “saklıyım”, oradan letheolumsuzu aletheia, saklı olmaktan çıkarılan şey, hakikat, zihnin ulaşabileceği açıklık. Bilinen hep oradadır, sadece üzeri örtülüdür, nehirden içerler veya bilinçaltından geri getirirler şeyleri, insanların hikâyeleri çoktur. Hesiodos’un meşhur metninde Müzlerin annesi Mnemosyne insan türüne altın çağı hatırlatır, hafızadır, unutuştur, büyüsünü ozana vererek bu yeteneği/laneti insanlara sunar. Paul Bowles, adını görünce ne mutlu oldum, Hyde bu şahane yazarın metinlerindeki yalnızlıktan bahseder, çöl yalnızlığı, boş bir uzamda yalnızlık vaftizi başlar bir süre sonra, göz alışınca, aynı duygunun Sibirya’da da ortaya çıktığını Cristina Rivera Garza göstermiştir Tayga Sendromu‘nda, tek bir uyaranın hükümranlığı hafızanın kapılarını öyle kilitler. Platon öğrenme dediğimiz şeyin aslında bir hatırlamadan ibaret olduğunu söyler, anamnesis, var olanın varlığını hatırlaması, insanın bildiğini hatırlaması. On altı yıllık bir araştırma, paramparça, Hyde sıçrayışlarının benzerini bir kurmacada bulmuş, David Markson, This is Not a Novel, hikâyeler uydurup yorgun düştükten sonra: “‘Çizgisel olmayan. Süreksiz. Kolajvari. Bir asamblaj.’” (s. 28) Biçimsiz parçalardan oluşan her metinde bir açıklama itkisi, nedenini düşünüyorum, okur için olduğunu sanmam, sanırım yazar ne yaptığını kendi kendine hatırlatmaya çalışıyor, yoksa noktayı koyamayacak. “Parçalar bitecek. Parçalar bitecek. Parçalar bitecek.” Bitmemesini istemek midir hatırlayış, biçim tarafından öyle bir ele geçirilmiştir ki yazar, yaşamı boyunca yazmak ister. Unutulmuştur: nokta. Annesi daireler çizmeye başlıyor, zihinsel daireler, Hyde’ın babası eşini kibarca uyarıyor, tomografide atrofi görünüyor, ufuk bir süre sonra silinecek. “Hiç zihinsel alışkanlık edinmeyecek şekilde yaşamak mümkün olabilir mi? Günün birinde kısa süreli hafızamı kaybedecek olursam, alışkanlık edindiği tepkilerden örülme sepetin içinde hapsolup kalmak istemem. Olur da, eski kendim olmaya başlarsam, kahramanca önlemlere başvurulsun istemem, aman lütfen.” (s. 29) Borges her sabah uyanınca kendine uyanıyor, tekrar Borges’e dönmesi gerektiğini düşünüyor, İspanyolcada recordarse deniyor uyanmaya, insan kendini kaydetmeye devam ediyor yani, uyumadan önceki kişiden devam etmek zorunda, uyumadan önceki kurgusuna dönmek zorunda, bütün o anıları taşıyıp biri olmayı sürdürmek zorunda. Çin mitlerinden birine göre çok muteber yaşlı bir hanımın sunduğu Unutuş Çorbası ağızlara layık, yeni bir bedende dirilen ruhlar içiyorlar ki eski bedenlerini unutsunlar. Kaçıncı baskı olacak bilmiyorum, anlatmalıyım, Filyos’ta rakı masasında hararetle bir şeyler anlatıyorum, Gülizar Abla, “Oğlum o kızın yaptıklarını hatırlamıyor musun, şöyle şöyle, böyle böyle yapmıştı ya,” diye çıkışır gibi söylüyor bir şeyler. Donup kalıyorum, bardağa bakıyorum, gözlerim doluyor, Abla’nın anlattığı şeylerin gerçekten de yaşandığını hatırlıyorum, söylediklerim boşa düşüyor ama kendimden o kadar emin konuşuyordum ki inanamıyorum bir yandan, gerçekten unutmuşum onca şeyi ve gerçekten başkasının yaşamını yaşamışım, neyi yaşamışım, hayatımda değilmiş yerim. Susuluyor, o an havada asılı kalıyor, biri ortaya bir laf atınca masaya düşüp zamanı ilerletmeye devam ediyor. Da, hayatımda öyle bir şeyi tek bir kez yaşadım, beş dakika geçmeden unutmuş buluyorum kendimi yine, Abla’nın söylediği hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Mümkün değil. Mümkün. “Şöyle şöyle” ve “böyle böyle” tam da unutmam gereken şeylerdi, unuttuğum için ben olmayı sürdürebiliyorum, benliğimde kısa devre o unuttuklarım. Hayal gücü unutulanlardan doğar, Müzler. Foucault kökten değil, dallardan bulabileceğimizi söyler benliğimizi, sayısız köke bağlı sayısız daldan, Dōgen’in söylediğinin Batı’daki versiyonu. Değil ama öyle. Hafıza mitten kurtulunca sekülerleşir, retorlarla şairlerindir artık, önceleri hakikatten bahseden şair soyluları yüceltmeye yönelecektir. “Arkaik dönemde hatırlama ile unutuşun birbirini izleyen suları kehanet bilgisi peşindeki ricacının arayışına yön verirken, klasik dönemde dikkatsiz bir avukatın müvekkilinin cinayetle suçlandığını hatırlaması için bir dizi hafıza hilesine başvurulur.” (s. 55) Hikâyeye dönüşür, anlatıldıkça unutulur. Konuş, Hafıza. Bakmaya katlanamayız, yeterince bakarız, biri saklı kalırken diğeri gömülür, birinde edilgenlik, diğerinde etkenlik. Bir roman, Holokost’tan sağ kurtulan biri ölülerini rüyalarında görmeye devam eder, onlara huzursuzluk verdiğini düşünüp ağır bir üzüntüyle yaşamaya başlar. Geçmişte kalanın payına unutulmak düşer, hatırlananlar unutulanlara acı vermekten başka bir şeye yol açmayabilir. Emerson hem ölüleri unutmak hem de ölülerce unutulmak ister, bir şiirinde böyle yazmıştır en azından. Amerikan İç Savaşı, Booth ailesinin mahzen mezarına Lincoln baskılı sentler koyar insanlar, Lincoln’ün yüzü yukarıya bakmaktadır, aynı sentleri suikastın gerçekleştiği yere de koyar başka insanlar, bu kez Lincoln’ün yüzü yere bakacak şekilde. Ritüel tersine çevrilmiştir, İç Savaş halen devam etmektedir. Semboller bazı olayların etkisini azaltırlar, etkisi azalan daha etkili bir şekilde sürer böylece, daha az çabayla, unutulmaya direnerek. Mississippi’ye gelemedim, okur gelsin, son bir alıntıyla bitireyim: “Unutulmayanlar arasında belki en sıkıntı verici olanı hiddet, özellikle de elemle karışık hiddettir, çünkü bunlar kalıcı olmakla kalmaz, eylemi de gerektirir ve gerçekleştirilen her eylemle kuşaklar boyu yeniden tohumlanır. Yıllar boyu süren Truva Savaşı geçer ama kocası Agamemnon’un yelkenlerini rüzgârla doldurmak için kızları İphigenia’yı nasıl kurban ettiğini unutamayan Klytemnestra sonunda intikamını alır ve bu intikamın tohumları çocukları Orestes ile Elektra’nın kalbine ekilerek bu defa onların Klytemnestra’dan intikam alma arzusuna bel verir.” (s. 71)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!