“Yaşamın getirdiği sıkıntılara karşı özel bir mücadele biçimi”. Beden toplumundur, hayatımızı normlara uydurarak aslında borcumuzu ödermiş gibi öteleriz Graeber’ın dediği gibi: devlete borcumuz, aileye borcumuz, sermayeye borcumuz uyum gösterdiğimizce ertelenir çünkü somut bir karşılığı yoktur. Bu yüzden bedende açılacak yaralar toplumun kutsallığına küfürdür. Bir anlamda mülkiyete küfürdür, sakini ve “sahibi” olduğumuz biyolojik yapıya hadsizce karşı koyuştur. Bütün bunların ötesinde, yüklenen her sorumluluğu üstlenen insan yine de kendine zarar verebilir, yaşamını sürdürmesi için ödün vermelidir, ölümle oynamalıdır şiddete göre, hayatla başa çıkmanın daha etkili bir yolunu bilmeyebilir, bulamamış olabilir. “Zarar” görecelileşiyor bu durumda, daha önemli bir kaynağın kurumaması için bedenin sıvılarını akıtmalıdır. “Yaşama kök salma yeterli bir yaşama zevkiyle desteklenmezse insanın yapması gereken şey, kendisini tehlikeye atarak ya da zor durumda bırakarak anlamı tuzağa düşürmek ve böylece eksik olan sınırları bulmak ve özellikle kişisel meşruiyetini test etmektir. Yaşam kendini anlam ve değer himayesinde teslim etmez olduğunda, birey ölüm tehlikesini göze alıp tenha alanlarda dolaşarak son bir çareye başvurur. Yaşama karşı çıkarak, bedenini keserek ya da yakarak kendinden emin olmaya çalışır; varoluşunu, kişisel değerini sınar. Anlamın yolu önünde çizilmiş değilse, icat edilen mahrem ve gizli ritler aracılığıyla yaşamla yüz yüze gelme durumu zorla kabul ettirir kendini.” (s. 12) Denetimin sınanmasıdır, birey yaşamının kontrolünün kendinde olup olmadığını görmek için bir çizikle işi halledebilir, aşamaları göz önüne alınca ölüme dek varmak zorunda değildir. Kendinden kurtulmak için de yaralayabilir bedenini, çıkış yoludur bu, dünyadan geçici olarak kurtulmanın yollarından biridir. Röportajlardan kesitler var metinde, kimileri yaptıklarından ötürü utandıklarını, başka bir evreye geçince yaralamayı bıraktıklarını söylüyorlar: çatışmalar azalınca ihtiyaç duymayacakları bir cankurtaran. Yüzlerini yaralamaya başladıklarında kimliklerini yok etmek istedikleri anlaşılıyor, daha radikal önlemler alınıyor, eşik aşılmadan müdahale. Bebeklikte başlayabiliyor yaralama işleri, yara kabuklarının kaldırılması, kan çıkıncaya kadar kaşımak, bedensel şema oturduktan sonra sınırların keşfi çoğunda bitiyor ama tekniği unutmayanlar çocukluklarında, ergenliklerinde, yetişkinliklerinde sürdürüyorlar eylemi. Avrupa’da beden bütünlüğüne duyulan saygı çok daha fazla, ABD’deyse kendini düzenli olarak yaralayan üç milyon kadın var her yaştan, sendromlara dahil bir olay, Avrupa’daysa daha uç olarak görülüyor. İbadet biçimi olarak kendini yaralayan Hıristiyan, Müslüman, her dinden insan aşkınlığa yaklaşmak ister, diğer yanda yas ritleri saç yolmayı, beden tırmalamayı acının görünürlüğünü somutlar, süreçte içe yolculuk kadar dışa patlama da sembolik ayrılışın çizgileridir. Beden geride bırakılır, hasar yükün sayısız parçasının en azından bir kısmından kurtulmanın izidir.
