Fahri Erdinç’le Kemal Özer’in yıllara yayılan mektuplaşmaları daha çok haberler üzerine. Parti’nin kültür kolunda aktif olarak görev alan Erdinç çevrilecek pek çok şairi belirliyor, Bulgaristan’a gelen Türk yazarlarla Bulgar yazarları tanıştırıyor, Bulgaristan’daki edebiyat ateşesi adeta. İlgilisi Erdinç’in hayatını araştırabilir, ben kitabın orta yerinden girdim, doğrudan 1970’lerin sonuyla 1980’lerin başındaki edebiyat ortamının olaylarına odaklanacağım zira kimin hangi kitabı çıkmış da Bulgaristan’a gitmemiş, kimin nesi çevrilmiş de telif ücreti bilmem ne olacakmış, spesifik olarak dönemi araştıranlar dışında okuru cezbeden pek bir şey yok. Ha, bizde hangi dergilerde Doğu Bloku yazarlarının metinleri çıkıyor, kimler basıyor, burası ilginç. Özer’in TKP’den tanıdığı sanatçıların yanında şiir dostları da var, her ne kadar siyasi bağlamda yolları ayrılmışsa da iletişimi sürdürüyorlar. İlhan Berk ve tayfası hariç, onlar “İlhanberkgiller”, şiirin soyluluğunu bulandıranlar. Yaşar Nabi Nayır’ın vefatından sonra Varlık‘ın genel yayın yönetmenliğini yedi yıl boyunca sürdürür Özer, başta niyeti yoktur ama teklifi kabul eder. “Fazla para veremiyorlardı, iş durumum çözüme kavuşmuyordu. Ama yine de kabul ettim. Üç nedenden. Birincisi, ben kabul etmesem dergi bir soyutçunun, bireycinin elinde kalacaktı. İkincisi, benden dergi konusunda beklentiler vardı. Benim de yarım kalmış hazırlığım vardı. Kendimi sınamak, hem kendi gözümde, hem kamuoyunun gözünde başarılı olmak zorundaydım. Üçüncüsü, Varlık‘ta başarılı olursam, bu benim ileride yapacağım işlerde bir çeşit başarı belgesi, bonservis olacaktı. Yatırım yapacaktım yani.” (s. 347) Koşullu kabul: Özer derginin yayın çizgisini, yazı seçimini tümüyle üzerine almış, tek söz sahibi kendisi. Kâr edilecekse yayınevi beslenmeyecek, ücretler yükselecek, derginin sayfası artacak, baskı tekniği güzelleşecek falan. Merak ettim, o dönemden herhangi bir kaynağa denk gelmediğim için Özer’in dergiyi nasıl yönettiğini bilmiyorum ama çevresinin metinlerini dergiye yavaş yavaş yedirdiği anlaşılıyor, örneğin Özdemir İnce’nin yedi parçalık yazısı, bilmem kimin şiiri. Şükran Kurdakul’u kıyasıya eleştiriyor komitecilik konusunda, kendi çizgisini düşününce pek de ışık vermiyor ama bu veriyle sezgisel bilgime dayanarak konuşuyorum anca, kesin bir şey söyleyemem. Sanat Emeği, Militan falan olmazmış dergi -bir zahmet- de ilerici-demokrat çizgide uçabilirmiş, bunun için “yılların kalıklarını” temizlemek gerekmiş, kolaylıkla el ayak çektirmiş Özer. Kimlerdir, tepkiler ne olmuştur bilinmez. Varlık‘ın öncesinde dergiden dergiye koşturuyorlar, çeviri şiirlerin basılacağı yer bulmaya çalışırlarken pek çok sorun yaşıyor Özer. Demirtaş Ceyhun’un dergisi mesela, kısa süre çıkan bu dergide birkaç metin yayımlanmış da Rauf Mutluay’ın yazısı da çıkınca Ceyhun’la tartışmış Özer, nasıl burjuvalaşan birinin metnini basarmış Ceyhun? Okurlar ve derginin yazarları istemiş, Ceyhun sol görüşün kodamanlarına yer verirken kılıçlarını birbirine çeken cephelerin duyarlılıklarına dikkat etmiyor. İlginç tartışmalar var, okurun elinden öper. Balkan Şiiri Antolojisi basılacak mesela Türkiye’de, Bulgarlar Arnavutlarla aynı ciltte yer alacaklarını öğrenince karşı çıkmışlar, cilde üçüncü bir ülke katılınca sulh olunmuş. Tuhaf. Bizde her şey yolda düzülürken, bazen düzülemezken adamlar üç beş yıllık plan program yapıyorlar, Erdinç basılacak metinlerin programa alındığını haber ediyor mektuplarında. Müjdedir, komünist dünyanın sanatının bir parçası olanlar gönenirler. Dağılmaktadır gerçi o dünya, Erdinç’in çeviriler yapan yakını Elen’in İstanbul ziyareti şaşkına düşürür Özer’i, matrak. Genç bir kadın Elen, İstanbul’da zamanının çoğunu alışverişe ayırıyor, komünizmden bıktığını üstü kapalı biçimde söylüyor, tüketim toplumunun bir parçası olmak istediği açık. İdeal yoldaş değil, Özer hem üzülüyor hem de çıkışıyor biraz, Erdinç’i uyardığını da söyleyebiliriz ama Elen yamuk yapıp kızdırana kadar bağlarını koparmıyor Erdinç, sonrasında da çeviri olaylarını sürdürmesi için fişekliyor zira çevirmen yok, insan kaynağı az. Bu kısım dikkate değer, Özer şahit olduğu diğer olayları da anlatıyor: SSCB’den gelen yazarlar birliği bilmem nesinin