Adnan Özyalçıner’in sunuş yazısı: Kemal Özer’le daha önceden tanışıyorlar, Erdal Öz’le bir öykü vasıtasıyla tanışmışlar. Üniversitede karşılaşanlar: Onat Kutlar, Hilmi Yavuz, Ferit Öngören, Erdal Öz, Yılmaz Güney. Ülkü Tamer o zamanlar Robert Kolej öğrencisi, Özer, Özyalçıner, Önay Sözer, Ergin Günçe, Konur Ertop İstanbul Erkek Lisesi öğrencileri, Demir Özlü’yle Ferit Edgü yine lise yıllarının edebiyat matinelerinden tanışlar bu tayfayla, Doğan Hızlan mahalleden arkadaşı Konur Ertop’un vasıtasıyla oralarda, Edip Cansever’le Yusuf Atılgan da katılıyor bir ara kadroya. Selahattin Hilav var, Asım Bezirci var, Çınaraltı’nda toplanan grup 1950 kuşağının büyük bir kısmı. 1956’da ortaya para koyup a dergisini çıkarıyorlar, Demokrat Parti’nin siyasal baskılarının arttığı dönem edebiyatın yozlaşmışlığına, toplumcu gerçekçilikteki basmakalıpçılığa karşılar. Özyalçıner değiniyor bu mevzuya Özer’e yazdığı mektuplarda, olay temelli bir toplumculuk değil de eşitsizliğin kaynaklarını eşeleyen, derin bir anlatı onların aradığı, klasiğin dışında sisli biraz, Batı’dan esen rüzgârlara açık. 27 Mayıs’tan sonra Yaşar Nabi Nayır artık bunaltı edebiyatının bittiğini, apaydınlık, açık, anlaşılır bir edebiyat anlayışının yayılması gerektiğini söyleyince halt ettiğini düşünüyor bu grup, edebiyat -her ne kadar özlemle beklendiği anlaşılsa da- darbelerle, siyasi değişimlerle yönlendirilecek bir sanat değil, zaten derdin büyüğü olduğu gibi duruyor ortada. Askere gidenlere para lazım, Ardahan’ın bilmem neresinde yalnızlık çeken Kemal Özer miydi, bilmem nerede cep delik dolaşan Erdal Öz müydü, üç beş kitap satarlarsa ceplerine girecek parayı düşünüp birbirlerinden kitaplarını iade almalarını, satılanların parasını yollamalarını istiyorlar. Dergi mi çıkacak, Ankara’nın dağıtımını Erdal Öz üstleniyor mesela, Ankara’da çıkan dergiyi İstanbul’da Özyalçıner dağıtıyor, koşturuyorlar, kovalıyorlar, üçün beşin hesabını yapıp tutkularını diri tutmaya çalışıyorlar. Geçinmeye de çalışıyorlar tabii, parasızlık büyük sorunlara yol açmasa da mektuplara sinmiş, ayakta durmaya çalışan genç adamlar bunlar, haliyle bunaltıdan da bahsedecekler, gerçeküstücülüğe de toslayacaklar ister istemez, öyle aydınlık yarınlar gözükmüyor ufukta. Özyalçıner geçen yıl demişti, öykülerinde toplumcu gerçeklik kadar gerçeküstü de var, olmasa sıradanlığa boğulurdu öyküler, öncekilerin renksizliğini taşırdı. Dil açık ama anlam kapalı olabilir, burada Ataç’ın dil anlayışını nasıl sürdürdüklerini görebiliriz, Rilke’nin şiirlerinden ne kadar esinlendiklerini de. Mektuplaşmaya karar verdiklerinde edebî mektuplara kırmışlar çarkı, yaşamı ve sanatı iç içe geçirme çabasına, tam olarak 12 Mart öncesine kadar sürüyor bu mektuplaşmalar ki Yeni a‘nın çıkışına rastlıyor. İlkini 27 Mayıs’la birlikte kapatmışlardı, 12 Mart’ın sosyal hak ve kazanımları yıkıcı etkisi ülkeye kabus gibi çökünce tekrar. Kemal Özer’in Fahri Erdinç’le mektuplaşmaya başladığı döneme denk geliyor bu, anlaşıldığı kadarıyla Özyalçıner ve Özer 1960’larda TİP’in saflarına katılmışken 1970’ten itibaren Özer’i TKP’nin taraflarında görürüz, TYS’nin başkan seçimlerinde de aktif olarak rol alır, o sıra Erdinç’e yolladığı mektuplarda eski dostlarından hemen hiç bahsetmez. Tekrar çıkmaya başlayan dergiden de bahsetmediğine göre toplumsal çalkantılar yolları azıcık ayırmış, yazarların kendi gündemlerine yoğunlaşmaları dostluk bağlarını birazcık gevşetmiştir. Ölüm var elbet, Erdal Öz’ün hayatını kaybetmesinin ardından bir yazı kaleme alan Özer eski günleri anmış, yola birlikte çıktığı dostunu candan bir vedayla uğurlamıştır. Bu tayfadan ters düşen hemen hiç olmamıştır zaten, belki Hilmi Yavuz biraz erken kopmuştur, o kadar. Siyasi gerekçelerle değil de imece usulü çıkan dergilerin yükünü pek sırtlanmamaları nedeniyle Demir Özlü ve Ferit Edgü’ye üstü kapalı sitem ederler bir ara, matbaadır, yazı toplamadır, bunlara hiç karışmadıkları gibi maddi desteği de akıllarına esince verir bu iki yazar, haliyle iş güç mektuplarında yer almazlar. Edebî mektuplardan fazla “üç sattı beş aldı” mektupları ağırlıktadır, dergi işleri başka