Julie Otsuka – Yüzücüler

Havuz. Sokakların metrelerce altında bir oyuğa iniyorlar, üç kulvarda yüzüyorlar. Üniversitede çalışanlar öğle arasında orada, rahibeler, polis memurları, bankerler. İnsanlık dertlerinden kurtuluyor, bir saatliğine, her gün. Yukarıda ihtiyar teyzeyken aşağıda başka bir şey olan, çocuklarının sesinden uzaklaşan, ailesinin bunaltısından kaçan, yangınlardan korkan, hava kirliliğinden boğulan kim varsa yirmi yedi derecelik sabit sıcaklıkta tamam, eksik gedik yok, sabah sekizden itibaren. Parkinson hastalığından mustarip olan gelebilmişse yaşadığı anlaşılıyor, yukarıda karşılaşanlar tanıyamayacak belki onu, kıyafetlerle görmemişler birbirlerini. Gerçek hayatlarında başarısız olduklarını söylüyor anlatıcı, havuza gelenlerin tümü sırf başarısızlığı geride bırakmak için gelmiyor olsa gerek, aşırı yorum. Kabadayısı kurallara uymayıp kulvarı şaşıyor, omuz atıyor diyelim, yine de barındırıyorlar çünkü gidecek başka yer yok. Diğer havuzlarda plastik şezlonglar var, iki kulaçta kafayı toslatacak kadar küçük o havuzlar, kalabalık, arızalı, defolu, huzursuzluk kaynağı. Yukarıda herkes yaşlı, aşağıda herkes genç. Bazıları geldikleri gibi fark ettiriyorlar kısa süre sonra gideceklerini, sorun yok, onlar müdavimlere dönüşmeseler de yüzmeyi seviyorlar. Aşağıya aitler, başka bir aşağıya olsa da. “Yukarıdaki hayatlarımıza dönüşte gönülsüz olsak da fazla dert etmeyiz çünkü burada, yukarı atmosfer diyarında, bizler sadece birer günübirlikçiyiz.” (s. 13) Metnin adı “Günübirlikçi” olsaymış daha mı iyi olurmuş acaba, yüzücüler sadece ilk bölümde var, sonraki bölümlerde sadece Alice’i göreceğiz. Aşağıdayız henüz, çıkınca gökyüzünün maviliği katlanılmaz, takım elbiseli insanlar tedirgin edici, aşağıda birkaç tur yüzmektense yukarıda dolananlara katılmak delilik. Gerçi yogaya başlayan, havuzun verdiği dinginliği başka ritüellerde bulan çok oluyor, vedalaşıyorlar ve çoğu bir daha dönmüyor. Bir sebepten dönerlerse gruba kabul ediliyorlar, tekrar giderlerse artık dönmeseler de olur. “Saymakla uğraşmayıp canı istediği kadar yüzen Alice” aslında saymakla uğraşıyor ama sayamıyor da olabilir, hikâyesini öğreneceğiz. Alice arada sırada karşımıza çıkıyor bu bölümde, şöyle bir değini, diğer yüzücülere de aynı yakınlık. Çatlak ortaya çıktığı zaman mesela, herkesin bir fikri var çatlakla ilgili, kimi havuzun daha nitelikli olması için bir şansmış gibi görüyor çatlağı, kimiyse sonun başlangıcı olarak değerlendiriyor. Dünyanın sonu veya yeni dünyanın başlangıcı, rahibenin gördüğüyle satış temsilcisinin gördüğü başka. Yetkililer gelip inceliyorlar, su basıncına bakıyorlar, değişen bir şey yok ama jeolojik nanelerle apokaliptik kehanetler karışınca, ses de her kafadan çıkınca iş büyüyor, daha da yetkililer gelip inceliyorlar ve havuzun kapatılmasına karar veriyorlar. Başka havuzlar, başka uğraşlar bulunuyor, veda sahnesiyle kapanış. Kadro geniş, havuzda geçirilen zamanda yapılanlar zengin, hayattan kaçış anlamlı, havuz ortamının dibine kibrit suyu döken bürokrasi anlamsız, havuzun son günü hüzünlü. Müstakil haliyle iyisinden bir novella olur bu bölüm, kitapta sonrasının istikameti o kadar kestirilemiyor ki şaşkınlığı atmak zaman alıyor biraz. Öngörülemezlik, en sevdiğim.

