Joseph Kessel – Atlılar

Kessel okurunu Afganistan’ın orta yerine bırakıveriyor, ülkeyi baştan başa gezdiriyor sonra, öyle bir roman. Modernleşme aşamasındaki ülkeyi bu türün olanaklarını kullanarak anlatmak güzel, ayrıca halk hikâyeciliğinden de yararlanmış Kessel, Gardi Geç nam yaşlı adam, “Cümle Âlemin Atası” olur olmaz yerlerde karşımıza çıkarak hikâyeler anlatıyor, veciz sözler söyleyerek karakterlere akıl hocalığı yapıyor, gelenekle modern tokuşuyor böylece. Kessel oraları gidip görmüş, gezmiş, dağından bahçesine, bozkırından uçurumuna hemen her coğrafi ögeye yer vermiş. Almanya’ya karşı Romain Gary’yle birlikte pilotluk yapmışlığı da var, görsel duyarlılığını anlatıda da görebiliyoruz. Hikâye müsaade ediyor buna, Uraz’ın eve dönüş yolculuğu sırasında rakım değişiyor, sarp kayalıklardan girip bozkırlardan çıkıyor tayfa, deli macera. Doğayla mücadelenin yanında kast sisteminin yol açtığı sıkıntıları da görüyoruz, Uraz’ın seyisi Mukhi taparcasına sevdiği adamı öldürecek hale nasıl geldi, yolda karşılaştıkları Zere’nin aklına girmesine nasıl izin verdi, Uraz göçebe Zere’yi nasıl ezdi ve Mukhi’yi delirecek noktaya getirdi, ağır ağır kuruluyor hepsi. 500 sayfanın çoğunda Afgan Odysseus evine dönmeye çalışıyor, insanlığını yitirme pahasına beceriyor bunu. Üstelik kemikleri gözüken kırık bir bacakla, zannediyorum bunu becerebilmek için Uraz gibi mitik bir karakter olmak lazım. Yol boyunca baygınlıklar geçiriyor, bir zaman leş kargaları bile dönüyor tepesinde, öyle bir inat. Hastaneden kaçması ayrı bir facia zaten, en iyisi baştan almak. Kamyonlarla deve kervanlarının bir arada yol aldığını görüyoruz ilk bölümde, modern yaşamın anlatısıyla masala varan hikâyelerin bir arada bulunması baştan kabul. Kamyonlardan birinden Gardi Geç iniyor, gittiği çayhane ahalisine Kâbil’de ilk defa yapılacak buzkaşiyi müjdeliyor. Bu oyun o toprakların ata sporu, okudukça anlaşılacağı üzere Rambo’ya pek de yüklenmiyorlar açıkçası. Aslında vahşet yaşanıyor resmen, başı yeni kesilmiş keçinin kanlı bedenini kapmak, çat çut girişen adamlara kaptırmamak ve çizilen yuvarlaklara bırakıp “Helal!” diye bağırmak gerekiyor ama o kadar kolay değil, Uraz bacağını bu oyunda inanılmaz bir numara denerken kırıyor ve birçok rakibinin ağzını yüzünü dağıtıyor postu kaptırmamak için. Babası Tursen’den sonraki en iyi binici olabilir, namı buzkaşi oynanan her yerde biliniyor, Uraz’ın zaferleri dillere destan olsa da kralın sancağını köyüne getirebilmek için Kâbil’de düzenlenecek oyunu da kazanması lazım. Binicinin yeteneği önemli ama esas atlar öne çıkıyor bu tür yarışmalarda, Tursen’in sayısız zafer kazandığı atı Cahil’i oğluna ödünç vermesi Uraz’ın işini kolaylaştıracak gibi gözükse de talihsiz bir kaza geçiriyor adam, hastaneye kaldırılıyor. Kadın doktorun kendisine dokunmasını istemediği için Mukhi’yi ayarlayarak kaçıyor oradan, kırık bacakla yolculuk etmeye başlıyor. Eve dönüş seferinden önce birkaç nokta: Uraz’la babası arasında dile getirmedikleri bir gerginlik, müthiş bir kin var. Uraz babasının zaferlerinin gölgesinde kaldığı ve Tursen’in Cahil’i lütfettiği için mesafeli, Tursen de oğlunun kazanacağı zaferle onca başarısının hatta adının unutulabileceğinden kaygılı, babayla oğul arasındaki toplumsal kaidelerden doğan uzaklığı, sertliği düşününce iki erkeğin gözlerinden çıkan şimşekleri görebiliyoruz. Bunun yanında kadın düşmanlığı bariz, mizojiniden fenalıklar geçirebiliyorsunuz, Kessel şahane anlatmış öylesi bir toplumda kadına bakışı. Komik bir örnek olacak ama İlyas Salman’ın canlandırdığı Bilo Ağa karakterinin çok daha haşinini düşünebiliriz, tam Uraz’dır bu. Kadınlarla konuşmaz, onları hor görür, seyisine kötü davranır, hatta Tursen bile yardımcısının yüzünde derin bir yara açar ama çocuk efendisini tanrı nevinden bir şey olarak gördüğü için hiçbir tepki vermez, olağan bir şeydir dayak yemesi. Tursen’i ziyaret eden Gardi Geç’in getirdiği haberle birlikte Tursen’in de gaddarlığı çıkar ortaya, Uraz’dan sonra doğuramadığı için boşadığı eski eşinin ölmek üzere olduğunu duyunca kadını ziyarete gider Tursen, kadının yaşlılığından ve hastalığından iğrenir, ayrılacakları zaman azıcık sevgi kırıntısı saçsa da ölümünden önce üzer kadını, canına okur resmen. Zengin fakir, küçük büyük ihtiyar, kızlar delikanlılar ve sevimli çocuklar, her kesimden insan gelip geçiyor anlatıdan, toplumsal dinamikleri görebiliyoruz. Müthiş bir sosyolojik çalışma var bu romanda, Kessel karakterler arasındaki ilişkileri didik didik ederek sosyal harita çıkarmış resmen.

