Ayşe Gül Altınay, Fethiye Çetin – Torunlar

“O günler gitsin, geri gelmesin.” Ermenileri hiç sevmeyen dede, Türk soyadı, okulda en Türk olarak Ermeni’yi seçen öğretmen. Ailenin geri kalanına uymayıp Ermeni kimliğiyle yaşamaya devam eden Aznif, kimse sorgulamamış mı, Ermeni teyzenin Amasya’da uğradığı haksızlıklar. En iyi Müslüman, en iyi komşu, en iyi anne, en iyi baba. Ailede bütün işlerin yaptırıldığı en iyi akraba. Amasya’da hâlâ Ermeni kimliğiyle yaşayanlar varken 1980’den sonra kimsenin kalmaması veya pek az Ermeni’nin kalması. Çukurlara, kuyulara atılan insanlar, mağaralarda yakılan insanlar, Ermeni Mağarası veya Ermeni Çukuru nam turistik yerler. Mala mülke el koyanlar, ölüm yürüyüşünde çocukları çekip götürenler, silahlı Kürt çetelerinin baskınları. “Demek bu yüzden güzelsin, Ermeni olduğun için.” Sessiz kalan Kürtler, inkâr eden Kürt arkadaşım Serap. “Hayır, öyle şeyler yapmadı bizimkiler.” Babanın babası Ermenileri katledenlerden biri, annenin ailesi katledilmiş, sofrada bunlar konuşulurken anne, “Katil!” diye bağırıyor eşine, kahkahalar. Önce onlar yaptı, hayır bunlar yaptı. Aznif’in gözünün önünde vurulup öldürülen eşi. Âşık olduğu adamın kafasının kesildiğini gören kadın. Zorla tekrar evlendirildiğinde çocuklarına, eşine gözü gibi bakan, dilini mühürleyen. Öldürülen annelerinin memesine uzanan bebekler. Arkada kalanların çığlıkları. Fransa’daki, Amerika’daki akrabaları bulmak için kiliselere asılan isimlerde geçmişi aramak. Türkçe bilen teyzelerin, amcaların, dayıların ölümünden sonra bağların kopması. Ölüm emrini veren askerlerle öldürülenlerin çocuklarının evlilikleri, torunların ne uğraşlarla hikâyeleri bulmaları. Korku, giz. “Aman kimseye söyleme.” “Neden açıyorsun ki bu konuları, sus.” İki tarafın da birbirinden özür dilemesi. Dedem. Babaannemin ninesinin annesini kayıtlarda görebiliyorum, annesini babasını bile göremediğim 1916 doğumlu, sanki topraktan bitmiş, Malatya’ya kayıtlı kayısı dedem. Yanan nüfus daireleri, yanan sırlar. Eril tarih, kirletilmiş insanların iki tarafın metinlerinde de yer bulamamaları. Himaye altına alınanlar. Babaanne tarafının yaşadıklarını anlatacak kimsenin kalmaması. Tarihin silinip gitmesi. Kimlikteki isim, bir de “gerçek” isim. Kurtuluş, Kınalıada. Has Türklüğü savunan Ermeniler, Rumlar. Gidenlerin mallarını koruyan muhtarların öldürülmeleri. “Tek taşına dokunmayacaksınız, günah.” Zanaatkârlar, gittikleri zaman çöken komşuluklar, işler güçler. Parasını zamanında alamayan, hakkı yenen insanların seslerini çıkaramamaları. 1800’lerin sonlarındaki isyanlar, Hamidiye Alayları’na karşı direnen gençler. Solcu, sosyalist ailelerin korkunç sessizliği, hayal kırıklığına uğrayan torunlar. Yarısı Ermeni yarısı Kürt mahalleler, evlerden evlere giden yemekler, yumurtalar, çörekler. İnanca saygı, karşılıklı. Evlerin altındaki tüneller, yıllar sonra yurt dışından gelip o tünelleri açığa çıkaracak taşı bulup çeken Ermeniler, yerin altındaki kilisenin etrafında tünel ağı. Camiye çevrilen kiliseler, bilmem neye çevrilen manastırlar. Toprağa gömülen altınlar, yıllar sonra gelip altınları arayanlar. Definecilerin kazılmadık yer bırakmamaları. Ölmesin diye geride bırakmak zorunda olduğu çocuğuyla vedalaşan, çocuğuna bakması karşılığında komşusuna servet bırakan anneler babalar. Yağma, evlere çöken Çetnikliler. “Bu topraklar size kalmayacak, lanetimiz üzerinize olsun!” “Giderken demişlerdi, Erzincan depreminde ölenler beddualar yüzünden öldüler.” Dönenler, Müslüman olanlar, sanki başka çareleri varmış gibi. Kaymakamlık yapanlar, daha da yükselecekleri zaman güvenlik soruşturmaları nedeniyle görevinden uzaklaştırılanlar, saçma sapan yerlere saçma sapan işleri yapmaları için tayin edilenler. Ermeni olduğunu askerde komutanların azarlarıyla öğrenenler. 1980’den sonra hızla yayılan kutuplaşmanın mozaiği paramparça etmesi. Müslümanların mevlüt pilavlarını, düğün yemeklerini yapan muhtediler, köksüzlükten kurtulmak için geniş ailelere evlilik yoluyla girenler, çoğalmak isteyenler, yüzünü seccadeden kaldırmayanlar. Güzel kızların Müslüman gençlerce kaçırılmaları. 