Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.
Runik Kitap’ın bastığı Keltlerle ilgili üçüncü kitap. Keltlerin tarihini derleyip toparlarken sanat eserlerinin tarihsel yorumuyla bu necip milletin Avrupa’da yerleştikleri noktaları da belirliyor, örneğin benzer desenlere sahip maşrapalar var diyelim, biri İngiltere’nin güneydoğusundaki tümülüslerden çıkarılsın, diğeri Bulgaristan’ın yalçın kayalıklarının göklere yükseldiği noktalardan birinde bulunsun, bu demektir ki maşrapalar A noktasından B noktasına taşınmış ya da desenleri çizen, kakan Kelt kişi uzunca bir yolculuğa çıkmaya karar vermiş. Keltlerin savaşçı bir millet olduklarını mezarlarından çıkarılan kılıç ve kalkan gibi eşyalardan biliyoruz, paralı askerlik yaptıkları da malum, öyleyse ikinci seçenek daha mümkün çünkü kıtanın bir ucundan diğer ucuna kırmadan nasıl götürecekler o maşrapayı? Ulaşım pahalı ve tehlikeli ayrıca, bir maşrapayı yüzlerce kilometre götürmek için maşrapaya karşı derin hisler geliştirmiş birinin yolculuğa çıkması gerekir ki Keltlerin derin hisleri genellikle tanrılarına, halklarına ve savaştıkları devletlere yönelmiştir, zaten sanat eserleri genellikle kolay taşınabilir ve işlevsel nesnelerin üzerinde görüldüğü için bir maşrapayı bu denklemden çıkarmak lazım gelmektedir. Hasılı Keltler savaşçı oldukları kadar sanatçı bir halktır aynı zamanda, pek hoş eserler ortaya koymuşlardır. Helen kültüründen etkilendikleri malum, Etrüskleri darmaduman etmeleriyle birlikte Yunan uygarlığıyla münasebet kurmuşlar, Büyük İskender’e elçi yollamışlar ve Roma’yla zaman zaman savaşıp zaman zaman dostluk kurmuşlar, bulundukları civarda etkilenebilecekleri her milletten etkilendikleri söylenebilir. Müller’e göre bazı araştırmacılar Kelt sanatında dinî içeriklerin yer aldığına inanıyorlar ama bunun kanıtlanması oldukça zor, bir tek Keltlerin tarih sahnesinde etkin biçimde son kez yer aldıkları MS 300’lü yıllarda tanrıçaları Epona’nın yer aldığı heykelcikten bahsedilebilir. “Model teşkil eden Yunan yapıtları söz konusu olduğunda, bu örneklerin ne zaman ve nasıl benimsendiği veya uyarlandığı gibi sorular da ortaya çıkmaktadır. Bu sanat eserleri toplumun hangi kesiminde ne tür bir işleve sahipti ve bu yapıtlar Kelt kimliğini ne derece yansıtıyordu? Örneğin kılıç kınlarının Güney İngiltere’den Macar ovalarına kadar aynı bezeme ile süslenmesi neden önemliydi?” (s. 7) Müller arkeolojik araştırmaların sürdüğünü ve belli başlı bazı soruların yeni buluntularla cevaplanabileceğini söylüyor. “Keltleri anlamak ne kadar zor ise, onların sanatını anlamak da o kadar zordur. Dahası Keltler, kültürlerini bize kendi bakış açılarından aktarabilecek bir tarih yazımından da mahrumlardı.” (s. 10) Yunan ve Roma kaynaklarında bazı bilgiler yer alsa da bu medeniyetler Keltleri barbar olarak gördükleri için kültürlerine değer vermemişler, mutlak düşman imgesiyle yaklaştıkları Keltlerin savaşçılıklarına odaklanmışlar. Üstelik farklı kaynaklarda yer alan Galli/Kelt olarak adlandırılan toplulukların birbirlerinin devamı olduklarına dair kesin kanıtlar yok, ilk kez Sezar’ın Germenlerden ayrı bir halk olduğunu söylediği Keltler diğer topluluklardan ayrışmış olsalar da Sezar’ın “Akitanyalılar”, “Belgalar” ve “Keltler” adlarıyla üçe ayırdığı toplulukların aynı kökenden gelip gelmediklerine dair bir bilgi yok, Sezar’ın Celtae ve Heredot’un Keltoi olarak isimlendirdiği toplulukların aynı topluluk olmaması mümkün, Antik Çağ’da ilk kez kullanılan sözcüğün anlamı Roma döneminde değişmiş. Sonuç olarak “Kelt” sanatı yerine “La Tene Kültürü”nü kullanıyor Müller, gruplandırmayı bölgeye göre uyguluyor ve kronolojik sıralamayı gözetiyor: Erken Evre, Waldalgesheim Evresi ve Geç Evre. Geç Evre de ikiye ayrılıyor, Plastik Üslup ve Kılıç Üslubu.
