Şemsa Yeğin – Hayal Molaları

Bu hayal molaları Şemsa Yeğin’in odasında dünya hakkında kurduğu hayallerden ibaret. Tek göz ev, herkes bir köşede işine gücüne bakıyor, Yeğin ders çalışırken ara verip olanla olabilecekleri yan yana getiriyor, sonra derse devam. Evde yapacak başka hiçbir şey yok, roman okuyup ders çalışarak geleceğini güzelleştirmeye çalışıyor ama hayat zor, hele öyle bir anne ve babayla. Osmaniye o zamanlar köylük, tepelerinde tek tük evler var, az ötesindeki Bakırköy’den oldukça farklı. Yeğin ailesi küçük bir evde yaşıyor, anne ev hanımı, baba bakkal. Potansiyeli kullanamamanın acısı sinmiş ailenin üstüne, babanın sağırlığı ve annenin anneliği olmasa çok şey başarabilirlermiş, olmamış. Aralarındaki aşk mektuplardan çıkamamış dışarı ya da çıktığını görecek kadarını hatırlamıyor Şemsa Yeğin, tek hatırladığı annenin sürekli beddua okuması, babasının sinirli halleri. Seviyorlar çocuklarını da, işte, hayatın karşısına dikilip de engellere kafa tutamadıkları için öfkeleri çocuklara patlıyor. Yıllar geçtikçe babayla daha iyi ilişkiler kuracak Şemsa, anne de kızının zekâsını takdir ederek sonsuz bir güven duymaya başlayacak, o zamana kadar eve tıkılı bir çocuğun hatıralarında neler bulabiliriz? Kese kâğıdı imalatından kazanılan üç, bakkaldan kazanılan beş kuruş, zengin amcanın gösteriş budalalıkları ve mahallenin evren kadar büyüklüğü. Komşuları, aileler arasındaki ilişkileri, o dünyayı şahane anlatıyor Yeğin, 1950’lerde İstanbul’daki küçük bir köyün yaşamını merak edenler mutlaka okumalı. 6-7 Eylül faciasından sonraki değişim dışında hemen hiçbir şey etkilemiyor köyü, herkes aynı günü yaşıyor ve geçip giden zamanı umursamıyor, her şey çok yavaş, ağır, dış dünyadan haber girmiyor köye. Radyo bile kaç yıl sonra geliyor da baba kulaklık almak yerine radyo alıp geliyor eve, anca öyle. Yeğin okula başladıktan sonra Bakırköy’ün kızlarının radyoyla ilgili konuşmalarına katılamadığı için üzülürken müzik yayınlarını dinlemeye başladıktan sonra nasıl seviniyor, o da sosyetik kızlardan biri artık. Değil tabii, yine de düşünüyor, zengin olduğu halde okumayan, merak etmeyen insanlar gerçekten zengin mi? Esas zenginliği çok küçük yaşlarda keşfettiği için bulduğu her kitabı okuyor, kendini geliştirmeye çalışıyor, ezberi biraz daha güçlü olsa Arnavutköy Kız Koleji’ne girmesi işten değil ama tarihten ikmale kaldığı için almıyorlar, o da İstanbul Kız Lisesi’ne gidiyor. İngilizcesi, matematiği çok iyi, ezber gerektirmeyen derslerde öğretmenlerin gözüne giriyor, üstelik ortaokuldaki öğrencilere ders vermeye başladığı için cebine girmeye başlayan parayla ailesine daha çok yardım edip istediği kitapları satın alabilir. Kardeşini evlendirmek için okulu bırakmasıysa talihsizlik, sonradan Bakırköy’deki bir lisede eğitimini sürdürecek ama ilk lisesindeki ortamı bulamayacak, gerçi arkadaşlıklar ömür boyu sürüyor, hoş.

