Afet Muhteremoğlu (Ilgaz) – Ölü Bir Kadın Yazar

Otuz yıllık seyir var bu kitapta, Ilgaz’ın öykücülüğündeki üç dönem toplanmış. Hoş konsept, sesi soluğu birbirine benzeyen öykülerin toplandığı kitaplardan çok daha iyidir. Yarımcık öyküler değil üstelik, zamanı gelince bir şey olması için kenara koyulanlardan değil de benzer duyarlılıkları taşıyan nitelikli metinlerden derleme. Türk Dili‘nde yayımlananlar karakterlerin sesiyle anlatıcının müstakil açıklamalarının ardışık ilerlediği yapıda, 1957-1959 arası yazarın öykü görgüsü öyle. “Sahur” ilk öykü, incelemeden önce Ilgaz’ın gençliğinde yaşadığı Kocamustafapaşa’nın atmosferinden çok etkilendiğini eklemeli, kendi deyişiyle “ruhunda oluşturduğu düğümlerin çözülmesi” öykülerinde başlı başına uğraş. Yaşamında uçları bir arada tutmaya çalıştığı görülebilir, Ilgaz’da ilgimi çeken bu çaba, çabanın ardındaki emek. Sarf tamam, bunun yanında sıkı da bir estetik kaygı var ki öykülerin ışığı asıl bundan beslenir. Ola ki öykünün orasında burasında şar şar yansıması gereken temel kaynaktır, günümüzün öyküsünde hemen hiç rastlanmayan, Ilgaz’da hayli hayli vardır. Anlatıcısına taşır, evin ruhunda görünür kılar. “İnsanın küçük duygulanmalarla, gelip geçiciliklerle, rahat yaşamalarla alışverişinin olmadığı, kendini Tanrı’ya en yakın bulduğu ve bunu şimdilik gizlediği yaşlardayım.” (s. 7) Yengesi uyandırır bir sahur zamanı, “çok mutlu ve tutsak” bir kadın, evi çekip çevirmesinin mutlu olması için yettiği, mutluluğunun ve tutsaklığının farkında. Roller benimsenmiş, on yedi yaşından beklenen tebessümü, inceliği gösteriyor anlatıcı, homurdanmayacak ama sahura da kalkmayacak, istemiyor, kalkmadan tutabilir. Dayının sesi mutfaktan geliyor, ona açlık derlermiş, oruç değil. Çatışma piyasaya çıkıyor bu sahneyle, dayının inançsızlığıyla dünyanın inancı arasında çatlaklarla dolu sınır görünür. “Şimdiye kadar, bunu hiç açıklamadı ama söylemek istediğini ben sezdim. İnançsızlığını herkesten saklamakta haklı. Ona, cezası bulunmayacak bir suç işlemiş gibi bakacaklar. Benim dayanamadığım, kabul edemediğim o değil. İnançsızlığını -ona ne kadar kolay sahip olmuşsa da- önemli bulurum. Ben, bundan doğmuş inancını bir miktar yağa bağladığı için karşı geliyorum bir bakıma.” (s. 8) Rahatlık yani, hem bedensel hem düşünsel tembellik, anlatıcının kabul edemediği başka bir şey de dayının “kolay” yargılarına suç ortağı araması. E, teravihe de gitmiyor sahura kalkmasına rağmen, zorunlu eylemleri tamamlamıyor, başkaları gibi olmamaya karar verdiğinde rahatını da bozmamış tümden kopmayarak, anlatıcı eskimiş şüphelerden daha fazlasını düşünemediği için de karşı dayısına. Emin ki gençliğinde duysaydı o aşkı, gönül vereceği kadın için kasideler ezberlerdi, daha neler neler. “Osmanlı kadınının güzelliğini taklide kalkardın. Sultanahmet’te, Kocamustafapaşa’da, Süleymaniye’de, Üsküdar’da kafesli pancurlu, duvarlarını otlar sarmış koyu yüzlü ahşap evleri gizlice benimser, günlerini o evlerde, onunla yaşardın.” (s. 11) Rabia Hanım’ın vaazlarından aklında ne kaldıysa sayıyor böyle anlatıcı, dayı öyle ilahî bir kuvveti toptan reddetmediğini, sadece “ıvırını zıvırını” benimsemediğini söylüyor. Yaşama şeklinin eleştirisiyle geliyor dayı, yeğense inancın sirayet ettiği kültürel, sosyal değerleri öne çıkarıyor, kanıksanmış tartışmalar bu minvalde sürüp gidiyor. Enişteli bir öykü var, görüldüğü üzere aile içindeki dikenleri eşeliyor Ilgaz, dayılarla enişteleri, babalarla kardeşleri yan yana getirmeyi seviyor. Asker dayı ticaretten dünya para kazandığı için üniformayı bırakıyor, anlatıcının babasıyla zaman geçirmeye başlıyor. Babaya kitaplar vermiş zamanında, kendisi boşluğa düşünce baba yaşamsal tavrın yüceliğinden bahsedip hocalığı devralıyor, yolu yitirmişe bildiğini hatırlatmak istiyor aslında. Toplulukla ayrı düşmenin, tekrar ortaklaşabilme ihtimalinin irdelenmesi. “Herkes öyle yaptığı için bir yaşayışa şekil verdiğini söylemek; bedeniyle bu yaşayışın yollarında, duraklarında toza toprağa bulanmak; duygulanmalarının en zahmetsizlerini geliştirip öbürlerini varlığının kimbilir nerelerine savmak -yahut hiç bilmemek-; düşüncelerini, kendisinin düşmemesi, hiç değilse sendelememesi için kör değneği gibi öne katıp götürerek, yahut sürükleyerek benimsemek, ne kadar olağan görünüyorsa da o kadar korkunç bir düzendir.” (s. 39) Uyumlu bir çiftin temposunu yitirmesini duruma ablasının tarafından bakarak inceler anlatıcı, kadının umutsuzluğa sürüklendiği noktada erkeğin yaşamla kuracağı yeni bağların gecikmesi alttan alta yükselen huzursuzluğu göz önüne çıkarır da somut olayların görünürlüğündense çatışmanın psikolojik sebepleri üzerinde duran Ilgaz bu bölümün diğer öykülerinde olduğu gibi ilişkilerin, uyumun dengesini sağlayan ögelerini belirlemeye çalışır.

