1996 Yunus Nadi Öykü Ödülü Mekruh Kadınlar Mezarlığı‘na verilmiş. Yaşar Kemal’den aşina olduğumuz dilden, deyişlerden, yerellikten başka bir duyarlılık var bu öykülerde, kırsalda yaşayan kadınların erkle boğuşmaları capcanlı. Kutlu feminist yazını kentin dışından, Anadolu’nun acı hikâyelerinden besleyerek genişletiyor, birkaç öyküsü kentin bunaltısından doğsa da ağırlık toprakla uğraşan kadınlarda. “Bir Varmış…”ın başında epigraf niyetine yazılmış üç satır var, diğer öykülerdeki kadınları da kapsar: “Kafdağı’ndan kopmuş / kadınlardır onlar… / Ve toprak olmuşlardır.” (s. 9) Bahubike’nin hikâyesi göçle başlar, on dokuz yaşında Ebubekir’e kaçtıktan sonra savaş çıkar, Kafkasya karışır ve Tevek kıyılarından Osmanlı illerine erişip Uzunyayla’ya yerleşirler. Bahubike göç ederken “yüklüdür”, ayrıca yaman bir gelindir, elinden her iş gelir, çocuğunu da düşürmeden yeni yurduna alışmaya çalışır. Üsluba örnek: “Mal, mülk, hayvan, savan, yaygı, sandık, anmalık, arkadaş, taydaş, akraba, ata ve emek… Hepsi talaz gibi savruldu, verildi rûzigâra ama alışkanlıklarıyla törelerini taşımışlardı gönüllerinde.” (s. 10) Bahubike erkek doğurur, istese bir gün yatar veya döşüne altın, koluna elmas bekler ama zor şartlarda yaşarlar zaten, bir tek “göçtük yerin kadrini konduk yerde içten içe anar”. Yoksulluk çekilir gibi değilse de ikinci oğlan gelir, ardından Seteney doğar. Ebubekir sevinçten uçar, dünya güzeli çocuğuna bakmaya doyamaz ama felakettir, sel basar, hayvanlar, insanlar, Ebubekir sele kapılıp ölürler. Mezar büyük kazılır, ölenler kardeşçesine kaynaşıp gitsinler diye topluca gömülürler. Yıllar geçer, büyük oğlan Ekber’e Mücevher’i, küçük oğlan Miktad’a Zübeydat’ı gelin seçer, tek düğünde evlendirir. Çok zaman geçmeden iki oğlan askere alınırlar, Yemen’de şehit düştükleri zaman geriye Seteney ve Ekber’in kızı Aybike kalır. Mücevher tekrar evlenince Aybike’yi Bahubike’ye bırakır ve ara ara çocuğuna hediyeler vermeye başlar. Kıskançlık doğar bundan, Seteney’in doğurduğu çocuklara yanaşmayan Bahubike diğer torununa, dolayısıyla oğullarına candan bağlıdır, bir bayram günü onca gerginlik ayyuka çıkınca kızının ve gelinlerinin arasını bulmaya çalışır, merhametin insandaki enginliğini ortaya çıkarır. Finalde eşinin mezarına koşması alelade bir son gibi gelir, belki öyledir ama kırgınlık ortadan kalkmış, kadınlar onmuştur artık, çok sevdiği eşinin yanında ölüme yatabilir Bahubike. Diğer öykülere göre kısa bir öykü bu, iyi kotarılmış, çatılan anlatı temeline göre sonu biraz aceleye gelmişse de başarılı. “Mekruh Kadınlar Mezarlığı” çok daha iyi, anlatılan zamanda ileri gidip gelmeler, anlatıcı değişimi, kadınların çaresizliği, güruhun acımasızlığı müthiş vurucu. Ölmek üzere olan Ayşad Bahu’ya seslenen birinin peşindeyiz önce, “köyün huysuzu”nu toprağa gömmeyi bekleyen birinin sesi bu, yaşlı kadının yaydığı huzursuzluğun sebebini söylemez de mesnetsizmiş gibi görünen öfkesini haklı çıkarmaya çalışır. Başka bir anlatıcı daha uzaktan bakarak anlatmaya başlar sonra, ilkinin adının Hamit olduğunu söyler. Ayşad Bahu’nun torunuyla evli Hamit’in derdi yavaş yavaş ortaya çıkar, soluğu hiçbir şeye yetmeyen adamın gidip tek başına derin bir çukur açtığını görürüz, hatta kadının üzerine attığı toprakları hayal ettiğini de görürüz, kinle yanıp durur Hamit. Sebep iki nesil önceye dayanır, gizli düşmanlığın tohumları Ayşad Bahu’nun gençliğinde atılmıştır. Hamit, Şahid’in torunudur, Şahid kız kardeşi Hediye’yi namussuzluk yaptığı için öldürmüştür, Ayşad Bahu cinayeti engelleyemediği için yıllardır dövünmekten alamaz kendini. Ölümü yattığı odanın kapısından girdiği zaman bilinci, geçmişi açılır, aynı zamanda hikâye de ansızın genişler ve herhangi bir keskin geçiş olmadan o acı güne dönüveririz. Şahid’i kahvede doldururlar, namusunu kurtarması için erkekler eline silah tutuştururlar ve hep beraber yola çıkarlar. Hediye tiyatoracılarla eğlenir, eski müdürle zaman geçirir ama güruhun gözündeki namussuzlukla uzaktan yakından alakası yoktur. Ne olur, devletin memurunu bir temiz döverler, tiyatoracı bir kadına tecavüz ederlerken Ayşad Bahu gelip kadını kurtarır, Hediye’yi öldüren Şahid’e eli varmaz ama beddualarıyla kulakları bir, hatta birkaç ömür çınlatır. Hediye’nin cenazesi kalkmaz, mekruh kadını gömecek bir yer bulunamadığı için tepelerden birine götürürler. Mekruh Kadınlar Mezarlığı’dır artık orası, Ayşad Banu ölmeden önce oraya gömülmek istediğini söylemiştir, Hamit dedelerinin zamanında yaşanan bir olay için yaşlı kadının güttüğü kinden rahatsızdır ama Şahid’i getirir akla, yapacağı bir şey yok. Kapkara bir öykü, erkekliğin kendi normları üzerinde kadınların öldürülmesi pahasına meşrulaştırılması. Korkunç.