Erken Evre’nin ilk eserlerinden itibaren özenli bir çalışmadan söz edilebilir, eserlerdeki detaylar belli bir seviyeye erişildiğini gösteriyor. Belli başlı eserlerin fotoğrafları kitapta var, anlatılanı doğrudan eserin üzerinde görebiliyorsunuz, Müller bilgileri santimi santimine verdiği için karşılaştırma yapabilmek iyi. Çok önemli olmadığı müddetçe yerleşim yerlerine değinmeden eserler hakkında bilgi vereceğim, bu dönemin eserleri genellikle mezar odalarında ve tümülüslerde bulunmuş, altın bir varakla kaplanan bezemeli hançerin gösterdiği gibi bu mezarlar daha çok sosyal statüsü yüksek, genellikle savaşçı kesime ait. Bunun yanında yine mezarlardan çıkarılan ve “Vix Prensesi”ne ait olduğu düşünülen metal kabın Yunanistan’da üretilip kuzeye parça parça gönderildiği, sonradan birleştirilip gömüldüğü düşünülüyor. 1100 litrelik bu kabın gövdesi incecik bir cidarla kaplı, onca sıvıyı taşıyamayacağına göre sembolik bir anlam taşıdığı malum, mezar sahibinin ne kadar çok misafiri ağırlayabileceğini gösteriyor. Akdeniz’e özgü motifler yer yer görülse de tam olarak yerleştiği söylenemiyor, aynı şekilde “akropollü şehir” gibi modeller bilinmeyen bir şekilde Kelt kültüründe yer bulamamış. Günümüze dek en iyi durumda korunagelmiş eserlerin Yunanlara ait bronz ve pişmiş toprak kaplar olduğu söyleniyor, ithal edilen onca ürün de yerel sanat üzerinde etkili olmamış, en azından erken dönemde. Vix Prensesi’ne ait cam bilezikler ve üzerinde Pegasus’un yer aldığı altın boyunluk dikkat çekiyor, mezarlardan elde edilen DNA örneklerine göre belli bir yönetici kesimin bu tür eserleri yaptırdığı kesin. Sonraki dönemlere ait kalıntıların daha çok kılıç, mızrak, kalkan ve miğferden oluşması gittikçe artan erkek nüfusun yüksek oranda askerileştiğini kanıtlıyor. MÖ 4. ve 3. yüzyılla ait bulgular Doğu Fransa ile İsviçre, Bohemya ve Macaristan arasındaki geniş alanda yoğunlaşıyor, Roma’yla yıllar boyunca sürecek savaşlardan önce Keltler savaş sanatında ustalaşmışlar. Bezeme sanatı bu dönemde öne çıkıyor, pergel kullanmaya başlayan sanatçılar kemik, kil veya metal yüzeye dairesel yaylar çiziyorlar, belli motifler yüzlerce yıl boyunca tekrar ediliyor: sarmaşık dalları ve lir. İlginçtir, Fransa’nın güneyini merkez olarak kabul edersek bu bölgede yapılan eserlerdeki işçilik oldukça iyiyken kenar bölgelerde, örneğin İrlanda’da motifler bozuk. Sanatçılar ya desenleri tam olarak anlayamıyorlar ya da uğraşmıyorlar pek, bir şeyler yapıveriyorlar.
Plastik üslubu doğulu Keltlerin bulduğu kabul ediliyor, İrlanda’da örnekleri görülen tomurcuk ve sarmallar Avrupa anakarasında ortaya çıkmış. Mekân geniş, hektarlarca alanı kaplayan bir anıt mezardan çıkarılan eserler çok ses getirmiş. İstisna tabii, o büyüklükte bir gömüte pek rastlanmamış. Belki de altın zamanlar, Kelt kodamanlar birçok sanat eseri sipariş etmişler, altından çok demir ve bronz işlemede ilerleme gösterilmiş. Bu dönemde Yunanların doğrudan etkisinden söz edebiliriz, Sezar nihayet zafer kazanıp savaşı sonlandırdığında Galyalıların Yunanca tuttukları envanter listesine ulaşmış, ayrıca bu dönemin Keltleri ölen kişinin ağzına ya da eline sikke yerleştirmeye başlamış. Kharon’un ücretini Keltlerin nasıl adlandırdığını merak ediyor Müller, bilgi yok. Bu dönemde Bulgaristan sınırları içinde kalan bölgenin eserleri öne çıkıyor, kazandan aynaya kadar pek çok eser üretilmiş ve süslenmiş. “Demir işçiliği yüksek düzeydeydi. Metal işleyen diğer zanaatkârlar gibi, demir ustaları da dökümcülük dışında çeşitli işleme yöntemlerine hâkimdiler. Demirin örs üzerinde ağır çekiçlerle dövüldüğü düşünüldüğünde haddeleme, eğme, perçinleme, bükme, bölme, kaynak yapma gibi bilindik uygulamalara ek olarak, yaratıcı bir biçimde şekil verme de zaman zaman etkileyicidir.” (s. 89) Soylu müşterilerin verdiği siparişler çeşitlilik gösteriyor, seramik işlemeciliği alıp başını gidiyor, heykeller stilistik biçimlere kavuşuyor, takılar üzerinde uğraşma dönemi bitiyor çünkü iş zanaata dönmüş biraz, seri üretime geçilmiş.
Sonrasında Gallo-Roma denen bir üslup ortaya çıkıyor, Kelt sanatı Roma sanatıyla bütünleşiyor ve karakteristik özellikleri yavaş yavaş kalkıyor ortadan. Felix Müller bu süreci de anlattıktan sonra noktayı koyuyor, okurlara, “Vay Keltler, can Keltler, dost Keltler!” demek kalıyor.
Cevap yaz