temsilcisine bakır bir ocak hediye etmişler kocaman, adam ocağı evine götürmüş. Bir başkası otel masrafını kişisel masraf olarak göstermelerini istemiş, dönüşte cebe indireceğini çıtlatmış, bir başkası bilmem ne için para istemiş de yokmuş öyle bir ihtiyacı aslında, kısacası herkes cebini doldurmaya çalışıyormuş, çürüme yayılmış, Özer ne yapacağını bilemeyip hepsini yazıyor Erdinç’e. Dişe dokunur bir cevap almıyor, onun yerine mont istiyor Erdinç, ufak tefek eşya istiyor, ziyarete gelmek isteyen yazarlar için para talep ediyor. Ekonomik durum kötü, bir de ilaç mevzusu vardı ama aramaya üşendim şimdi, Bulgaristan’da belli bir ilaç zor bulunuyormuş o zamanlar. Ekonomik arka planda yüksek sesle dile getirilmeyen arızalar çok. Kitaplar gelip gidiyor, yanında içkiler gelip gidiyor, bu açıdan güzel işler dönüyor bir yandan. Gelip gitmiyor gerçi, Erdinç Avrupa’dan gelen şarapları falan ateşliyor bu yana. Kimler gidiyor, Adnan Özyalçıner’le Sennur Sezer sıklıkla gidiyorlar Bulgaristan’a, Ataol Behramoğlu gidiyor, Aziz Nesin birkaç kez gidiyor. Aziz Nesin’in yer aldığı bölümlerde Nâzım Hikmet’le ilgili tartışma ve Erdinç’in TYS üyeliği var daha çok. Nâzım Hikmet’in temizliğine dikkat etmediğine dair Aziz Nesin’in ve Zekeriya Sertel’in söylediklerine karşı tepki gösterenlerden ikisi Özer’le Erdinç, özellikle Erdinç ki Hikmet’in yakın arkadaşıdır, Nesin’e çıkışıyor. Memet Fuat’ın da yazısının olduğunu hatırlıyorum, Hikmet’le görüştüğü zamanlarda hiçbir kötü koku almadığını falan söylüyordu Fuat, boş boş tartışmalar gündemi meşgul etmiş kısacası. İkinci mesele Nesin’in üyeliğe karşı çıkması, Erdinç’in Bulgaristan’da kalması için hiçbir neden olmadığını, siyasi iklimin dönüş için uygun olduğunu, zaten gidişin de pek öyle aman aman sebeplerden olmadığını söylüyor Nesin, sonuçta Erdinç üyeliğe kabul ediliyor ama Nâzım Hikmet olayından ötürü araları kötüyken iyice kötülüyor. Gerçi Bulgaristan’da görüştükleri zaman konuşuyorlar bu konuyu, Erdinç kulağının üzerine yattığını söylese de sohbet derinleşince mevzu açılmış tabii, tatlıya bağlamışlar. Nesin TYS’nin başkanı oluyor sonradan, Kurdakul’u seçimde yeniyor, kendi ekibiyle geçiyor TYS’nin başına. Özer de o ekibin bir parçası, her ne kadar eleştirmediği kimse kalmasa da uzak durmuyor oluşumlardan. Şeytan Ayetleri‘nin içeride nasıl tartışıldığını merak ettim şimdi de, acaba kimler Nesin’e karşı çıktı da doğru düzgün basılamadı metin, neler yaşandı, kimler neler dedi? Birileri kesin yazmıştır, bulurum.
Son olarak Fethi Naci’yle Memet Fuat’ın eleştiriye küsüp başka işlerle uğraşmalarına yol açan görüşlerin bir kısmını alıntılayayım, en azından bir mevzu çözüldü benim için. “Tatarlı’yla konuşurken de ayırt etmiştim, Melih Cevdet’in bugün kaydığı yeri bilmiyordu. Bence eskiden adı sola çıkmış pek çok kişi, bugün sol kimliğinin sığınağı içinde düpedüz burjuvaziye şu ya da bu biçimde hizmet eder duruma düşmüştür. Bir de bunu bilerek yapanlar var. Toparlarsak şunu demek istiyorum, satın almalar belki her dönemde oldu. Ama bugün, çok daha ince yollardan gerçekleşiyor. Hatta o kadar ki, kimisi satın alındığını anlamıyor bile. Zaten bugün Türkiye’de de hiç kimse sola açıkça karşı çıkmıyor, faşistler dışında. Karşı çıkmaların çoğu, solun içinden birtakım ince yollarla oluşuyor. Nitekim faşistlerin karşı çıkışı etkili olmuyor ve burjuvazi, üst düzeyde bunlardan fazla bir şey beklemiyor. Fethi Naci gibi, Mehmet Doğan gibi, Memet Fuat gibi bir zamanların solcu eleştirmenleri bugün tek uğraş alanı olarak sol edebiyatın açmazlarını, tıpkı Aziz Nesin’in Nâzım’a yaptığı gibi, birtakım ‘gerçeklerin bilinmesi’ uğruna sergiliyorlar. Sofya’da tanıştığın Ataol Behramoğlu’nun yazdığı şiirler için Fethi Naci, ‘televizyondaki reklam cümlelerine benziyor’ demiş ve Politika gazetesindeki köşesinde alay etmişti. Burjuvazinin silâhları da inceliyor, gelişiyor.” (s. 52) Valla pek de haksız değilmiş Fethi Naci. Devam eden bölümde Metin Eloğlu’nun satın alındığını değil de 1954’ten sonra sola değer katamadığını söylüyor Özer, Mehmed Kemal şiirini bir adım ileri götürememiş, Rauf Mutluay burjuvazinin adamı olmuş falan, sıra dayağından geçiyor çoğu sanatçı.
Bir dönemin tarihini tutmuş Erdinç’le Özer, okunası.
Cevap yaz