“Süsen Gitti” ne öyküdür, anlatıya ne uyumlu dildir! “Evimiz her yana uzaktır ama, dedemgile, halamgile, emmimgile yakındır. Bu komda bizden başkası yoktur. Dedem huysuz olduğundan böyle uzaklara gelmiş, çocuklarını da yanıbaşına almıştır. Komumuzun ikinci reisi amcam değil, bibimdir. O babama, emmime, halama analık yapmış değildir. Hiç ana olmamıştır.” (s. 59) Böyle gidiyor, sürekli geniş zamanla çekimlenen eylemler hem o topoğrafyayı köşeliyor hem de anlatıcı sanki bir soruşturmaya girmiş de resmiyetten uzaklaşmamaya çalışıyormuş gibi hissettiriyor, şahane. Başka bir anlatıcı daha var, arada derede ortaya çıkarak daha uzaktan bir bakış açısı sunarak olayları özetliyor veya açıklıyor, iki anlatıcı uyumlu, anlatı zengin. Olay şu: Komda yaşayan iki ailenin kanlıları var, mekânı basıp ilk anlatıcının, çocuğun akrabalarını öldürüyorlar. Jandarmalar gelince çocuğun babasının asker kaçağı olduğu ortaya çıkıyor, karga tulumba döve döve götürüyorlar adamı. Çocuk akıl sağlığını kaybedince doğayla hemhal oluyor yavaş yavaş, üfürülmedik yanı kalmıyor. Cin girdiğini düşünüyorlar kızın içine, baskını yapanlar silahlarıyla birlikte cinleriyle de saldırmış mıdır? Şuraya da geleyim, öykünün tek falsosu küçük kızın gayet görmüş geçirmiş biri gibi sözler söylemesi midir? Kızın konuşmasından sonra: “Anam o zaman daha da çok korkmuştur. Böyle bir şey olmazdır. Ama olmuştur.” (s. 69) Olur, baba izne gelir, kız iyileşir gibi olurken izin biter, baba yine yok. Düşmeler kalkmalar, amanlar imdatlar, baba temelli dönünce bu kez kızının hacıyla hocayla onmayacağını anlar ve hayvanları satmaya karar verir, o zaman artık Erzurum mu, Ankara mı, neresi olursa bir yere gidip doktora göstermeyi düşünür kızı. Bu şehirler olmasa olayların Kaf Dağı eteklerinde gerçekleştiğini düşünebilirdik bu arada, öylesi bir zamansızlık, mekânsızlık var öyküde. Masalsı atmosfer Kutlu’dan sorulurmuş, okuyunca bildim. Lakin sonda yine bir, ne diyeyim, anlatılanın öncesiyle uyuşmayan bir çıkış yolu, çözüm. Kız ata atlayıp gitmiştir, onca beklediği babasını arkada bırakarak bilinmeyene doğru yol almaya başlamıştır. Babanın yokluğunun açtığı yara, dönüşünün verdiği sevinç silikleşti hemen, anlatı bambaşka bir yere kayarak sonlandı. Çok daha iyisi mümkündü, bu hali burdu öyküyü.
Son bir öykü daha: “Mercan’a Güzelleme”. Kitaptaki en uzun öykülerden biridir, kırsalla kenti kaynaştırma biçimi dikkate değer. Mercan Anadolu inançlarıyla yoğurulmuştur denebilir, cinsiyeti, huyu ritik eylemlerle belirlenir. Mercan doğar, annesi ölür, babasıyla bir başına yaşar. Büyüdükçe güzelleşir, öyle ki köydeki ve civardaki erkekler onun evine görücüler gönderirler, bahçesine hediyeler atarlar, çeşmesine çiçekler bırakırlar, o coğrafyada bir erkek bir kadına beğenisini nasıl gösterirse öyle davranırlar. Kutlu’nun sunduğu hazine burada zirveye ulaşır, şiir öyküde açığa çıkar, adetler kadim inançları bilmeyene zevk verir. Ne olur, Mercan büyür, babası da ölünce en sonunda şehirli, yaşlı bir adamın kuması olarak yeni evine gider. Adam iyidir, diğer iki kadın da iyidir, kıza iyi bakarlar kısacası. Eh, bu sefer de şehir karışır, Mercan’a göz koyan fotoğrafçı yaşlı adama saygı duysa da kızı rahat bırakmaz, en sonunda evlerine girerek bir fenalık yapmayı düşünür ama yaşlı adam uyanır, olacakları görür, fotoğrafçıyı bıçaklar. Ne yapacaklar, dördü birden adamdan kurtulup büyüyü tamamlayacaklar. Adamın çocuğu olmadığı için fotoğrafçıyı kurban olarak görürler, kanını akıtıp ritüeli tamamlarlar, Mercan dölün tuttuğunu hisseder. Dili olsun, olay örgüsü olsun, nesi varsa şahane bir öykü.
Bütün öyküleri başarılı bir kitap bu, Kutlu’yla tanışmak isteyenlere tavsiye ederim.
Cevap yaz