Claudio Magris – Krems’te Bükülü Zaman

Magris için bir yerde olmanın başka bir yerde olmayı engellememesi, bir olayın zamanın belli bir kısmını mühürleyip ardışıklıkla başka olaylara yol açmadan değiştirilebilmesi, nedensellik, eşzamanlılık esas meseleler gibi görünüyor, Bir Kılıç İçin Çıkarsamalar‘da zamanın ileriye akışının çizgiselliğini genişleterek ihtimallerle doldurduğu zaman basamakların bozulmadığını, lineer yapının bütünlüğünü koruyarak olabilirliği özümsediğini, kısacası bazı şeyler olurken olmayan bazı şeylerin de olan bazı şeyler kadar olabilir olduğunu kurguyla eşit önemde bir zihinsel uğraş olarak takip edebiliyorduk, bu kitaptaki öykülerde de fiziğin kurmacaya katkısı bariz. Her öyküde. Özellikle “Krems’te Bükülü Zaman” ve “Gündüz Dış Çekim – Rosandra Vadisi”nde aşikâr, Penrose’un zamansallıkla ilgili düşüncelerine dahi yer verilmiş büklümlü öyküde, hani bilişselliğin dünyayla ilişkisini eşeleye eşeleye çatılan hikâyenin faş ettiği giz bile giz olduğu için faş edilen bir şeyden bahsetmek su götürür, A’dan B’ye ilerleyen -ilerleyen?- bir aracın hareketini öncelik ve sonralık kapsamında ele aldığımızda doğanın işleyişini biçimlendirdiğimiz gibi görmemiz bir yana, sanki evrimimizin sonucu olarak ortaya çıkan bu tersinemez istikametten başka türlüsü olanaksızcasına kabullenmemiz akışı, muhtemel, mümkün tek iyi olarak görmemiz şöyle enine boyuna bir incelendiği zaman öykülerde, belli bir neden-sonuç ilişkisine ulaşmak yerine düşünsel çemberin bir ucundan diğerine seyrimizde başlangıçla bitişin aynı noktada yer aldığını idrak edemememize yol açıyor. Klasik anlatıdan çok uzakta bir yerdeyiz yani, Bir Cesedin Otobiyografisi‘nde olduğu gibi yeni yolaklara ihtiyaç duyabiliriz, duyalım, anlatının genişleyebileceği kadar genişlemesi yeni anlam alanlarını ortaya çıkarıyor, türü zenginleştiriyor, süper. Teorik olarak zamanı geriye -geriye?- döndürebilmek mümkün bu arada, muazzam bir enerji gerek bunun için, elimizde hemen hiç olmayan türden maddeleri üretebilmemiz lazım. Bir gün mutlaka. Şimdi, Magris’in dağınıklık olarak görülebilecek paragrafları o kadar ince teyeldir ki doldurma olarak görülebilir, değildir, “Krems’te Bükülü Zaman”ın ilk paragrafı misal: “Krems şehri hakkında, 1153 yılında Arap coğrafyacı el-İdrîsî, ihtişamı Viyana’nınkini geride bırakır diye methiyeler düzerdi; Krems, efsaneye göre bugün sular altında kalmış olan, denizin dibindeki sokaklarında, birilerinin dönemin antik giysileriyle dolandığı rivayet edilen Vineta şehrine çok benzer.” (s. 25) İki şehrin birliği üzerine söylenecekler varsa da önemli olanın şehirler değil, birlik olduğu ortaya çıkacak, Magris neye odaklanacağını odaklanmayacaklarla beraber verdiği için, hani bilinmeyenli denkleme indirdiysek öyküyü, aksiyom sanki varlığını ispat edebilmek amacıyla replikalarını peşinde getirmiştir, çoktan seçmeli bir sorunun cevabı diğer şıklar verilmeden cevap değildir, ancak benzerleri türeyince cevaplaşır. Şudur, anlatıcı Kafka üzerine verdiği bir konferanstan sonra yemeğe götürülür, “neden-sonuç ilişkisinin ufak çaplı yer değiştirmesi”nin iki adımından ilki bu yemek sırasında atılacaktır. Triesteli bir hanımefendi yemek sırasında anlatıcıya yanaşır, kuzini Nori’yle anlatıcının sınıf arkadaşı olduklarını, Nori’nin sürekli anlatıcıdan bahsettiğini söyler. Şaşırır anlatıcı, Nori’yi elbette hatırlamaktadır çünkü bütün okul bir zamanlar âşıktır kıza, ne ki tek kelime konuşmuşlukları yoktur. “Tıpkı Nevoso Dağı’nda ormanlar arasındaki ağaçsız alan gibi veya Miholašćica’da denizin belirivermesi gibi, Nori’ye duyduğumuz ortak aşkta, genelin, mutlağın, ilahi olanın, her birimizin gözlerinin önüne serilen Varlık’ın peşine düşen Eros’un evrenselliğini öğreniyorduk. Açıkla dile getirdiğimiz o aşkta, ölümün karşısında ve gençliğin göz kamaştıran ışığıyla göremediğimiz, bizi bekleyen geleceğin karşısında, istisnasız hepimiz kardeştik.” (s. 27) Burada durmalı, doğayla bilincin ilişkisine eğiliyorum, eğildim: Magris her öyküsünde devinim halindeki sabit doğanın, eylemselliğin değiştiremediği bilişsel şablonun anlamına odaklanır, ilk