1980’lere kadar Ordu’da, Amasya’da, Trabzon’da yaşayan Ermenilerin büyük şehirlere veya başka ülkelere göç etmeleri, neredeyse hiçbir Ermeni’nin kalmadığı kasabalar. Süryaniler, Yezidiler. Okul çıkışı etrafına yuvarlak çizilen çocuk, ayağıyla çemberi silerek Yezidi arkadaşını kurtaran bir başka çocuk. “Gitme”, “yürüyüş”. Yürümemek için Müslümanlarla evlenip hayatlarını kurtaranlar. Irkçılık yapan babasına Ermeni olduğunu hatırlatan Ermeni evlat. Ermeni Fırını diye bir yer, ateşe verilen Ermeniler. Kemikler, kafatasları, onlarca yıl sonra gelip kemikleri toplayan akrabalar, 1990’larda çukurları kapatan askerler, mağaraları kapatan insanlar. İnşaatlarda temel atılacakken ortaya çıkan kemikler, keşfedilen çocuk mezarı. Kürt dedenin mala çökmek için tecavüz ettiği nine, para suyunu çekince arazi. Ölürken kelime-i şehadet getirtmemeleri için torununu tembihleyen nine. Belediye başkanı baba, Kürt amcaların kılıç artığına oy vermemeleri için halkı örgütlemeye çalışmaları. Kan bağı olmamasına rağmen “hala” denen halalar. “Katliam” yok, “o günler” var. “Bizim nüfus kayıtları dedemden başlıyor. Dedemin babasının adı Abdullah olarak yazılmış. Annesininki Tire. Bu nüfusta Ermeni dönmeler için bir koddur. Ya Abdullar-Havva ya da Abdullah-Tire. Abdullah Allahın oğlu demektir.” (s. 63) 1915 tamam, 1895 İsyanı için kimsenin bir şey anlatmaması, ne Ermeni çevrelerin ne Türklerin. Yurt dışına çağrılanların kısa süreliğine gitmeleri veya hiç gidememeleri, aile baskısı, evlat hasreti. Ortadoğu’da Ermeni mahallelerine giderken Türkçe konuşulmamasının salık verilmesi. Zengin olanlar Batı’ya, yoksul olanlar Ortadoğu’ya. Kardeşlerine, annesine, babasına ne olduğunu bilmeyen nineler, dedeler. Dağlara kaçan Ermeniler, onlara yemek götüren Türkler, Kürtler. İhbarlar, dağdan indirilenlerin boğazlarının kesilmesi. Kimliklerini öğrenince din konusunu baştan düşünen aileler, Hıristiyanlığı tercih edenler. Mutlu mesut yaşarlarken bu din mevzusunun duyulmasıyla kapıya atılan taşlar, yüz çeviren komşular. Nüfus cüzdanındaki ibareyi değiştirmekten korkmak, işsizlikten ürkmek. Kayıp kütükler, boş kütükler. Kendinden sekiz yaş büyük ninemle evlenen dedem, evlendirilen? Avrupa’daki suikastlarla ilgili konuşulurken yapılanların yanlış olduğunu söyleyen Ermeni’yi burnunun ucuyla gösterenler, “onlardan” olduğunu söyleyenler. Öldürme planları yapan komşulara olmayacak iyiliklerin yapılması. Kimi yerde halkın, kimi yerde askerin “yapması”. Ermeni kimliğinden dönüş yapanların Ermenilerden korkup başka yere göçmeleri o zamanlar. “Benim yaşadığım bölgede, örneğin Van’da Bitlis’te Muş’ta, karşılıklı olarak kırımlar yaşanmış dönemsel olarak. Tabii Osmanlı’nın o dönemlerinde bu bölgede ‘Ben Türk’üm,’ diyen pek kimse yok. Yani buraların yerli halkı mevcut belge ve bilgilere göre ya Kürt’tür ya Ermeni’dir.” (s. 84) Amerika’dan gelen kardeşler, Amerika’ya gitmeyen, askerin yanına gömülmek isteyen nine. O asker seviş, çok iyi davranmış, korumuş, onun yanına gömülmek istiyormuş, ağlıyormuş anlatırken. Eşinin yanına değil, askerin yanına gömülmek istediğini. Bilinmiyor tabii asker kim, subay mıdır er midir, sonuçta eşinin değil de oğlunun yattığı yere gömülüyor. Öldürülen çocuklarını taşıyan anneler. Yüz on yaşına kadar konuşmayanlar, konuşmadan ölenler. “Çok çocuk da kurtarmış bizim dedelerimiz. Komşusunun çocuğunu almış ağaç kovuğuna saklamış, almış ‘Benim çocuğum,’ demiş, varolan çocukların içine katmış. Birkaç aileyi de aile olarak saklamışlar. Hem anne, hem baba Ermeni olarak kalanlar var. Mesela biri kız çocuğu saklamıştır, diğeri erkek çocuğu saklamıştır, sonra bunlar evlenmiştir.” (s. 94) Cuma günü Ermenilerin toplanıp bütün Müslümanları öldüreceği söylentisi. Galeyana gelen güruh. Türk halkına yapılabilecek en iyi şey olarak meselelerin tartışılması, sessizliğe mahkum edilmemesi. Ölümünden birkaç saat önce kendisini evine götürmesini torunundan isteyen nine. Ninesinin mezarının üzerine “Vartanuş” yazan yeğenine ağzını yüzünü kıracak bir tokat patlatan hala. “Kürtler Ermenilerden hiç bahsetmezler. Hiç kendi içimizde konuşmayız. Fakat mesela eski hikâyeler anlatıldığı zaman ‘Ermeniler vardı,’ deniyor. Yani varlıklarını kabul ediyorlar ama hani ‘Nerdeler, ne oldu?’ diye kimse sorgulamıyor.” (s. 134) Utanç. Özür. Utanç.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!