Buzkaşinin muazzam anlatımına dair bir şey diyemeyeceğim, muazzam demek yeterli sanırım. Uraz kazanmak üzereyken kaybeder, Mukhi’den öğrenir ki yarışmayı kendi ilinden Salih diye bir zırtapoz kazanmıştır, üstelik Cahil’e binerek kazanmıştır, çifte rezillik. Babasının yüzüne nasıl bakacağını düşünür Uraz, geri dönmeyi hak etmek ve yüzleşmek için güç toplamak amacıyla yolculuğu olabildiğince zorlaştırmaya karar verir, canı pahasına dönecektir dönerse. Her bir tehdidi anlatmak zor, en büyüklerine değineyim. Peştu kervanına rastladıkları zaman Uraz bütün uyarılara rağmen yoldan çekilmez, develerin yol açmasını bekler. Kervanın başındaki adam ezilip öleceğini söylese de yerinden kıpırdamaz Uraz, Cahil’in şahlanışı ve dirayetiyle koca kervanı durdurmayı bir süre başarsa da develerin altında kalmak üzereyken kervanın başı kırık bacağı görür görmez Uraz’ın cesaretinden etkilenir ve bir anlamda hayatını bağışlar, bir sınav başarıyla geçilmiştir. Zaman geçtikçe mola verdikleri yerler giderek kötüleşir, başlangıçta oda tutarlarken yıkık kervansaraylarda konaklamaya başlarlar. İlk konak yerlerinin birinde hikâye anlatıcılarından biri o güne dek görülmüş en efsane buzkaşi karşılaşmasını anlatmaya başlar, masal gibi adeta. Ritüeli vardır tabii hikâye anlatmanın, anlatıcı önce bir gerinir, bütün dikkatleri üzerinde toplar ve sabırsızlandırır insanları. Ağır ağır başlar anlatmaya sonra, arada koyu çayından höpürdetmek için ara verdiğinde herkes nefesini tutar. Aslında bu Ekmek Teknesi‘nde parodisi yapılan mevzunun son derece ciddisi, Heredot Cevdet’in ortamına çok benziyor ki hikâye anlatıcılığı da böyle bir ortamda gerçekleşir zaten, halkın yeni olayları, haberleri öğrenmesinin başka bir yolu yoktur, ciddiyet korunmalıdır. Neyse, anlatıcı karşılaşmayı anlatırken güçlü kuvvetli bir adamın atını uçurarak evlerden birinin damına çıktığını, damdan inerek oğlunun yardımıyla diğer atlıların yanından geçtiğini ve yarışmayı kazandığını heyecanla anlatır, dinleyenlerden hayır duası alır. Uraz’ın keyfi kaçar, babası Tursen’i o kalabalığın arasından çıkarmış olmasına rağmen Tursen’in adı hatırlanmış, anlatıcı oğlanın adının önemli olmadığını söylemiştir. Uraz iyice bilenir, bacağındaki kemikler ara sıra fırlasa da yola devam eder. Yolda karşılaştıkları Zere’nin kendilerine katılmasına izin verir, yaşamını iyice riske sokar. Aslında her şeyi riske sokar, mola yerlerinden birinde keçi dövüşlerine katılarak bütün parasını kaybeder, sonra Cahil’i ortaya koyar ve tek boynuzu eksik bir keçiye yatırır dünyanın en iyi atını. Mukhi engel olamaz buna, Uraz’dan nefret etmeye o an başlar çünkü Cahil’in seyisidir, dünyanın en iyi atının yaban ellere gitmesini istemez. Neyse ki Uraz kazanır, tek boynuzlu keçinin tuhaf sahibiyle arkadaş olur ve memleketin bir yerinde tekrar karşılaşmak üzere ayrılırlar, iki tuhaf insan kısa sürede dost olmuştur.

Sonrası tam bir irade gösterisi. Zere ve Mukhi bir sürü öldürme planı kurar, Uraz bütün tuzaklardan kurtulur ve nihayet memleketine varır. İki yardımcısını affeder, zafere ulaşmıştır artık. Yolda kestirdiği bacağının eksikliğini duymamak için Cahil’le saatler geçirir, atın kendisini öldüreceğinden korkar ama aralarındaki bağ engeldir buna, Cahil en elverişli anda bile kendisine kötülük yapan sahibini çiftelemez, onu kollar. Son bir gösteriye bile hazırlanırlar hatta, Salih’in kutlanacağı şenliğe en son katılan Uraz kimsenin unutamayacağı bir şov yapar Cahil’le birlikte, efsanelerin katına yükselir.

Ne dense az, muazzam bir roman.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!