muhabbete pek yer bırakmaz, ne olursa olsun mutlaka ayakta tutmaya çalıştıkları dergiler için ceplerinden verdikleri yetmiyormuş gibi gelecekteki kazançlarını da ipotek ederler, örneğin satılan kitapların paralarını dergi için harcamak istediklerini belirtir yazarlar, çok büyük giderler olmadığı müddetçe. Örneğin evlenecektir Kemal Özer, para biriktirmektedir, özürler dileyerek katkıda bulunamayacağını söyler. İşçilik en ağırıdır, Erdal Öz bir zaman Ankara’da dergi çıkarmak istediğini söylediği zaman Adnan Özyalçıner işin zorluğunu uzun uzun anlatır, dostunun tam olarak nelerle uğraşacağını, kalem kalem giderleri izah eder. Kotarır gerçi Öz, Değişim‘i on iki sayı olsun çıkarmayı başarır 1960’ların başında. İlginçtir, manifesto mahiyetinde bir yazıyı derginin ilk sayısına koymaya karar verir, sonradan arkadaşlarına yazıyı yollayıp fikirlerini ister. Edip Cansever’le kim, Özyalçıner sanırım, Özer de olabilir, yazının konmasına karşı çıkarlar zira dergide asla yer almayacak isimlere yer vermek lüzumsuz bir ataktır. Başka açılardan da düşünürler, ne olursa olsun o yazarların yazılarını dergiye koymak gerekebilir bir gün, olur da kafalar ortaklaşırsa yazı yüzünden zorluklar çıkar da yola taş konur. Bugün Onurhan’la da konuştuk, herkes herkesin herkesten tanıdığı olduğu için de eleştiri küleştiri yürümüyor bizde, eleştirecek olan varsa da çekiniyor, meydan küçücük olduğu için illa çarpışıyor sanatçılar ve birbirlerini itekleyerek hep beraber yükselmeye çalışıyorlar. Nereye doğru yükselme, o muamma da pek az kişiyi tanımak eleştiri için sağlıklı bir hazır bulunuşluluk sağlıyor, iyi. En kaldırabilir görüneni bile kaldıramıyor eleştiriyi çünkü, husumet aramaya başlıyor, şahsi tecrübelerim kafama çakılı vaziyette. Neyse, sonuçta Öz o yazıyı koymuyor ve arkadaşlarına teşekkür ediyor, iyi ki etrafında aklıselim birileri var da uyarılarda bulunuyorlar. Koysa daha iyi miydi, gerçekten dile getirmek istiyorsa iyiydi. Mesela genç bir yazarken Yaşar Nabi Nayır’ın dergicilik anlayışını canavar gibi eleştiriyorlar, bir metninin reddedilmesinden sonra Yaşar Nabi’ye hitaben bir mektup yazıyor Öz, bu mektup Varlık‘ta yayımlanıyor, hemen ardından Yaşar Nabi’nin cevap niteliğindeki yazısı. Atışıyorlar biraz, sonra Erdal Öz’ün metnini dergiye koymaya karar veriyor Yaşar Nabi. Bu da bir ikilem, dostları öyküyü çekmesine dair bir şeyler saymışlar belli ki, oysa Öz öykünün yayımlanmasını istiyor zira Yaşar Nabi’nin fikrini değiştirdiğini gösterecek bu. Yıllardır eleştirilen, suya sabuna dokunmadan gemisini yürüttüğü için kendini başarılı gören, ödüllere kendi yazarlarını iteleyen adam yenildiğini gösteriyor böylece, Öz’e göre. Değişik, Özyalçıner dergide düzelti işleriyle uğraşacak bir süre sonra, Özer’se aşağı yukarı yirmi yıl sonra derginin genel yayın yönetmeni olacak ve tek şartının yerine getirilmesiyle karar mercii haline gelecek eserler konusunda. Bir zamanlar nasıl eleştirdiklerini görmek lazım, patır kütür.
Dönemin olaylarını görmek için okumalı, bir de matrak olayları. Can Yücel’le tanışmış Erdal Öz, tamamen kaş ve bıyıkmış Yücel, cebinden çıkardığı sümüklü mendili açarken çatır çutur çıkan seslere bir de hönkürmesi karışmış, çalılı çırpılı bir sesi varmış falan, İstanbul’daki arkadaşları mektubu okurlarken gülmüşler bayağı. İlhan Berk bir şiir veya yazı vermiş, Erdal Öz ikinci sayfaya koyunca küsmüş, konuşmamaya başlamışlar. “Ahmak herif” diyor mektupta Öz, bu kadar. Kurmaca anlayışlarıyla ilgili bir alıntıyla bitireyim, hunharca tavsiye edeyim bu kitabı. Özyalçıner diyor: “‘Karanlık dil, karmaşık dil, derken de yalnızlığı, boyuna tekrarlanan ‘yalnızım, yalnızlıktan patlıyorum’ şeklinde anlatmayı, karanlık’ı ‘karanlık’ kelimesiyle garip’i tuhaf’ı ‘tuhaf’ kelimesiyle karşılamanın yanlış olduğunu, çıkmazın ta kendisi olduğunu söylemek istiyorum. Öyle sanıyorum ki bizim uzaklaşmaya çalıştığımız, Edgü ile Demir’in de daha uzaklaşamadıkları, hâlâ direndikleri de budur. Karmaşık bir yaratık dediğimiz insanın karmaşıklığını öyle bile bile karıştırılmış, karartılmış cümlelerle vermek büsbütün yanlış oluyor elbet.’” (s. 59)
Cevap yaz