öyküdeki aşırı zengin patron deniz kenarında dalgaları izleyerek yaşamının evrelerini düşünürken tek bir noktada toplar “zamanları”, değişimi sadece yaşamı sübuta erdirmek için benimser, gündeliğin pratiklerini konumundan, statüsünden bağımsız bir biçimde sürdürebilmek pahasına kendinden beklenmedik -doğadan beklendik- yollara başvurur, büyük sırrını denize bırakır. İkinci mesele Trieste, Svevo’nun metinlerinde de ortaya çıkan siyasi durumun toplumsal yansımaları sanki eşzamanlı iki şehrin iç içe geçerek varlığını sürdürdüğünü imler ki Svevo’yu da öykülerden birinde anar Magris. Zamanında Avusturya’nın toprağı olan Trieste geçtiğimiz yüzyılın büyük savaşları sırasında kıyımdan geçirilmiş, nihayetinde İtalya’ya bağlanmış çok sesli bir liman şehri, Kuzey İtalya’nın Avrupa’ya açılan kapılarından biri diyebiliriz azınlıkları düşününce. Bir parantez de buraya, Magris’in karakterleri köken itibariyle Trieste’yle alakalıdır, örneğin savaşlar sırasında Trieste’den kaçıp yıllar sonra geri dönenler İtalya’daki faşist yönetimi doğrudan desteklerler fakat tehlikenin farkına çok geç varırlar, İtalya da Yahudilere eziyet çektirecektir, büyük bir düş kırıklığı yaşayıp can derdine düşerler. İkiliğin çeşitlemeleri arttıkça artar açıkçası, şehir itip çeker, doğa toptan çeker ama atıl kalmayı ironik şekilde devinimle öğreterek, eşzamanlılık zaten esas itici ve çekicidir. Zaman Körlüğü‘nde kapitalizmle biçimlenmiş tek zamanlı dünyaya karşın yerel zamansallığın türleri sosyal ilişkiler bağlamında ele alınıyordu daha çok, Magris’in öykülerinde daha kişisel ve fiziksel bir algılayıştan söz edebiliriz. Devam, aşağı yukarı bir yıl sonra tekrar Nori’nin bahsini işitir anlatıcı, arkadaşlarından biri Nori’yle karşılaştığını söyler söylemez hemen telefonunu alır, kadına ulaşır, sanki kırk yıllık dostmuşlar gibi sohbet etmelerine şaşırır. Bu şaşkınlık zamanın akışıyla ilgili sorgulara yol açar, kırk yıl önceki yakınlık veya uzaklık mı yol açmıştır telefondaki konuşmaya, yoksa o konuşma mı geçmişteki ilişki türünü belirlemiştir, özel görelilik kuramına göre nedensel bir işaretle ilişkilenemeyen iki olay zamanda mutlak bir şekilde düzene konulamayacaksa bildiğimiz evrenin dışında başka bir evren mi vardır insanların arasında, Einstein’ın kuramları değişken bir evreni tanımlamadığına göre sosyal ilişkilere izdüşümü nedir, böyle bir izdüşüm olmalı mıdır, mesela Alice’in aynasının gösterdiği öteki, hatta aynanın ötesindeki öteki aynanın berisiyle ne ölçüde ilişkilidir, neler olmaktadır yani, bütün bunların anlamı nedir? “Konuşmacıya göre, eğer uzay-zamanda, zaman düz bir çizgi yerine kavisli bir çizgi tarafından temsil edilse, oldukça büyük kütleler söz konusu olduğunda kapalı bir eğri veyahut bir çember de oluşabilir. Ama o halde her şey geri döner, sonsuzdur ve ben zaten vardım, boğaza ulaşmak için Tuna’nın sularının peşi sıra giderken de, zaten Tuna’nın boğazındaydım.” (s. 31) Yekpare, geniş bir ânın parçalanmaz akışında falan yani, her zamanın bütün olmuşları, olacakları, olanları içeren parçası genişler genişler, bir parçası olunan uzamı meydana getirir, bu uzamda var olduğunu “bilen” yerlilerin ritüellerine baktığımız zaman rüyaların doğrudan gerçekliğin bir uzantısı olduğunu düşünerek eyleyeni vardır, dilinde gelecek zaman kipi olmayanı vardır, yani sezgisel olarak çoktan bildiğimiz alımlayışları modern fizikle ilkel algılama arasında bir köprü kurarak aktarır Magnis, ileri gitmez de geriye giderek “son evrensel ortak ata”nın dallarında ne kadar uzaklaşmışsak uzaklaşalım yine de bütünlüğü koruduğumuzu anlatır. “Nori, onun gibi denizde yaşamamış olan yaşıtlarından daha gençtir; deniz onun içindedir, belki bunu bilmez, yaşayan her şey gibi, o da, deniz olduğu ve deniz canlısı olduğu zamanı anımsamaz. Onun yılları, deniz haşhaşları, elinde tuttuğu çiçek demetidir, gözleri, – onların renklerini görmüyorum, ama sanırım, açık renkli ve pırıl pırıl.” (s. 35)

Magris’in nesi varsa okuyacağım, aradığım şeyi tam bilmiyorum ama Magris’te onun bir parçasını bulduğumu biliyorum.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!