Nermi Uygur – İnsan Açısından Edebiyat

Önsözlerinde Uygur’un dedikleri: edebiyata dair mesnetsiz görüşler, aldatıcı önyargılar artıyor, araştırıcılar uygarlık tarihinden, toplum uzmanlığından, dilbilimden faydalanarak çözümlemeye girişmeli. Edebiyat yazarları -Uygur’un kastı daha çok eleştirmenler sanıyorum- işlerini iyi yapmalılar zira herkes kendi uğraşı alanının başsorumlusu. Çepeçevre bir edebiyat kuramının yolunda birtakım çözümleme denemelerine girdiğini söylüyor Uygur, onun uğraşı bu zira yazar olduğuna göre buraya özellikle bakması gerekiyor. Kurmaca yazarlarının neye bakmaları gerekiyor, değişir, öncelikle bilinmeyeni eşelemeleri gerekiyor. Bence. Tedirginlikten kafayı yiyecekleri alanlarda dolanmaları gerekiyor, giderek uzaklaşmaları gerekiyor bildiklerinden, kör uçuşundan çekinmemeleri gerekiyor ki sene 2025, hâlâ Orhan Kemal’inkilerden falan hallice öyküler yazmasınlar. Yazıldı onlar, aynıları yazıldı, benzerleri yazıldı, yazıldı da yazıldı, periferinin iteleyebileceği bir ortam da yok artık, sayfayı çevirirken kafaya sıkma isteği doğmamalı. Neyse, “Edebiyatın Yeri”nde kurmacayla kurgu dışı arasındaki çizgi söz konusu, tabii böyle bir şey varsa. “Salt denge konusunu işleyen bir yazıyı edebiyat yazısı saymamak çılgınlık bence. Konuca sınırlanamaz edebiyat; yazısına sokamayacağı hiçbirşey yok edebiyatçının.” (s. 13) Edebiyat çokgörünümlüdür, bilgisel içerik kurguya giydirilebilir ki denemeyle hikâyeyi tokuşturan yazarlar az değil. Kurmaca bir şey öğretse kurmacalığından yitirmez lakin bunun için anlatıcının “bu yazıların dışında” kalması önemlidir. Buraya kadar anlattıklarından çıkan şu ki Uygur aslında kurmacanın ögelerine bakıyor, ögelerin özelliklerine daha doğrusu, anlatıcının hikâyeye, karakterlere göre konumlanışının biçimleri, yazarın yaşamının metnine mesafesi, kısacası teorileştirilmiş bir alanın yarı sezgisel açımlaması mevzu. 1960’lar için yine eski ama yeni de, Uygur verdiği örneklerle, açımlama denemelerinin derinliğiyle, en önemlisi de üslubuyla çıkıyor öne. Anlatıcıyla ilgili özetidir: “Konuşucu olmayan, konuşucusunu kapsamayan bir edebiyat yazısı tasarlanamaz. Gelgelelim belki de hiçbir sayımın tüketemeyeceği bir çeşitlilikte ortaya çıkar edebiyat yapıtları. Öneminden birşey yitirmemekle birlikte konuşucunun belirginliği, etkenliği değişir herbirinde. Kimi yapıtta olanca gövdesiyle öndedir, kimi yapıttaysa bir köşecikte kalmayı yeğ tutar.” (s. 16)

“Biricik”, bir metni benzersiz kılanı arayıştır. Kanonun niteliği de söz konusu, hiçbir metin öncekilerden tamamen ayrışamaz, diğer yanda öncekilerin birebir kopyası olan metnin biricikliğinden bahsedilemez. Uygur metnin teknik anlamda çoğaltılmasından bahsederek basitleştiriyor mevzuyu bir yerde, tabii ki Edip Cansever’in kâğıda yazdığı bir şiiriyle matbaada basılanı aynı değildir yani, bir varlık özelliği yapıtın biricik olması. “Kendi-oluş” esas nokta sanıyorum, metin özgüldür, etki yönünden de böyledir, bir öncekinden etkilendiğini benzersiz bir biçimde sezdirirken ardıllarına izini bırakırsa o biriciktir işte, bunun yanında öncüllerine ihtiyaç duymaz anlaşılmak için, yalnız kendisiyle okurun varlığı yeterlidir, varlığını diğer yapıtlardan sağlamaz, onların ötesinde yer alır. İki yapıt mantıkça birbirini tamamlıyorsa, yazarla metin arasında koşutlukların kurulması gerekiyorsa özgüllük zarar görür, bunun yanında etkileşimler metinlerin müstakil yapılarından yola çıkarak bulunabilir, sorun değil. “Varolma alanı” diyor Uygur, dil-edebiyat sürecinde yapıtın bağlamı önemlidir. “Çağ çağ, ulus ulus genişleyerek dünya edebiyatının durgusuz duraksız sürecine katılır her edebiyat ürünü. Bu bağlamda yeri olmayan yapıt edebiyat yapıtı sayılmaz. Varlık-dokusu bakımından mantıksal bir bağlam gözüyle bakamayız ama bu bağlama. Tarihsel bir bağlamdır bu. Bütün tarihsel bağlamlar gibi geçmişten geleceğe doğru değişirken hiçbir ögesinin biricikliğini yitirmeyen, tam tersine tektek biricik yapıtlarla kurulan bir bağlam.” (s. 33)