Bellek. “Diem Perdidi”den hemen bir şey çaldım mesela, müthiş bölüm, kafamda çatapatlar durmadı, elim öyküye gidiverdi. Çok güzel çaldım ama, söylemesem anlaşılmaz. Neyse, bu bölüm hatırlamak ve hatırlamamak üzerine. Anlatıcının hitap ettiği kişi Alice’in kızı: “Kollarındaki morlukların nereden geldiğini ya da bu sabah sizinle yürüyüşe çıktığını hatırlamıyor. O yürüyüşte eğilip komşunun ön bahçesinden çiçek kopardığını ve saçına taktığını hatırlamıyor.” (s. 78) Alice’in hatırladıklarına veya hatırlamadıklarına dair sözleri araya serpiştirilmiş, italik. Anlaşıldığı kadarıyla epizodik bellekte sorun yok, Alice adını, doğduğu yeri, annesiyle babasını, İkinci Dünya Savaşı’na denk gelen gençliğinde ABD’nin kurduğu kamplardan birine kapatıldığını, eşiyle birlikte göğüs gerdikleri sorunları hatırlıyor ama gündelik yaşamında edindiği bilgileri hatırlamıyor, kısa süreli hafızası arızalı. Hikâyenin oluşması için uzun süreli hafıza yeterli, Alice’i yakından tanıyamayacağız, dışarıdan izleyeceğiz ama yaşamına göz atıp neden havuza indiğini anlayacağız, önemli olan bu. İlk hayal kırıklığını, sonrasında ilk evliliğini, doğduktan kısa süre sonra ölen ilk çocuğunun yarattığı travmayı, ikinci çocuğunun yaşamasıyla üç ve dört numaranın geldiğini, çocuklarının dünyanın bir yerlerine dağıldığını, eşiyle sorunsuz bir evliliği yürütmeyi başardığını göreceğiz, kuralların hiçbirini hatırlamamasına rağmen havuzda barınabilmesine sevineceğiz, bir zamanlar dünyanın en güzel turtalarını yaptığını hatırlamamasını anlamayabiliriz de şudur herhalde, turta yapmak o kadar da mühim olmayabilir, bluzunu ütülemek gibi. Anlattığı şeyleri hatırlamamaya başladığı zaman kızı neler olduğunu anlamıyor önce, sinirleniyor, sonra doktor faslı başlayınca öğreniyor durumu, kabulleniyor. Otsuka görünürde listeleme yapıyor fakat maddeler alelade eylemlerden oluşmuyor, misal kızını üzen ilk adamın adını hatırlamayı “reddetmesi” ve çocuklarının doğum günlerini hatırlaması sıradan maddeler değil, duygu yoğun bir sıralamanın parçaları. Öznel bir şey, bana çok dokundu çünkü annem de hatırlamamaya başladı çoğu şeyi. Bir süre öncesine kadar sinirleniyordum ama içten içe biliyordum da, yaşlandı. Kanseriydi, karamsarlığıydı derken çok iyi dayandı gerçi, hem bazı şeyleri unuttuğu için daha bir mutlu sanki. Fakat şu: Sıra arkadaşlarıma geldi, yıllardır tanıdığı insanları hatırlamamaya başladı, bir eşiği daha aşıp bana da yabancı gözlerle bakacağı günlerin yaklaştığı belliyken sıkı durmaya çalışıyorum ama zor. Eh, hatırlıyor, hatırlamıyor, hatırlıyor, hatırlamıyor, son bölümde ölüm de var oluyor, tam mahvediyor Otsuka. Hafıza merkezinden bir görevlinin konuştuğu kısım soluk aldırıyor az, ölüm ardından.

Şirket. “Belavista” hafıza merkezinde çalışan bir görevlinin verdiği uzunca malumat. Alice dinliyor: Testte başarısız olduğu için o tesiste, belki bir sözcüğün harflerini tersten söyleyemedi, belki başka bir bilişsel işlemde cortladı, sonuçta misafir edilecek. Güvenlik önlemleri şahane, yataktan refakatçisi olmadan kalkarsa alarm devreye girecek, ilaçlarını almayı kabul etmezse veya sorun çıkarırsa çalışanlar daha büyük sorunlar çıkaracak, sonuçta sağalma merkezinde ne denirse o yapılır. Hayır, hafızası iyi değil. Hayır, kızı veya eşi her an gelip göremez ve hayır, oradan istediği zaman çıkamaz. Hastalığının özel bir anlamı, amacı yok, sıradan bir hastalık. Hafızayı yiyor, nöronların ölüsünden güç alıyor, kütleyi küçültüyor, işini iyi yapıyor yani. Dil öğrenmek istemişti belki Alice, dans etmeyi öğrenecekti, her şeyi seneye attı ve sürpriz, görevliye göre o sene geldi, her şeyin çok geç olduğu sene. Meslek, kişilik, karakter, mizaç, şu bu önemli değil, bitkileşme yolunda bir durak orası, herkese sevgiyle yaklaşan ve kurallara uyanlara daha bir sevgiyle yaklaşan sıcak bir hapishane. Alice’in suçu değil, genetikse kafada bir saatli bombayla yaşamaya benziyor bu. Patlaması geciktirilebilirdi ama, yani, nereden bilecekti ki, alması gereken vitaminleri almadığı için kimse suçlanamaz. Dikkat, orada hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir: “Banyonuzun zeminindeki o güzel halı, düşmeye karşı darbe emici bir paspastır. ‘Kişisel antrenörünüz’ fizik tedavicidir. Onun candan selamı (‘Harika görünüyorsun!’) özgüven aşısıdır. Pencerenizin önündeki bahçıvan, güvenlik görevlisidir. Banyodaki aynadan hafif afallamış bir ifadeyle size bakan kadın mı? O da sizsiniz.” (s. 115) Ziyarete gelenler genellikle meşguldürler, öncelikleri başkadır, oranın sakinlerini mutlu ve mutsuz edip giderler, biraz daha kalmayı düşünmezler. Alice de annesini oraya yatırmış ama her gün gelmiş ziyaretine, kızı kendisini her gün ziyarete geliyor mu? Açıklaması var ama son bölümü anlatmaya gücüm yok, hüzünlü. Otsuka’nın hızlı geçişlerini ders belledim, anne bir an el sallıyor veya kızını tanıdığını gösteren bir hareket yapıyor, hemen bir sonraki satırda ölü, beynini açıyorlar. Anıları silinince duyguları da mı siliniyor, kızı o yüzden çabucak geçiyor belki, sırf eylemler kaldığı için geride.

Dört dörtlük roman. Epizodik.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!