İlk bölümde kimlikle yaranın bağdaşımını inceliyor David Le Breton, ayakların yerden kesilmesinin nedenlerine odaklanıyor. Diyor ki tözsel değil, ilişkiseldir kimlik, temas ettiği sayısız yüzeyin etkisinde kalır, bilincin ve çevrenin izlerini taşır. Akışkanlık fişeklendikten sonra daha bir havadadır, daha çok parçadan oluşmaya başlamıştır, kalıcı ve sürekli yapının mutlaklığının aranarak bulunması daha zordur artık. Dış etkilerin zorlayıcılığından yine dış etkiye sığınır insan, bu kez kendi iradesi dahilinde değişimlere başvurur. Saç, giysi, sonrasında piercing, dövme, liste uzun. Dövmelerin sağladığı aidiyet de vardır, erginlenme ayinlerinden sonra başarılı olanların bedenlerinde bırakılan izler topluluğa kabul edilmenin nişanesi, başarı arşivi olarak da görülebilir zira savaşçılar öldürdükleri savaşçılar kadar iz bırakırlardı bedenlerinde. Deri Freud’a göre psişik mekanizmanın yüzeyi, ben-deri hem bir saldırı hem de kişiliği oluşturma alanı: ben ve öteki, bendeki öteki doğrudan veya dolaylı olarak bu yüzeyde varlık buluyor, dolayısıyla derinin morfolojisini mazoşizmden, keyiften ayrı bir biçimde, bir tür epistemik oluş biçiminde görebiliriz, body art sanatçıları bu bağlamda tekhne içeriği de kazandırırlar zira yaratıcılık deriden doğduğu gibi benlik bilgisinin yeni alanlarını da açar. Her bir bağlam için ayrı başlıklar var, David Le Breton anlamları eylem biçimlerinden sanatsal işlevlerine kadar incelemiş bir güzel, temeli fazla dağıtmadan ilerliyorum. Istırabı dindirmektir yara, insan denetlenemeyenin yerine denetlenebileni ikame etme çabasıdır: “Bedende açılan yaralar, kesikler sınırsızlıktan, ruhsal durumlarının ve bedenlerinin, gerçekliklerinin ve ideallerinin, kendilerine ve başkalarına bağlı olan şeylerin sınırlarının belirsizliğinden yakınan kişilerde görülür. Başkalarının bakışlarından ya da çevrelerindeki dalgalanmalardan çok etkilenir bu insanlar.” (s. 33) Duygusal acıya karşı sembolik bir dirençtir, kendinden bir parçayı feda ederek yaşama devam edebilmenin bedelidir. Nesne olmaktan çıkarak özneliğin gücüne varmaktır, anlaşılmazlığı ortadan kaldırmaktır, kök salmamış bir var oluşun uzanacağı yerleri keşfetmektir. “Emniyet mandalı” diyor yazar, bedenimiz istediğimizce dokunabildiğimiz, etkileşime girebildiğimiz en yakın objedir, bunun yanında sınırların açıldığı diğer öznelerin tasarrufuna sunulabilir ki aynılığı bir başkasında gözlemlemek sağaltıcıdır, yaraları aynı yerden açmak ama başkasının eliyle. Temas arayışı hissizliktense, eh, yaşadığını hissetmek için yara açma bir klişedir ama sıklıkla varılan bir nokta olduğu için klişedir zaten, bedeni harekete geçirmenin hissetmeye yol açması için radikal çarelere başvurulur. Tam tersi de var, çıkmaza giren bir ilişkiden kurtulmak, tekrar özgürleşmek için çiftlerin arasında kendine zarar verme vakası sıklıkla görülür. Yine röportajlarda gördüğümüz üzere sevgilisinin karşısında kendisini yaralayan biri tepki görünce davranış tekrarlanmayabilir zira kendisinin önemli olduğu dile getirilmemişse onca zaman, hissettirilmemişse biraz şefkat yeterlidir, davranış durabilir. Sevgilisi hapse girenler kendi bedenlerinde yaralar açarak sevgililerinin çektikleri sıkıntıyı azalttıklarını düşünebilirler, bu da bir nevi fedadır, gündelik yaşamda görülen pek çok formundan biridir bu. Kahramanlıktır veya suçluluktur, kimileri yara izlerinin görüneceği biçimde giyinir, kimileri gizlemek ister, leke veya şeref motifidir. “Yaşanan kederle baş edebilme olanağı vermeyecek kadar hassas, gücü tükenmiş bir benliğin duygularını desteklemeye yönelik geçici protezler. Beden yaralarıyla birlikte hemen hemen her zaman bir utanç duygusu ortaya çıkar ve bu duygu benliğin yeniden denetlenebilmesinin bir güvencesidir.” (s. 76) Tanıklık: Beden bir dildir, sözcüklerle dile getirilir, biçimlenir ama sıradanın dışına biraz olsun çıkan kendi dilini oluşturması gerektiğini bilir, kendine özgü sözcüklerini bedenine işlemeye başlar.
Hapishane ortamını da görüyoruz, yaranın özel anlamlarının en belirgin olduğu yerlerden biridir. Adının değeri neredeyse kaybolan, numaralara indirgenen mahkumların hiçliğe karşı koyma biçimi olarak çıkıyor yara, daracık bir hücrede öz saygının sürmesi için açılıyor. Topluluklara dahil olmak ritüelin özel bir parçası burada, Lost izleyenlerin bildiği gibi zorla da girilebilir gruplara ama bilgeler, güçlüler hemen tepki gösterip işaretlerin saygınlığını korurlar. Aşırılığa doğru gittikçe dudaklarını diken mahkumlara rastlıyoruz, dışkılarını iğne uçlarına sürüp derilerine batırdıkları zaman çürüme başlıyor, birçok şekilde isyanlarını dile getiriyorlar.
Performans sanatçılarının bedeni zorlamalarıyla ilgili bir alıntıyla bitireyim, David Le Breton’un metinlerini dağa taşa tavsiye edeyim: “Beden madde olarak ve kimi zaman radikal bir biçimde sahneye çıkar. Organik maddelerin (kan, sidik, bok, sperm, kusmuk vb.) öne çıkarılması seyirciyi etkileyen ve ilgisini çeken bir dramaturjiyi biçimlendirir ve bu dramaturji içinde, sanatçının sanata ya da gündelik yaşama empoze edilen sınırlara bedeniyle karşı çıkmasının bedeli, kendi kişiliğidir. Başkasını fiziksel olarak etkileme isteği, değişikliklerin ya da mizansenlerin artırılması ve güçlendirilmesiyle ifade edilir.” (s. 104)
Cevap yaz