“Yazarın İstediği” Eco’dan Barthes’a gider, metin ölmez de yazar ölür belki, yazar kendini metinde yaşatabilir, bu durumda yazarın yaşamını da bilmek gerekir ama her zaman öyle olmayabilir, mesela Hilmi Yavuz bir yazısında Behçet Necatigil’in yaşamını Necatigil’in şiirlerinden çekilip çıkarılabileceğini söyler, aynı şeyi Mehmet H. Doğan, kim için, şimdi bakmaya üşendim de biri için söylüyor anılarında, Turgut Uyar olabilir, sonuçta yazar istediği bir şey olduğu için yazar, ağırlığın dışta olduğu yazma istekleri de vardır, mesela bir haksızlığa dikkat çekmek için yazar insan, haksızlığa uğrayan kendisi olduğu için yazar, aslında birbirinden kopuk nedenler değildir bunlar da Uygur analiz ediyor uzun uzun, parçalara ayırıp inceliyor. Yazar neden yazdığını, ne yazdığını bilebilir ama okur için bu bir sağlama mıdır, okur bu tür verileri ne ölçüde önemsemelidir, su götüren tartışma. Aşırı yoruma merhaba, Uygur bir yerde öykünün satırları arasındaki boşlukları, giderek formu incelemeye başlıyor ve düşünüyor, yazarın niyeti midir o boşluklar? Eh, Tosuner’i düşününce tam öyledir, tek bir virgülü bile ayarlıdır onun, yerine oturtmak için uzun zaman düşündüğü olmuştur. Oturtmasa olur ama yazarın biricikliği olmaz bu kez, sırf tipografik kaygılar değil de konudan bahsedersek, eh, bir röportajında Miéville çağdaşları kadar başarılı olmadığını söylüyor politik meseleleri romanlarına yerleştirmede, örneğin Iain M. Banks ve MacLoad’ı bu bağlamda başarılı buluyor ama kendisini borazancıbaşı gibi görmekten korkuyor sanıyorum, bu görüşlerine rağmen bir de bakarız ki adını andığı yazarlardan çok daha başarılıdır, ideoloji kokmayan metinlerini ayıla bayıla okuruz. “Yapıtın kendisinde yorumlanan istekleri bırakıp, edebiyatça daha önemli olduğu gerekçesiyle yapıtı yaratanın kendisindeki isteklere atlamak, edebiyatça önemsiz bir uğraşıdır. Edebiyatta önemli olan yapıttır çünkü. Herşey ancak yapıttan ötürü önemlidir.” (s. 54) Knausgaard yapıtından ötürü Knausgaard’dur, romanlarından daha roman olmaya çalışması -varsa böyle bir niyeti, röportajlarına bakınız- okurun gözünde kıymet kazanmayabilir zira hiçbir yazar yazdığından daha yazı değildir.

Edebiyatla bilginin ilişkisi, kitabî bilginin. Bilimsel bilgi kurmaca metinlerde yer alır, bilimkurgularda acayip zamazingoların çalışma prensipleri anlatılabilir mesela, uzayı eğip büken motorların nasıl çalıştıklarına değinilebilir ama bilimin öngörebileceğinin ötesine geçilemez, nesnel bilgiden bahsediyorsak. Clarke uzay araştırmalarının fişeklendiği bir zamanda uzayla ilgili araştırmalar yaptığı için bir nevi, gelişmeleri yakından takip ettiğini ve romanlarında son bulguları kullandığını söylüyor röportajlarında, Asimov’un kurguları malum, kısacası bu konuda en şanslısı bilimkurgudur ama diğer türlerin bilgiyi taşıyamayacağı söylenemez. Vergilius toprağın nasıl ekilip sürüleceğini anlatır şiirlerinde, Çapek bahçelerde geçen bir yılı anlatırken botaniğe dair bir dünya bilgi verir, örnekler çoğaltılabilir de önemli olanı söyleyip geçeceğim: üslup yine. Bilgiyi verme biçimi. Uygur verdiği örneği Croce’nin “özel bir algı, sezgi olarak edebiyat” savına dayandırır, yani ne veriliyorsa verilsin edebî olan görülebiliyorsa o kuru bilginin ötesine geçer.

“Yığın Edebiyatı” deniyormuş o zamanlar, çoksatarlardan ibaret edebiyat. Basılı tekniğe bağlı, ilkel üretim ve tüketim ortamlarında barınamaz, kentlilere hitap eder. Sineması, radyosu vardır, biliyoruz. Uygur’a göre baskı teknolojisinin gelişmesiyle türemiştir, geçim koşullarındaki iyileştirmelerden doğan boş zamanların değerlendirilmesiyle yaygınlaşmıştır? İşçi sınıfı için pek geçerli değil sanıyorum, elbet etkilidir ama hedef kitle burjuva, işçi sınıfı sonra. Fabrikalarda işçilere kitap okuyan işçileri Manguel anlatıyordu okumanın tarihini incelediği metinde, öncelikler söz konusu olduğunda ilk ihtiyaç okumak değil ama sonradan teori kaslarını da geliştirecekler. Yığın edebiyatı her zaman gerici değil, atomlu robotlu olanları pek iyi, bilgilendirici. Kendi zamanının çoksatarlarından yola çıkıyor tabii Uygur, bilimkurgunun yükselişte olduğu dönemlerde çoksatarların arasına bilimkurguyu da koyuyor. Sonuçta çok okunan yazarlar illa bayağı olacak diye bir kural yok, metne bakmalı.

Edebiyata dair fikirler, okurun vazifesi, yazarın ne halt etmesi, hoş denemeler.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!