1974-1976, Türk Dili ve Yansıma. “Hamam”la birlikte çevrenin inşasına özen başlıyor, karakterden önce mekân, toplum kuruluyor, ardından karakter deviniyor. Hamama geleceğiz de mahallenin doğası önce: kent merkezinde yaşayan kadınlarla çeperdekilere gelesiye mobilyacıları, tuhafiyecileri, ot bitmiş sokakları ve eskimiş evleri gördük, sonra çözümlemeler. “Bütün semtler kadınlarının giysi, pabuç, çizme, saç biçimi, yüz boyama biçimlerinin esintileri buralarda duyulmaktadır gitgide yoğunlaşan ağırlıkla. Televizyonlar, filmler, magazin gazete ve dergiler eğilimleri beslemektedir. Düşünce biçimleri değişmiştir. Sevginin, aşkın, özgeçinin, mutluluğun, evliliğin tanımı ve içeriği değişmiştir.” (s. 74) Kadınların hamamda sigara tüttürmeleri yenidir, muhabbetlerin konuları yenidir, değişmeyenlerle değişenlerin birlikte yaşama deneyimlerinden arıza çıkmaz. Hamamın sahibi patronluğa soyunmamıştır, müşterilerine karşı saygılıdır ama düzenin bozulmasını istemez, çalışanlarına müşterilerin çamaşır yıkamamaları için ellerinden geleni yapmasını söyler. Dedikodu, aşağılama hemen hemen bütün kadınların iştirak ettiğidir, bu yüzden odağa alınacak yaşlı kadının başına ekşirler, kızının durumunu üstü kapalı olarak ayıplarlar. Bence -biraz göze sokulmasına rağmen- şahane bir son, kadının gözlerinden yaşlar gelmeye başlayınca bir türkü, acılı bir ezgi, bütün kadınlar susup türküyü dinlerler. Sataşmalar anında kesilir, gözler dolar, üzüntü paylaşılır. “Paralı Yatılılar”la birlikte dağılan ailelerin çocukları ön plana çıkmaya başlar, özellikle üçüncü bölümün öykülerinde ayrılıklar, sevgisizlikler sık görülür. Çocuklarından kopmak istemeyen, kopmaktan başka çaresi de olmayan bir annenin çocuklarını okula bırakmasının hikâyesi bu, geriye dönüşlerle birlikte babanın evden ayrılışının, annenin elinde kalan az buçuk parayla ne yapacağını bilememesinin hikâyesi. Yatakhanede yastıklar eskidir, hademe yeni yastık kılıfı getirebileceğini, her işi görebileceğini söylerken sırıtır. Beş lira vardır annenin cebinde, hademenin beklentisini karşılasa çocuklara verecek parası kalmaz bu kez, ikilem. Duyarlılık yüksektir, Ilgaz kadın karakterlerini sevgileriyle sınarken güçlü de kılar. Yeni bir yaşam kurarken yaslanacakları çocukları vardır öncelikle, onca fırtınadan çıktıktan sonra duygusal anlamda güçlü olduklarını da görürüz, başarırlar ayrılıkları atlatmayı ama maddi sorunların üstesinden gelmekte sorun yaşarlar bir, zaman meselesidir düze çıkmaları.

1980-1983 arasında YAZKO, Gösteri, Türkiye Yazıları. “Ağır Ağır Gelen Yalnızlık”ta Zehra’nın Halil’den ayrılış sürecine bakıyoruz. Kızları Naile zeki, neler olduğunu anlıyor, annesine o kadar da büyütmemesini söylüyor. Nineler yirmi yaşında dul kalıyorlarmış, yine iyi gelmişler o güne dek Zehra’yla Halil, olurmuş öyle şeyler de Zehra’nın bir başına kalacak gücü yok henüz, bu yüzden mahkemeye gidince boşanmak istemediğini söylüyor. Aynı gün babasını görmeye gidiyor Naile, annesine kızdığı için para göndermeyi kesen babasına durumu anlatacağına iki ilişkinin birden sürebileceğini gözyaşlarıyla söylüyor, annesi razıymış. Ilgaz’ın bu öyküde yarattığı ilişkilenme biçimleri ilginç, Halil’in âşık olduğu kadını ailece benimseyebileceklerini söyleyen Naile’ye Halil’in şaşkınlıkla bakması, Zehra’nın önce boşanmayacağını söyleyip ardından kabul etmesi durumu, tabii bunda eşinin arkadaşlarının bir nevi görev bildiği iş bulma sürecinin olumlu sonuçlanmasının etkisi büyük, beş yıl sonra karşı karşıya geldikleri zaman Zehra’nın kararlı duruşu, adamın kararlı duruşunun yavaş yavaş parçalanması, hani o tansiyonu çok iyi yükseltip düşürüyor Ilgaz. Sonraki öykülerde çeşitlemeleri yer alıyor bu maharetin, özellikle yazmak eylemiyle, yazarlıkla, kadınların yazma çizme edimleriyle ilgili öyküler başarılı. Gerçeküstünün izlerini taşıyan öyküler keza. Beğeniyorum Ilgaz’ın yazdıklarını.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!