Erkekler, karşı cinsle ilişkiler dönem romanı yazmak isteyenler için müthiş bir kaynak. Yolda yürürken ayağın dibine anahtar atmalar, her gün bir önceki istasyonda inip yüz vermeden yürümeler, bir sürü şey. Kafayı kaldırıp bir erkeğe bakmak yasak, muhabbet etmek hoş değil, bu durumda kaçak göçek görüşmeler yapılıyor tabii. Yeğin’in ilk âşık olduğu çocuk üniversite öğrencisi, adalarda tanışıyorlar ve çocuğun toyluğu yüzünden sürdüremiyorlar ilişkilerini, Yeğin hemen soğuyor. Aklında belli bir kadın, erkek, ilişki tipi var, Amerikalıların yaşamına özendiği için kalıbın dışına çıkmıyor pek. İkinci sevgili Pakistan’dan İjaz. Mektup arkadaşlığıyla başlayan ilişkileri ileri boyuta taşınınca çocuğun İstanbul’a gelmesini bekliyor Yeğin, rüya gibi günler geçiriyor. İjaz’ın ailesi zengin, oğullarını İngiltere’ye gönderiyorlar ama yapamıyor İjaz, eve döndüğü zaman da evlendiriveriyorlar hemen. Ne mektuplar, ne aşk! Yeğin çok üzülüyor ama hayat devam ediyor, hayhuya kapılıp gidiyor. Bir süre sonra gazetedeki bir habere takılıyor gözü, Konya civarında kaza yapan bir araçta ölenlerden biri İjaz. İstanbul’a gelmiş, Yeğin’i aramış ama Yeğin o sırada başka yerde, bulamayınca muhtemelen dönüş yoluna koyulmuş. Çektiği acıyı tarif edemiyor Yeğin, gerçi çoğu travmatik anıyı dile getirmiyor ki o ağırlığı tekrar duymasın. Oğullarından birinin ölümünü alelade bir cümlede geçiriyor, annesinin babası tarafından yaralanmasını da öyle. Kendisi de diyor zaten, bazı şeyleri anlatmak çok güç, dile gelmeyen acılar var. Buruk bir tatlılığı var gerçi İjaz’la yaşadıklarının, özellikle kırk yıl sonrasında. Bir gün İjaz’ın ailesinden henüz vefat etmemiş olanlar Yeğin’e ulaşıyorlar, ailede efsane gibi dilden dile dolanan hikâyedeki kızla tanışmak istiyorlar. Yeğin atlayıp gidiyor, zamanında İstanbul’da gezdirdiği İjaz’ın babası çoktan vefat etmiş ama çocuklar duruyor, tabii koca adam olmuşlar artık. Fotoğrafları var, çok güzel bir buluşmaymış gerçekten. Üçüncü adamımız Harvey her şeyin, Yeğin’in maceralı yaşamının sebebi. Yeğin havalimanında çalışıyor bir dönem, kitap satarken raftakileri de okuduğu sırada adamın teki gelip dergi istiyor. Birkaç gün sonra tekrar geliyor, bu kez tanışıyorlar ve Yeğin buluşma teklifine karşı çıkıyor önce, nişanlanmadan buluşamayacaklarını söylüyor! O zamanın dünyası toplumu kıskıvrak kontrol etmede mahir, özellikle kadınları. Roman okuyan kadın âşıktır, âşık kadın tehlikelidir, hemen baş göz edilmelidir, kadınlar sevemezler, ailelerinin sözünden çıkamazlar, istedikleri yere gidemezler, böyle bir dünya sözlü kural. Nişanlanma isteği şaşırtmamalı yani, Yeğin yirmi yaşına gelmiş artık, kitaplarla tanıdığı dünyayı keşfetmek istiyor ama ailesinden kopamıyor bir türlü, Harvey’ye sığınmak zorunda. Evleniyorlar ve evlenir evlenmez Harvey’nin soğukluğu başlıyor. Gerçi anladığımız kadarıyla flört döneminde de varmış o soğukluk ama Yeğin standardını düşük tutmuş belli ki, tersliğin farkında olduğu satır aralarından anlaşılıyor. Neyse, metnin geri kalanı neredeyse tamamen Harvey’yle geçen günlerden ibaret. Önce ABD’ye gidiyorlar, Harvey’nin ailesiyle tanışan Yeğin başlarda mutluysa da eşinin babası Haskell’da da psikolojik problemler olduğunu seziyor, sanki anne Lidia eşinin aklını başında tutuyormuş gibi bir durum var. Sonradan ortaya çıkacak ki eşini “kontrol eden” Lidia oğluna da aynı tarifeden bağlandığı için Harvey’nin durumundan sorumlu. Sırayla gidelim gerçi, Yeğin de pek bozmuyor sırayı, yabancılara İngilizce öğreten Harvey bu sebeple İstanbul’a gelip giderken yeni bir iş bulmak zorunda artık, sözleşmesi sona erdiği için Türkiye’ye dönemezler. Kongo’ya gidiyorlar! İki yılda yaşadıkları çok ilginç, o toprakların kültürü, gelenekleri iyi de yaşam bir o kadar zor, doğru düzgün yiyecek bir şey bulmak sıkıntı, siyahlarla beyazlar arasındaki ilişkiler ayrı bir dünya. Yeğin orada Hıfzı Topuz’la karşılaşıyor ve iki üç kez düzenlenen toplaşmalar dışında görüşmüyorlar bir daha. Harvey iyice kötüleşiyor, okulu boşlamaya başlıyor ve kâğıt okuma işleri Yeğin’e kalıyor. Sonraları çok daha fazlasını yapıp hemen hiç şikayet etmeyecek Yeğin, eşine duyduğu yarım yamalak sevgi biterken sorumluluk duygusuyla aileyi çekip çevirmeye çalışacak, annesinin yaptığı gibi. Yüzme hocası Felix’in kendisini öptüğünü söylediği zaman hiçbir tepki vermeyen Harvey daha sonra ABD’ye dönüp Kanada’ya doğru yola çıktıklarında iyice tepkisizleşecek, okulda iki çocuğu judo numaralarıyla yere fırlattığı ve derslerde hayalet gibi gezindiği için sözleşmesi yenilenmeyecek. Kanada günleri de ayrı güzel, kar kış kıyamet ortasında sıcacık bir evin kıymetinden bahsediyor Yeğin, doğan çocuklarına duyduğu sevgi her şeyi katlanılır kılıyor. Eşinin doktoruyla yakınlaşması el ele tutuşmaktan öteye geçmese de anılmaya değer bir, ney, kaçış diyeyim.

Türkiye günleri. Amerikan Kız Koleji’nde öğretmen olarak çalışmaya başlayan Harvey bir süre sonra hastaneye kaldırılacak ve ipler tamamen kopacak. Sancılı günlerden sonra ailesi Harvey’nin bakımını üstlenip Yeğin’i özgür bırakacaklar bir anlamda, kalmasını isteseler de kadını zorlamayacaklar. Yeğin Türkiye’ye döndükten sonra çevirilerle ve gazete yazılarıyla uğraşacak. Bu kitap 2013’te basılmış, Yeğin’i 2015’te kaybetmişiz, keşke edebiyat anılarını da yazsaymış diye bencilce bir istek doğuyor metni okurken. Müthiş bir yaşam gerçi, bunca şey olup bittiğinde Yeğin’in yirmi dört yaşında olmasını aklım almadı bir süre, o kadar kısa süreye ne geniş bir yaşantı!

Bir dönemin fotoğrafı, üç kıtadan yaşam manzaraları. Şahane bir anı kitabı bu, Çevirmen Şemsa Yeğin’in kişisel serüveni okunmalı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!